Kıvam Kahramanları

Kıvam Kahramanları

İnsanlık, şahsî, ailevî ve içtimaî hayata dair üst üste biriken problemlerle boğuşmakta. Ne yazık ki bu problemlerin çözümü için uzun vadeli ve kararlı adımlar da atılamamakta. Onulmaz gibi görünen dertler derman bulacaksa, çözülmez gibi görülen problemler çözülecekse bu, ancak kıvam kahramanlarının gayretleriyle olacaktır.

İnsanlık tarihi boyunca, toplumlara rehberler olarak gönderilen Enbiya-yı izam, insanları bu kıvama getirmek için çırpınıp durmuşlardır. İnsanların yoğrulması, olgunlaşması ve pişmesi adına ölesiye bir gayret göstermiş; onları gerçek insanlık ufkuna yükseltebilmek için hiç durmadan, mola vermeden mücadele etmişlerdir. Yürüdükleri yolda önlerine dikenli tarlalar, kandan irinden deryalar çıksa da bunlara takılmadan yollarına devam etmişlerdir.

Mesela İnsanlığın İftihar Tablosu’na (sallallahu aleyhi ve sellem) nübüvvet vazifesi verildiğinde insanlık korkunç bir dejenerasyon yaşıyordu. Mehmet Akif, yaşanan bu dejenerasyonu;

“Bir kerre de mamûre-i dünya o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zeminin,
Salgındı, bugün Şark’ı yıkan tefrika derdi.”

mısralarıyla resmeder ve arkasından da şöyle der:

“Bir nefhada insanlığı kurtardı o masum,
Bir hamlede Kayserleri, Kisrâları serdi!”

Çünkü kıvam O’nda zirveleşmişti ve etrafındaki insanları da birer kıvam kahramanı hâline getirmişti.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşadığı dönemde öyle kudsî bir topluluk meydana getirmişti ki onların hedefinde sadece ihlâs, Allah rızası ve Allah’a kavuşma aşkı vardı. Öyle ki sinesinden bir mızrak yiyip yere yığılan sahabenin ağzından, “Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki kazandım.” ifadesi dökülüyordu. Bir diğeri, Resulullah’ı koruyabilmek için iki kolunu da kaybettikten sonra kılıç darbelerine karşı bu sefer başını kalkan yapıyordu. Onlar ölümü gülerek karşılıyor, Allah yolunda öldürülmeyi gerçek kurtuluşa erme olarak görüyorlardı. İşte bu bir kıvam meselesidir.

Kıvamı Elde Etmenin Yolları

Sahabe-i kiramı dikey olarak yükselten ve birer kıvam kahramanı hâline getiren önemli dinamikler vardı. En başta onlar, İnsanlığın İftihar Tablosu’yla (sallallahu aleyhi ve sellem) aynı atmosferi paylaşıyor ve O’nun boyasıyla boyanıyor, insibağ-ı nebeviye mazhar oluyorlardı. İkinci olarak, ardı ardına Kur’ân âyetleri nazil oluyor ve onlar da bu vahiy sağanağı altında arınıyorlardı. Kendi aralarında geçen konuşmalarla, cereyan eden olaylarla, hatta içlerinden geçirdikleri bir kısım düşüncelerle ilgili doğrudan âyetler nazil oluyor ve onlara yol gösteriyordu. Yani sürekli vahyin gözetimi altında bir hayat yaşıyorlardı. Üçüncüsü de bekledikleri, ümit ettikleri ve ulaşmak istedikleri her şeyi Kur’ân’ın araladığı kapılardan görmesini biliyorlardı. Bütün bunlar onlarda öyle bir iman hâsıl ediyor, öyle bir metafizik gerilim oluşturuyordu ki maruz kaldıkları sıkıntı ve felaketler karşısında sarsılmıyor, bildikleri yolda hiç tereddüt etmeden yürümeye devam ediyor ve en kötü görünen hadiselerin bile yüzüne gülmeyi biliyorlardı.

Bugünün dünyasında ise Bediüzzaman’ın isabetle belirttiği üzere mücadelenin şekli değişmiştir. Evet, gelinen zaman diliminde maddi kılıcın yerini Kur’ân ve Sünnet’in elmas düsturları almıştır. Biz, kendi yolumuza, kendi değerlerimize delice bağlı olmanın yanında, herkesi kendi konumunda kabul ediyor, herkesle diyaloğa açık duruyor ve dünyada umumî bir sulh atmosferinin oluşması için adımlar atıyoruz. Bunun yanında evrensel insanî değerlere vurguda bulunuyor ve farklı duygu ve düşüncelere sahip insanlarla asgari müştereklerde de olsa buluşmaya çalışıyoruz. Allah ile insanlar arasındaki engellerin bertaraf edilmesi için kullanılacak argümanların değiştiği bugünün dünyasında muvaffak olma da yine kıvama vâbestedir.

