İzzetle Yaşamak

İzzetle Yaşamak

Mü’min, Allah’a intisabı, iman sahibi olması, İslâm’la şereflenmesi gibi izzet vesileleri sayesinde azizdir. Hz. Ömer’in ifadesiyle söylemek gerekirse, “Allah bizi İslâm’la aziz kılmıştır. Kim bunun dışında izzet vesilesi ararsa Allah onu zelil kılar.” Hakiki anlamda Aziz olan Allah’tır. O’na galebe çalacak hiçbir kuvvet yoktur. Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılar. Havl ve kuvvet O’na aittir. O’nun havl ve kuvvetine iltica eden kimsenin aşamayacağı bir engel yoktur.

Mü’min, azizdir, izzeti O’ndandır ve o kendini sadece Allah karşısında zelil görür. Yani bir kul olarak fevkalâde bir tevazu, mahviyet ve hacaletle hareket eder. Allah karşısında iki büklüm olur, kemerbeste-i ubudiyet içinde el pençe divan durur, başını yerlere koyar, sadece O’na yalvarıp yakarır. Allah’a kulluğu ölçüsünde aziz olacağını çok iyi bilir. Gerçek kıymet ve değerin O’na kulluktan geçtiğine can u gönülden inanır. Ehl-i dünyanın büyüklük vesilesi saydığı şeylere kıymet vermez. Onlar karşısında eğilmez; dimdik durur, izzetini muhafaza eder. Ne dünyanın cazibedar güzellikleri ne makam ve mansıp ne de servet ü saman karşısında yön değiştirmez, değerlerinden taviz vermez. Sırtını Allah’ın havl ve kuvvetine dayamış, beklediğini O’ndan bekleyen böyle bir kişi Bediüzzaman’ın tabiriyle kâinata meydan okuyabilir.

Bir hadis-i şerifte mü’minin izzetinin, gönül tokluğuna sahip olmakta ve insanlara el açmamakta olduğu ifade edilir. Böyle hareket edenler, müstağni insanlardır. Allah’ın kendilerine ihsan ettiği imkânları, nimetleri yeterli görürler. Kimseye el açmaz, kimsenin eline bakmazlar. Onların, kimsenin malında mülkünde, makamında mansıbında gözleri yoktur. Çünkü onlar gözlerini yalnız rıza-ı ilâhîye dikmişlerdir. Yapacakları her şeyi O’nun muradına ve memnuniyetine bağlı yaparlar. Böyle bir duygu ve düşünceye sahip olabilmek cihanların fethinden daha yücedir.

Enaniyetin, bencilliğin, nefisperestliğin, tenperverliğin, ikbal duygusunun başını alıp gittiği günümüzde insanların böylesine saf ve duru duygulara ulaşması hiç de kolay görünmüyor. Yürünen güzergâhlar çok kirli, geçilen köprüler çok tehlikeli, karşımızda duran manzaralar çok kafa karıştırıcı, meydana gelen olaylar baş döndürücü, bakış bulandırıcı mahiyette. Günahlar, görenek ve alışkanlıklarla her tarafa hızlıca yayılıyor. Kitleler şuursuzca dünya zevklerinin arkasında koşuyor ve farkına varmadan bütün uhrevî varidatlarını dünya uğruna feda ediyor. Bir kara delik tarafından çekildiklerinin farkında bile değiller. Bu yüzden Allah’ın inayeti olmadığı sürece, ruh, kalb ve his selametinin korunması çok zor görünüyor.

Bununla birlikte, dünyanın onca eracifine rağmen gözünü Allah’ın rıza ve rıdvanına dikmiş insanlar da az değil. Onlar, dünyanın binlerce sene mesudane hayatının Cennet’in bir saatine, Cennet’in binlerce sene mesudane hayatının da rü’yet-i cemalin bir dakikasına mukabil gelmeyeceğini çok iyi biliyorlar. Cennet nimetlerinin buradaki her türlü zevk u safadan çok daha tatlı ve lezzetli olduğuna inanıyorlar.

Ne var ki onlar da türlü türlü imtihanlardan geçiyor, çeşitli belâ ve mihnetlere maruz kalıyorlar. Öyle dönemler geliyor ki zulümler, gadirler, istintaklar, mahkemeler, zindanlar bir türlü yakalarını bırakmıyor. Ama onlar Allah’a imanı, İslâm’a intisabı en büyük izzet vesilesi bildiklerinden, maruz kaldıkları eziyetlere, sıkıntılara, işkencelere rağmen duruşlarını değiştirmiyor, zalimlere boyun eğmiyorlar. Birileri yalan ve iftiralarla onları zelil hâle getirmeye çalışsa da onlar, Allah’a gönülden inandıkları sürece aziz kalacaklarını biliyorlar. Bu yüzden tazyik ve sıkıntılar karşısında paniklemiyor, sarsılmıyor, tasalanmıyor, gevşeklik göstermiyor, kendilerini salmıyorlar. Zira “İnanıyorsanız üstünsünüz.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/139) ferman-ı sübhanisine inanan bir insan, zulümler altında başına basılırken dahi aziz olduğunu bilir.

