Rahmân’ın Kulları

Rahmân’ın Kulları

Cenab-ı Hak, Furkân sûre-i celilesinde mü’minleri “Rahmân’ın kulları” olarak isimlendirir ve onların bazı özelliklerini zikreder. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur: وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا “Rahmân’ın kulları o kimselerdir ki yeryüzünde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atarsa ‘Selam!’ der geçer giderler.” (Furkân sûresi, 25/63) Burada mü’minler için “Allah’ın kulları” yerine “Rahmân’ın kulları” denilmesinde önemli bir incelik vardır. Onlar Allah’ın er-Rahmân ismine nispet edildiklerine göre demek ki sürekli O’nun Rahmân ve Rahim isimleriyle münasebet içinde bulunur ve hep O’na dönük rahmet ve şefkat yörüngeli bir hayat yaşarlar. Allah ahlâkıyla ahlâklanacakları için onların her tavır ve davranışlarından re’fet, şefkat, merhamet ve mülâyemet dökülür. Yeryüzünde mü’mine yakışır bir vakar, ciddiyet ve tevazu ile hareket ederler. Ahlâklarındaki incelik ve güzellik bütün hareketlerine yansır, yürüyüşlerine bile akseder.

Yanlarından geçtikleri kimselere güven verir, ümit telkin ederler. İnandırıcıdırlar. Onların kendilerine has öyle yumuşak bir atmosferleri vardır ki oraya kim girse etkilenir. Ezkaza cahillerle muhatap olup onlar tarafından kötü muameleye maruz kalırlarsa kendi karakterlerinin gereğini sergilerler. Onların seviyesine düşmez, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, “Selametle, esenlik olsun size!” deyip yanlarından geçip giderler.

İlim ve takva sahibi iyi insanların yanında temkinli hareket etmek, karakteri korumak bir civanmertlik olsa da asıl büyük civanmertlik, farklı köşe başlarında karşınıza çıkıp size diş gösteren, salya atan gulyabanilere karşı sergileyeceğiniz tavırla ortaya çıkar. Seyyidinâ Hz. İsa’nın dediği gibi, إِنَّمَا الْإِحْسَانُ أَنْ تُحْسِنَ إِلَى مَنْ أَسَاءَ إِلَيْكَ، لَيْسَ الْإِحْسَانُ أَنْ تُحْسِنَ إِلَى مَنْ أَحْسَنَ إِلَيْكَ “İyilik, size iyilik yapana değil, kötülük yapana ihsanda bulunabilmektir.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, 6/296) Kur’ân’ın bize gösterdiği hedef de budur. Bir kısım cahiller, sizin hakkınızda yalanlar üretebilir, iftiralar atabilir, karalama kampanyaları başlatabilir, tehditler savurabilir, sizi itibarsızlaştırmak için türlü türlü kötülükler yapabilirler. Önemli olan, sizin bunlara karşı nasıl mukabelede bulunacağınızdır. Kur’ân diyor ki birileri size karşı cahillik edip yanlış tavırlar sergilediğinde buna takılmayın, “selâm olsun size” deyip yolunuza devam edin. Dikenli tarlalarda bile gül bahçesinde yürüyor gibi yürüyün.

Hiç şüphesiz böyle bir ahlâkî yüceliğe erişebilmek, Allah’la münasebetteki derinliğe bağlıdır. Bu yüzden bir sonraki âyette şöyle buyruluyor: وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا “Gecelerini, Rablerine secde ve kıyamla, ibadetle geçirirler.” (Furkân sûresi, 25/64) Onların öyle bir secde ve kıyamları vardır ki hiç sormayın! Oturur kalkar hep O’nu heceler ve her zaman O’nunla gecelerler. Onlar, Allah’a imanı bir iç derinliği hâline getirmişlerdir. Tabiatlarının dürtüsüyle, bir insiyak içinde sürekli hep O’na doğru koşar dururlar. Onlar, maiyyet-i Cânân’a mazhardırlar. Her zaman O’nun gözetimi altında bulunma şuuruyla hareket ederler. Devamındaki âyetlerin ifadesiyle onların dillerinden dökülen dua da şudur: رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا إِنَّهَا سَاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا “Ey Kerim Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut. Zira onun azabı tahammülü zor, daimî bir azaptır. Orası konup kalınacak en kötü yerdir!” (Furkân sûresi, 25/65-66) Böyle bir iman ufkunu yakalamış yüce kametlerin, kaba saba insanlarla, cahil cühelayla muhatap olmak mecburiyetinde kaldıklarında alacakları tavır bellidir.

Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler. Şirazeden çıkmış bir kısım kendini bilmezler, ne dediklerinin, ne yaptıklarının farkında bile olmadan farklı densizlikler sergileyebilirler. Masum insanlar aleyhinde yalan ve iftiralar uydurabilir, türlü türlü tezvirlere başvurabilir, efkâr-ı âmmeyi ifsat edip onların aleyhine çevirmeye çalışabilirler. Bütün bunlar karşısında mü’mine düşen, kendi inancının gereğine göre davranmak, Kur’ân ve Sünnet’in rehberliğinde hareket etmektir. Öyle ki o, elli türlü densizlikle karşılaşsa yine de tavrını değiştirmemeli, karakterinden taviz vermemelidir. İncitici ve rencide edici söz ve fiillere muhatap olması onu asla bağlı olduğu şirazeden çıkarmamalıdır. Namus ve şerefini koruyor gibi karakterini ve üslubunu korumalıdır.

Şurası bir gerçek ki her şeyin şirazeden çıktığı, kitlelerin hafakanlar yaşadığı, benliğin hükümferma olduğu, çoklarının kompleksler içinde hayatını sürdürdüğü ifritten bir çağda yaşıyoruz. Hele bir kısım kimselerin enaniyetleri birer buzdağına dönüşmüş, hatta taşlaşmış, birer granit hâline gelmiş. Güneşin şualarının bile onları erimesi mümkün değildir. Egosu böylesine şişmiş, kabarmış insanların karıştırmayacağı halt yoktur. Zaten şeytan böylelerinin zimamını rahatlıkla eline geçirip onları istediği yöne sevk edebilir. Nefis ve şeytanın güdümüne giren bu tür kimselerden de her türlü kötülük beklenebilir. Günümüzde kinle oturan, nefretle kalkan, öfkeyle homurdanan, gayzla köpürüp duran ve paranoyalar yaşayan zavallılara bu gözle bakabilirsiniz. Eğer dikkat etmezseniz onların bu olumsuz atmosferi sizi de etkisi altına alabilir, kin ve nefret dolu sözlerinin radyoaktif tesiri size de gelip ulaşabilir.

Atmosferin bu türlü şerarelerle kirlendiği dönemlerde mü’minlerin sahip oldukları evsâf-ı âliyelerini (yüce ahlâklarını) koruyabilmeleri çok zordur. Bu yüzden böylesi zor zaman dilimlerinde olabildiğince temkinli ve dikkatli hareket etmek gerekir. Kötülüklere karşı mukabele-i bi’l-misil kaide-i zalimanesine girmemek, kötülükleri iyilikle savmaya çalışmak ve elden geldiğince mülâyemetle hareket etmek icap eder. Kur’ân’ın ifadesiyle mademki kötülükle iyilik bir değildir; bunlardan biri negatiflerden daha negatif, diğeri ise pozitiflerden daha pozitiftir, mü’mine düşen, iyiliğin mümessili olabilmektir.

Sizler de böylesi ifritten dönemlerde gayz ve nefretle üzerinize geleni tebessümle savmaya çalışın. Sizi ısırana tükürükle dahi olsa mukabelede bulunmayın. Sövene sövmeyin, hakaret edene aynıyla karşılık vermeyin. Kalbleri yumuşatan, duyguları değiştiren, düşüncelere tesir eden, insanı güzelleştiren iyiliğin sihirli gücünü arkanıza alın. Birileri sizden uzaklaşsa bile siz olduğunuz yerde kalın ki aradaki mesafe daha fazla açılmasın. Böylece gelecekte pişmanlık yaşayıp dönecek kimseler çok fazla yol kat etme meşakkati yaşamasınlar. Birilerinin yaptıkları canavarlıkla yuvarlanıp Cehenneme gitmelerini mi istersiniz, yoksa bir gün insanlıklarını, ahsen-i takvime mazhariyetlerini ve Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın arkasında bulunduklarını hatırlayarak dönüp yanınıza gelmelerini mi? Vicdan yalan söylemez. Vicdanlarınıza müracaat ettiğiniz zaman bu sorunun cevabını orada bulabilirsiniz.

Yüce bir gayeye kilitlenmiş adanmışlar, bugüne kadar Allah yolunda olmaya, gittikleri her yerde güzellik meşherleri oluşturmaya, canlı cansız bütün varlığı şefkatle kucaklamaya çalıştılar. İnşallah bundan sonra da benlik girdaplarına takılmadan ihlas ve samimiyetle hizmet etmeye devam ederler. Kınayanın kınamasından korkmaz, yollarına çıkan engellere takılmaz, cahillere uyup karakterlerinden taviz vermezler. Mevlâna ahlâkıyla, Yunus ahlâkıyla ahlâklanır; dövene elsiz, sövene dilsiz, hizmet ehli gönülsüz gerek, düsturuyla hareket ederler. Şu fani hayatı murad-ı ilâhîye uygun yaşamak suretiyle ebediyetleri peylemeye çalışırlar. Kimin kulu olduğunun tam şuurunda olan “Rahman’ın kulları” bilirler ki zalimler bütün dünyalarını ellerinden alsa bile ahiretlerine kimse dokunamaz.