Vazife

Soru: Herhangi bir konumda vazife yapan bir kişinin, kendini yeterli görmediği veya bulunduğu konumun hakkını veremediği düşüncesiyle vazifesini bırakmak istemesi doğru bir düşünce midir?

Hakkın Hatırı için Duruş Sergileme

Cevap: Bir kimsenin eda etmiş olduğu vazifeyi bırakmasının altında yatan farklı sebepler bulunabilir. Öncelikle bunların insafla, hakkaniyet düşüncesiyle, akl-ı selimle ve vicdanın hassas terazileriyle değerlendirilmesi ve buna göre bir neticeye varılması gerekir. Zira bu tür düşüncelerin kaynağı rahmanî olabileceği gibi, nefsanî ve şeytanî de olabilir. Bazı misaller üzerinden konuyu anlamaya çalışalım:

Bir kimse düşünün ki çok sayıda insanın gözünün içine baktığı bir konumda bulunuyor ve bu kişinin, duruşuyla, sözleriyle, temsiliyle, tavır ve davranışlarıyla, arkasında yer alan kimselerin kuvve-i maneviyelerini takviye etmesi de onları ümitsizlik ve karamsarlığa atması da mümkün görünüyor. Özellikle takviye ve desteğe ihtiyaç duyan kimseler, değer verdikleri ve örnek aldıkları bu tür kimselerin rehberliğine bağlı yaşamak isterler. Bu çizgide yaşayan insanların en azından belli bir zaman dilimi için teşvik edilmeye, gayrete getirilmeye, motivasyona ihtiyaçları vardır. Henüz vakti gelmeden böyle bir destek kesilirse onlar, kendilerini gevşekliğe veya ümitsizliğe salabilirler. Bu açıdan topluma yön verme konumunda bulunan kimselerin, temsil ettikleri konumun ağırlığını ve gereklerini bilmeleri ve buna göre bir duruş sergilemeleri çok önem arz eder.

Takdir Edilecek Olan Kenara Çekilme

Diğer yandan, kendisine tevdi edilen vazifenin ağırlığının farkında olan bir kişi, bulunduğu konumun hakkını veremediğini; kenara çekilmesinin, kendisinden daha müsait ve müstait fıtratların önünü açacağını düşünebilir. Temsil ettiği konum ve makamı ehil insanlara bıraktığında yapılan hizmetlerin katlanacağına inanabilir. Bu yüzden kenara çekilmek isteyebilir. Bazıları da henüz tavzif edilmeden bu tür mülahazalarla vazifeden uzak durabilir. Kendisinden daha kabiliyetli, daha kudretli kimselerin vazifeyi layıkıyla yapacağını düşünebilir, ehil insan arayışı içine girebilir ve kendi yerine bulduğu insanları teklif edebilir. Tıpkı halifelik teklif edilen Hz. Ömer’in, kendisinden daha layık olduğuna inandığı Hz. Ebû Bekir’in elini tutup ona biat etmesi gibi. İnsaf ve hakperestlikle yapılan böyle bir davranış, en yüksek takdirlere layıktır.

Bazı kimseler de vardır ki kenara çekilmedikleri takdirde bir takım ihtilaf ve iftirakların yaşanacağından korkar, birlik ve beraberliğe zarar vermemek için vazifeyi bir başkasına bırakmayı uygun görürler. Bu da makbul bir içtihat olarak görülebilir. Tıpkı Ebû Ubeyde İbn-i Cerrah’ın komutanlığı Amr İbn-i Âs’a bırakması gibi. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bazı Arap kabilelerinin üzerine Amr İbn-i Âs komutasında bir seriyye gönderir. Düşmanın saldırı için büyük bir hazırlık yaptığı anlaşılınca Medine’den yardım istenir ve Allah Resûlü de Ebû Ubeyde komutasında ikinci bir birlik daha gönderir. Bu kuvvetler bir araya geldiğinde orduyu kimin komuta edeceği konusunda bir fikir ayrılığı yaşanır. Çok hasbi bir insan olan Hz. Ebû Ubeyde, komutanlığın kendisine ait olduğunu düşünse de ihtilafı önlemek için vazifeyi Hz. Amr’a bırakır. Bu hareketiyle aynı zamanda Amr İbn-i Âs gibi bir askerî ve siyasi dâhinin gücünü de arkasına almış olur.

Mazeretin Ardında Yatabilecek Sebepler

Öte yandan bazı kimseler de vardır ki kendilerine tevdi edilen vazifeyi başka bir sebeple bırakıp kenara çekilirler de buna mazeret bulmak için temsil ettikleri makamı dolduramadıklarını söyleyebilirler. Bazen aradıklarını bulamamaları, bazen beklentilerinin karşılanmaması, bazen arzu ettikleri itibar ve takdiri görmemeleri onları mazeretler ileri sürerek vazifelerini terk etmeye sevk edebilir. Böyleleri, işin başında bir kısım beklentilerle vazife almışlardır. Kendilerine göre bir kısım iç hesapları vardır. Bunlar gerçekleşmediğinde, onlar açısından vazifeye devam etmenin de bir anlamı kalmaz.