Şimdiye kadar güç ve kuvvetin, makam ve mansıbın sarhoşu olmuş nadanlar hep kendilerini aziz; muhalif veya hasım gördükleri kimseleri de zelil zannetmişlerdir. Firavunlar, nemrutlar, şeddatlar, güçlü ve itibarlı görünmeye çalışsalar da gerçekte zillet yaşayanların ta kendileri olmuşlardır. Çünkü onlar gücün, makamın, hakimiyet tutkusunun kulu kölesi olmuşlardır.

Allah karşısında kul olma şeref ve itibarını koruyabilen kimse hiçbir şey karşısında zillet yaşamaz. Çünkü o, Allah’a kulluğu sayesinde gerçek özgürlüğü elde etmiş ve değişik şeylere kulluktan kurtulmuştur. Böyle biri, ne makamın kulu olur ne de imkânın. Ne güç ve kuvvet ne de şan ve şöhret onun boynuna kement vuramaz. Korku, tamah, tûl-i emel, dünya sevgisi gibi duygular onu esir alamaz. Dolayısıyla Allah’a kulluk sayesinde elde edilen izzet ve üstünlükten daha büyük bir nimet yoktur.

Şayet Zât-ı Ulûhiyet’e intisabı en büyük paye ve mansıp olarak görüyorsanız sizden azizi yoktur. Hz. Resûl-i Zişan’a (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmet olma şerefini iliklerinize kadar hissediyorsanız sizden azizi yoktur. Din olarak İslâm’dan razıysanız sizden azizi yoktur. Varsın bir kısım zalimler sizi oradan oraya sürgün etsin, akla hayale gelmedik zulüm ve gadirleri size reva görsün. Bu intisabınızı devam ettirdiğiniz sürece hep kazanma kuşağında yaşıyorsunuz demektir.

Şimdiye kadar başta nebiler olmak üzere niceleri, füccar ve küffarın şerrinden dolayı yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Kur’ân’ın da ifade buyurduğu gibi Hz. Musa, firavunun şerrinden emin olmak için Medyen’e firar etmiştir. İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalâtu vesselam) kendi dönemindeki zalimlerin mü’minlere uyguladıkları ağır baskılar yüzünden maskat-ı re’si (doğduğu yer) olan Mekke-i Mükerreme’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. İbrahim gibi daha nice nebiler kendi dönemlerindeki zalimlerin şerlerinden, hile ve tuzaklarından kaçmışlardır. Bu bir zillet değildir; bilakis, “Fefirrû ilallah” (Zâriyât sûresi, 51/50) âyetinde ifade edildiği gibi Allah’a firar etmek, O’na yönelmek, O’na sığınmaktır.

Günümüzde gönüllerini hizmet-i imaniye ve Kur’âniyeye veren babayiğitlerin cebr-i lutfi olarak başka diyarlara hicret etmelerine de bu gözle bakılabilir. Belki bazıları onlar hakkında haberler yapacak, akla hayale gelmedik yalan ve iftiralar uyduracak, yakalama kararları verecek, bültenler çıkaracak ve gittikleri yerlerde bile onları rahat bırakmayacaklardır. Fakat bütün bunların ahirette nasıl karşınıza çıkacağını bilemezsiniz. Belki de bu bültenler öbür tarafta meleklerin ellerinde birer beraat fermanı olarak size sunulacak, bu dünyada hakkınızda verilen mahkûmiyet kararları öbür tarafta sizin kurtuluşunuza vesile olacak.

Hasılı, her ne kadar birileri kin ve nefretle bu dünya hayatını sizin için cehenneme dönüştürmek istese de siz istikametten ayrılmayacak, izzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih edeceksiniz. Çünkü böyle bir durumda, Allah’ın ve Resûl-ü Ekrem’in teveccühünün sizinle birlikte olacağından hiç endişe etmeyeceksiniz. Siz, izzeti başka yerde değil, sadece Allah’a kullukta, Habib-i Zîşân’a ümmet olmakta ve dine tutunmakta bildiğiniz ve aradığınız sürece kazananlar sizler olacaksınız.

***

Not: Bu yazı, 24 Aralık 2010 ve 31 Mayıs 2015 tarihlerinde yapılan sohbetlerden hazırlanmıştır.