Cuma Hutbesi: Fecir Erleri

Cuma Hutbesi: Fecir Erleri
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Share

Paylaş

Yıllar var ki milletimiz, bütün müesseseleriyle bir varoluş mücadelesi içinde çırpınıp durmaktadır. Değişik çizgi ve değişik buudlarda cereyan eden bu mücadelede, insanımıza gerçek diriliş vaad eden çaplı hamleler olduğu gibi, onu özünden uzaklaştıran, miyoplaştıran ve başını döndürerek yoldan saptıran gayretler de eksik olmamıştır.

Hemen her zaman, bir yanda, ızdıraplı sinelerde, sonsuzdan gelen aydınlık ve esintilerle ortaya çıkan ve milleti “ba’sü ba’del mevt”e götüren hakikî mücadele; diğer yanda da his, heves ve ihtirasların bağrında gelişen reaksiyoner, sun’î ve yapmacık mücadele devam edip durmuştur. Yıllar yılı kültürsüz ve görgüsüz bırakılan yığınlar, bu mücadelenin hakikisinin yanında yerini aldığı gibi, çok defa, sahtesine aldandığı da olmuş ve yıldız böceğini yıldız, sineği kartal, saksağanı da tavus zannederek, tereddüt ve yanılmalara düşmüştür. Ama bu yanılmalar kat’iyen uzun sürmemiştir. O, yeniden toparlanarak kendine gelmiş ve yoluna devam etmiştir.

Evet, Sâmirî’den Müseylime’ye, ondan da nifak şebekesinin reislerine kadar, peygamberâne tavırlarla ortaya çıkan bilumum yalan ve bâtılın temsilcileri, muvakkaten, cehalet ve muhakemesizliğe vize ettirdikleri beraatlarla, bugüne kadar cemiyetin çeşitli kesimlerinde varlık gösterip yığınları iğfâl etmişler ise de, ışığın tufan tufan yayıldığı ve karanlığın hırıltıya düştüğü günümüzde, mihrabını bulmuş aydın gönüller için, öyle inanıyoruz ki, artık bunlardan hiçbiri bahis mevzuu olmayacaktır. Zira bugünün insanı, artık kat’iyen dünün insanı değildir. O, yıldızların kolları arasında sergilenen, Yaratıcı Kudret’in donanma gecesiyle, çocukların havaya saldıkları fişeklerden meydana gelen sun’î ışık oyunlarını birbirinden tefrik edecek kadar kendinde ve idrakiyle iç içedir.

Şimdiye kadar insanlık tarihindeki her gerçek diriliş, ölümsüzlüğe ermişlerin ak ikliminde bir tomurcuk gibi belirmiş, sonra da gelişip gitmişti. Nefis ve benlikleri itibarıyla başları yokluğa ulaşmış bu devâsâ kametlerdir ki, ne kabirden korkarak geriye durmuş, ne de hayat endişesiyle sarsılmışlardır. Korku ve endişe şöyle dursun, dostlara visal kapısı saydıkları kabri ve ölümü gülerek karşılamış, hatta o yoldaki vesileleri âdeta alkışlamışlardır.

Onların düşünce dünyalarında, ne varlığa bağlanıp onunla övünme, ne de kaybettikleri şeyler karşısında mahzun olma vardır. Gönülleri ebed melodilerine göre akort olmuş bu olgun ve doygun ruhlar, bütün gökler yıkılsa ve onlar altında kalsalar, ihtimal ki başkalarına müthiş görünen bu manzara, onlarda sadece hayret ve hayranlık uyaracaktır!

Onlar iç yapıları itibarıyla insanlığın başı üstünde sema gibidirler; bulutlanınca yağmurla imdada koşarlar, açılınca da güneşten huzmelerle… Meyvedar ağaç gibidirler; kâh çiçekleriyle yüzümüze gamze çakar gönüllerimizi hoplatırlar, kâh meyveleriyle çevrelerine tebessüm yağdırırlar… Bunlardır ki;

                    “Ötelerden gelen sırlarla coşar,

                     Ellerde meş’ale habire koşar,

                     Derin vadiler, sarp yokuşlar aşar,

                     Işık olur meltem olur eserler…”

Kendini aşamamış, ruhunda ölümsüzlüğe erememiş derbeder gönüller ise, yer yer ölüm ve zevale takılıp kalırlar; vakit vakit bedenî hazlarında boğulurlar ve zaman zaman da nefsanîlikleriyle târumâr olup giderler. Perspektiflerinde ikbal hırsı, sinelerinde şöhret arzusu, ruhlarında şehvet hissi ve bencilliğin kurutucu fırtınalarıyla her an hazana maruz bu tali’sizler, hep inançsız, hep ümitsiz ve hep karamsar oldukları için, ne peşi peşine sökün edip gelen baharlar ne de yukarılardan akıp gelen nurlar, onların gönüllerinde en ufak bir ümit kıvılcımı meydana getiremez. Ego’nun öldürücü atmosferinde felce uğramış bu bahtsızlar, feleğin çarkları onların hevâ ve heveslerine göre hareket etsin isterler: Güneş arzularına göre doğsun; rüzgâr onların isteklerine göre essin; yağmurlar gönüllerine göre yağsın… Tek kelimeyle, Hakk’ın binlerce hikmeti sussun, onların hevesleri konuşsun dilerler..! Olmayacak şeylere gönül kaptırmış bu serseri ve çocuk ruhlar, hiçbir zaman umduklarını bulamaz, dolayısıyla da bedbinlikten kurtulamazlar. Onlar için;

           “Emeller âdeta kuyu içinde

           Hiç erilmezlerin köyü içinde

           Varılmaz sâhilin “koy”u içinde,

           Hicran ve yeis, yürekler pek hissiz,

           Düşler kâbuslu, çevre merhametsiz…”dir.

Yer-gök farklılığı içinde birbirine zıt bu iki düşüncenin de insanımızın hayatına maya olduğu ve onu kendi rengine göre şekillendirdiği zamanlar olmuştur. Ancak, azim ve inançla gerilmiş ışık süvarilerinin rehberliğinde, toplum, gönlü itibarıyla, yüksek ideallere dilbeste; ruhu itibarıyla, mızrabını yemiş tel gibi inim inim; gözleri her zaman güneşin doğduğu iklimde ve dudaklarında “Seniyye-i Vedâ” türküsü kanatlanıp gitmiştir. Berikilerin arkasında ise, fertler ümitsiz, kitle derbeder ve millet de bu titrek ellerde yıkılıp gitmekle yüz yüze tali’sizler yığını olup kalmıştır.

Şimdiye kadar, milletçe yaşadığımız bu iniş ve çıkışları göz önünde bulundurarak, son bir kere daha, omuzumuza alıp bayraklaştırmayı düşündüğümüz diriltici hakikati belirleyemez ve ona yürekten hizmet edeceklerin imdadına koşmazsak, yeniden bir düzine fasit daireler içinde boğulup gitmemiz kaçınılmaz olacaktır.

***

Not: Bu hafta mescidimizde okunan Cuma Hutbesi, Muhterem Hocamızın Sızıntı Dergisi Haziran 1984 sayısı için kaleme aldığı makaledir.