Oruç Âyetinin Hatırlattıkları

Oruç Âyetinin Hatırlattıkları

Soru: Kur’an-ı Kerim’de orucun farziyeti, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Böylece umulur ki takvaya erersiniz.” (Bakara sûresi, 2/183) beyanı ile ifade buyuruluyor. Âyetin hâtimesinde takva nazara veriliyor. Oruç ile takva arasındaki münasebet hakkında neler söylenebilir?

Cevap: Kur’ân’ın ana kavramlarından biri olan takva, mü’minlerin sahip olmaları gereken en önemli vasıflardan biridir. Takvayı emreden, onu ulaşılması gereken bir hedef olarak mü’minlerin önüne koyan çeşitli ifadeler Kur’ân’da birçok âyette zikredilir. Elbette ona ulaşmanın, müttakiler arasına girmenin kendine göre bir kısım vesileleri, farklı yolları vardır. Takva ile bağlanan âyetlerde bu yollara işaret edilir. Allah’a kulluğun gereklerini yerine getirme, namazı ikame etme, O’nun inzal buyurduğu âyet-i kerimeleri tilavet etme, O’nun vaz ettiği hükümlere bağlı kalma bu vesilelerden bazılarıdır. İşte bu âyet-i kerimede de insanı takvaya ulaştıracak vesilelerin en başta gelenlerinden biri olarak oruç ibadetine dikkat çekilmiştir.

Âyet-i kerime, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا “Ey iman edenler” lafzıyla başlıyor ve iman edenlere hususi bir hitapta bulunuyor. Zira bir insanın Allah katında ibadetlerinin makbul olması için önce iman etmesi şart olduğu gibi, takvaya ulaşma adına da iman olmazsa olmaz bir faktördür. “Ey iman edenler!” ifadesinin fiil kalıbı ile kullanılması da ayrıca önemlidir. Çünkü fiil, teceddüde, yenilenmeye delalet eder. İmanın kemale ermesi için insanın sürekli tekvinî ve teşriî emirleri analiz etmesi, onlardan hareketle yeni terkip ve tahlillere ulaşarak her gün bir kere daha yeni bir imanla hayata uyanması gerekir. “Ey iman edenler! Allah’a, Resulüne ve gerek bu Resulüne indirdiği kitaba, gerekse daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisâ sûresi, 4/136) âyetinde, iman edenlere hitapla iman etmenin emredilmesi de bu manayı teyit eder. Bu açıdan mü’mine düşen vazife sürekli imanını gözden geçirmesi, tefekkür, tezekkür ve tedebbürle yeni iman ufuklarına açılması, her yeni günle birlikte imanda biraz daha derinleşmesidir.

Bu hitabın arkasından mü’minlere orucun farz kılındığını bildiren كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ ifadesi geliyor. Âyetteki كَتَبَ fiili Arapçada “yazmak” manasına gelir. Bu fiil كُتِبَ şeklinde meçhul (edilgen) sigayla kullanıldığında “yazıldı” demektir. “Ketebe” fiili “alâ” harf-i ceriyle kullanıldığında ise “farz kılındı” anlamına gelir ve vücup (farziyet) ifade eder. Kelimeyi asli anlamıyla alacak olursak âyetin bu kısmı, “Kitab-ı mübinde veya levh-i mahfuzda orucun farziyeti yazılmıştır, belirlenmiştir.” şeklinde anlaşılır. Demek ki orucun hükmü ilm-i ilâhîde takdir edilmiş, karara bağlanmış, sonra da hüküm yürürlüğe konmuş, vahiy yoluyla bir mükellefiyet olarak bize tebliğ edilmiştir.

Âyetin devamında şöyle buyruluyor: كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “Tıpkı sizden öncekilere farz kılındığı gibi.” Âyet-i kerime benzetme edatı ile orucun önceki ümmetlere de farz kılındığını bildiriyor. Bu yapılırken teşbih (benzetme) üslubu kullanılıyor. Onlara farz kılındığı gibi size de farz kılındı deniyor. Bu, orucun farziyetiyle ilgilidir. Benzeyen benzetilenle her açıdan aynı olmak zorunda değildir. Dolayısıyla onlara farz kılınan oruç, keyfiyet ve kemmiyet itibarıyla farklı olabilir. Mesela oruç süresi yarım ay veya iki ay olabileceği gibi, oruç süresi içinde su içme gibi bazı şeyler mübah kılınmış da olabilir. Konunun detayını bilemiyoruz. Namaz ve zekât gibi diğer ibadetlerde de durum aynıdır. Yani bunlara benzer ibadetler önceki kavimlere de farz kılınmış olsa bile onlarınki bizim yaptığımız ibadetlerin birebir aynısı olmayabilir.