Gerçi bizler bir yönüyle sahabenin sahip olduğu avantajlara sahip değiliz. Onlar gibi Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek atmosferinden, ilâhî vahyin ilk muhatabı olmaktan mahrumuz. Allah Resûlü’nün sunduğu mesajlar asırlardır nurlarını etraf-ı âleme neşrede ede bugünlere kadar gelmiş olsa da bazılarımızın nazarında tesirini, tazeliğini ve taravetini kaybedebiliyor.

Bununla birlikte hem Kur’ân’ın mesajı hem Efendimiz’in örnek hayatı ve sözleri hem de Müslümanların asırlardır bu iki kaynaktan hareketle ortaya koydukları tecrübeler ve eserler elimizdedir. Eğer Kur’ân’a gönülden yönelir, sürekli onunla meşgul olur ve -tabiri caiz ise- “Kur’ânlaşırsak” aradığımız ve ihtiyaç duyduğumuz her şeyi onda bulabiliriz. Yeniden Kur’ân’a yönelerek, onu bize nazil oluyor gibi okuyarak, siyerin felsefesini çok iyi anlayarak ve seleften bize intikal eden mirasa sahip çıkarak biz de birer kıvam kahramanı hâline gelebiliriz.

Kıvam Kahramanlarını Bekleyen Vazife

Hz. Pir, adanmış ruhları bekleyen ağır mükellefiyeti, “asırlardır rehnedar olmuş bir kalenin tamiri” tabiriyle resmediyor. Maalesef birkaç asırdır toplumu ayakta tutan temel değerler yıkıldı ve korkunç bir deformasyon yaşandı. Ne dine saygı kaldı ne de kutsallara. Müslümanları bir arada tutan bağlar koptu, birlik ve beraberlik bozuldu. İ’la-yı kelimetullah davası unutuldu. Kendilerini, asırlardır rehnedar olan bu kaleyi tamir etmekle mükellef gören adanmış ruhların, bütün bu problemlerin üstesinden gelebilmeleri, kıvamlarına bağlıdır. Zira gerçek kıvamını bulmuş insanların -Allah’ın izni ve inayetiyle- çözemeyeceği problem yoktur.

Hz. Musa’nın (aleyhisselam) etrafındaki insanlara, Kudüs’e girmeleri emredildiğinde Hz. Musa kavmine şu emri vermişti: “Ey kavmim! Haydi Allah’ın size yazdığı mukaddes topraklara  girin, sakın geri dönüp kaçmayın. Yoksa hüsrana düşerek perişan olursunuz.” (Mâide sûresi, 5/21) Ne var ki onlar henüz gösterilen hedefe yürüyecek kıvama sahip değillerdi. Nitekim şu cevaplarıyla da bunu göstermiş oldular: “Ya Mûsâ! O zorbalar orada oldukları müddetçe biz asla oraya giremeyiz. Sen git, Rabbinle beraber onlarla savaşın, biz burada oturuyoruz.” (Mâide sûresi, 5/24) Cenab-ı Hak da gerçek kıvamlarını bulabilmeleri için kırk yıl boyunca onlara çöllerde çile çektirdi, bir nevi seyr u sulûk yaptırdı. Kırk yılın ardından seyr u sulûklarını tamamladıktan sonra Cenab-ı Hak onlara mukaddes beldenin kapılarını ardına kadar açtı, onlar da Hz. Yuşa İbn-i Nun’un önderliğinde şehre girdiler.

Müslümanlığı gündelik siyasete alet etmekle, demagojiyle, büyük iddialarla, hamaset ve edebiyatla, yalan ve aldatmayla problem çözülmez; bilakis bunlar, mevcut problemleri daha da büyütür. Bugün çokça kullanılan tabirle “siyasal İslâm” denilen şey maalesef İslâm’ın ruhunu öldürdü. Meseleyi lafazanlığa, demagojiye bağladı.

Bu açıdan İslâm dünyasının da, topyekûn insanlığın da karşı karşıya olduğu problemlerin kıvama vâbeste olduğu çok iyi bilinmelidir. İstenen kıvamı yakalamak, kalb ve ruh hayatının yaşanmasına, İslamî ilimlerin tedrisine ve tekvini emirlerin de mütalaasına bağlıdır. Hz. Pir’in yaklaşımıyla, vicdanın ziyası ulum-u diniye, aklın nuru da fünun-u medeniyedir. Bu ikisinin bir araya gelmesinden hakikat tecelli eder. Bu zamanın adanmışları, uzun asırlardır birbirinden ayrılmış bu hakikatleri yeniden bir araya getirmeye azami gayret etmeli, bunu en büyük sorumluluk olarak görmelidir. İşte o zaman cihanın problemlerini çözme yoluna girilmiştir denebilir.