Bazen de ortaya konulan hizmetlerde arzu edilen başarılar yakalanamaz. Bütün gayret ve çabalara rağmen yapılan işlerden bir türlü istenen netice alınamaz. Ya da hesapta olmayan bir kısım sebeplerle falso ve fiyaskolar yaşanır. Bu durumda herkesin kendisini hesaba çekmesi, Allah’la münasebetlerini gözden geçirmesi gerekirken, bazıları “atf-ı cürüm”lere girer, etrafta suçlu arar. Bunlar, başarısızlıkları hep çevrelerindeki insanlara bağlama eğilimindedirler. İçten içe hep başkalarını suçlarlar. Suizanna kilitlenir, sürekli beraber oldukları insanların hata ve kusurlarını sayıp dökmeye başlar ve onlarla yol yürünemeyeceğini izah ederler. Sonra daha da ileri giderek onların vefa ve sadakatlerini sorgularlar. Fırsatını buldukları anda da bir kısım bahanelerle kenara çekilir ve arkadaşlarını yalnız bırakırlar.

Görüldüğü gibi bunların hepsi farklı mülahazalardır, farklı içtihatlardır. Vazifeyi bırakmak isterken samimi hislerle bir fedakârlık mı ortaya konuyor yoksa vazifeden kaçılıyor, alan boş bırakılıyor ve doğru olmayan mazeretler ileri sürülerek yalan mı söyleniyor? Bu konuda herkesin vicdanına müracaat etmesi, içinin sesine kulak vermesi ve gerçek niyetini gözden geçirmesi gerekir. El âlemi idare etmek, aldatmak kolay olsa da kendimizi aldatamayız. Ayrıca biz açığa vurmadıkça bir başkasının niyetini, maksadını, hedefini de bilemeyiz. Sinelere nigehban olan yalnız Allah’tır.

İstişare ve Motivasyon Takviyesi

Şunu da hatırdan uzak tutmamak gerekir ki biz, deruhte ettiğimiz vazifelerimizle ilgili nasıl bir mülahazaya sahip olursak olalım, mutlaka konuyu ehil insanlarla istişare etmeli ve nihayet en doğru stratejiyi belirlemeye çalışmalıyız. Belki biz samimi niyetlerle hareket ediyor olabiliriz ama vazifeyi bırakmamız arkamızda büyük bir sarsıntının yaşanmasına, telafisi zor bir boşluğun oluşmasına yol açacaktır. Bazen, kritik dönemlerde yapılacak bir görev değişimi farklı komplikasyonlara sebep olabilir. Dolayısıyla bizler umumun hukukuna taalluk eden meselelerde şahsî inisiyatiflerle hareket edemeyiz. Bu açıdan mutlaka düşünce ve kanaatlerimizi istişareye arz etmeli, kolektif şuura başvurmalı ve en isabetli karara ulaşmaya çalışmalıyız.

Bu konuda insanları tavzif ve istihdam etme makamında duran kimselere de önemli sorumluluklar düştüğü unutulmamalıdır. Önemli vazifeleri yüklenmiş insanların moral-motivasyon olarak desteklenmeye ihtiyacı vardır. Zira işler her zaman yolunda gitmeyebilir, farklı zorluk ve sıkıntılarla karşı karşıya gelebilir ve üstlendiğimiz sorumlulukların ağırlığı altında ezilebiliriz. Bu açıdan da takviyeye ihtiyaç duyarız. Bu durumda beklenen destek ve takviyeyi verebilecek insanların devreye girmesi gerekir. Onlar, daha bir fedakâr tutum sergileyip görev başındaki insanları üstlendikleri vazifelerle yalnız bırakmamalı hatta onların bu konuda yalnız oldukları hissine kapılmalarına dahi müsaade etmemelidirler.

Vazifeyi Başkalarına Bırakmak: Emeklilik mi?

Son olarak ifade etmek gerekir ki fedakârlık, hakperestlik ve vefanın bir neticesi olarak kenara çekilmek, başkalarına yol açmak takdire şayan olsa da kenara çekilen insanların i’lâ-i kelimetullah vazifesinden uzak durmamaları, imkân ve şartlara göre işlerin bir ucundan tutmaları çok önemlidir. Zira adanmış bir gönlün, Allah yolunda hizmet ederken ya da hizmet duygularıyla dopdolu bulunurken ruhunu Allah’a teslim etmesi beklenir. Emekliye ayrılır gibi ayrılıp istirahate çekilmek, kendi dünyalık işleriyle meşgul olmak, yapılan hizmetlerin hiçbir yerinde bulunmamak, hiçbir faaliyete katılmamak, âyetin ifadesiyle insanın kendi eliyle kendisini tehlikeye atması olur. Bu sebeple, fedakârlık edip kenara çekilen insanlar küçük de olsa bir işin ucundan tutmalı, bunu fiilen yapamayanlar bilgi ve tecrübeleriyle katkı sağlamak yoluyla mutlaka yapılan güzelliklere iştirak etmelidirler.

***

Not: Bu yazı, 2 Ağustos 2007 tarihinde yapılan sohbetten hazırlanmıştır.