Âyet لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ifadesiyle hitama erdirilir. Burada yer alan لَعَلَّكُمْ lafzı terecci ifade eder. Yani reca ve ümit makamında kullanılır. Bu durumda şöyle bir mana düşünülebilir: Cenab-ı Hak’tan öyle ümit eder ve bekleriz ki oruç vasıtasıyla bizleri takvaya mazhar kılsın. Dolayısıyla bir insanın “Ben oruç tuttuğum için hemen takva dairesi içine girdim.” şeklinde meseleyi kestirip atması doğru olmaz. Oruç, namaz, zekât, hac gibi ibadetler bizim için takvaya doğru ümit kapıları aralar. O kapılardan içeri girebileceğimiz ümidini aşılar. Bu ifade aynı zamanda bizim birr ü takvaya ulaşmayı Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin genişliğine, fazlının enginliğine, kereminin şümulüne bağlamamız gerektiğine de işaret eder.

Bilindiği üzere din bir yönüyle havf ve reca dengesi üzerine kuruludur. Yani ümidin yanında ve onun ölçüsünde korku da insanın dinî hayatını ayakta tutan en önemli dinamiklerdendir. Korkuya işaret eden takvanın ümit ifade eden bir lafızla birlikte gelmesi de dikkat çekicidir. Takva kapısından girmek kolay değildir. İnsanın kapıyı biraz zorlaması, bu yolda bir kısım sıkıntılara katlanması gerekecektir. Fakat meşakkatlere katlandığı nispette yüce mertebeleri elde edecektir. Bir işin ne kadar ceremesi çekilirse bunun karşılığında o ölçüde mükafata nail olunacaktır. Ne kadar zorluğa maruz kalınır ve sabredilirse, fevz u necata o kadar yaklaşılacaktır. Dolayısıyla insanın Allah için aç susuz kalması, nefsini bir kısım arzulardan mahrum bırakması, midesiyle birlikte diğer aza u cevarihine de oruç tutturması kolay olmasa ve bir kısım sıkıntıları beraberinde getirse de böyle bir zorluğun neticesinde takva gibi yüce bir mertebeyi elde etme imkânı vardır.

Peki, takva ne demektir? Takva, vikaye kökünden gelir. Vikaye korunma, sakınma demektir. Buna göre takva, uhrevî endişeler ve ahiret korkuları karşısında, dinin emirlerini yerine getirmek suretiyle Cenab-ı Hakk’ın himayesine, riayetine, kilâetine sığınma demektir. Ayrıca bizim için mahz-ı fazilet ve mahz-ı hayır olan semavî hakikatlerden hakkıyla istifade edebilmenin yolu da takva dairesi içine girmeye bağlıdır. Zira Bakara suresinin hemen başında zikredildiği üzere Kur’ân ancak müttakiler için bir hidayet rehberidir. Bu açıdan hidayetin hidayet olduğunu duymak, hidayeti dalaletten ayırabilmek takva dairesi içinde bulunmaya bağlıdır. Evet, Kur’ân, Cenab-ı Hakk’ın himayesine sığınmaya azmeden ve bu yolda kararlı duranlar için mahz-ı hidayettir.

Hâsıl-ı kelâm, âyetin fezlekesinde orucun farz kılınmasının sebep ve hikmetinin takvaya bağlanması oldukça önemlidir. Demek ki oruç tıpkı namaz, dua ve sair ibadetler gibi takvaya doğru adım atabilmek ve ona ulaşabilmek için önemli bir yol ve köprüdür. Bu köprüden geçebilmek için de orucun hakkının verilmesi, onun, erkân-ı zâhiresi ve bâtınesine riayet ederek tastamam tutulması gerekir. Bilindiği üzere sabrın çeşitlerinden biri de ibadet ü taate devamda sabırdır. İşte insan oruç ibadetini kâmilen eda yolunda dişini sıkıp sabretmeli, bu yolda her tür mehaliki göğüslemeli, yoldaki engellere takılmadan Allah’ın hıfz u himayesine doğru yürümelidir.