İslam Fıkhının Tenkihine Dair Bir Kaç Söz

İslam Fıkhının Tenkihine Dair Bir Kaç Söz

Sesli dinlemek icin TIKLAYINIZ

Soru: Son üç dört asırdan beri fıkıhta yaşanan durgunluğun aşılabilmesi adına bu alanda ne tür çalışmalar yapılmasını tavsiye edersiniz?

Cevap: Öncelikle konuyla ilgili bir hususun hatırlatılmasında fayda var. Fıkıh ilmi, Kur’ân’ın ve İslâm düşüncesinin bir mucizesidir. İslâm hukukçuları, ciddî bir emek mahsulü olarak ortaya koydukları hükümlerle detayına kadar hayatı disipline etmiş, hayatın hiçbir yerinde boşluk bırakmamışlardır. İbadetlerden alışveriş ahkâmına, mirastan nafakaya, evlilikten boşanmaya, ceza hukukundan borçlar hukukuna kadar her konuda görüş beyan etmiş, çözüm sunmuş ve bunları sistematik hâle getirmişlerdir. Hukuk ilminde ihtisas sahibi olan birçok Doğulu ve Batılı araştırmacı da İslâm fıkhıyla ilgili takdirlerini dile getirmiştir. Tarihe bakıldığında ne Roma’da ne Babil’de ne İyonya’da ne de dünyanın daha başka bir yerinde teşekkül etmiş böyle mükemmel ve mütekamil bir hukuk sistemi göstermek mümkün değildir.

Fıkıh Mirasımızın Zenginliği

Hususiyle Hanefî fıkhı, bir hukuk sistemi olarak çok zengin ve engin bir yapıya sahiptir. Bunda Hanefî mezhebinin kuruluş dönemi itibarıyla bir devlet bünyesinde inkişaf etmiş olmasının önemi büyüktür. Zira bilindiği üzere Hanefîlik, devletten bağımsız sivil bir hareket olarak ortaya çıkmış, daha sonra Abbasî devletinin resmi mezhebi kabul edilmiş, İmam Ebû Hanife’nin önde gelen talebesi İmam Ebû Yusuf da kâdı’l-kudatlık yapmıştır. Bu açıdan Hanefî hukukçuları, devlet yönetiminden sosyal hayatta karşılaşılan en küçük meselelere kadar birçok konuda Kur’ân ve Sünnet’ten hareketle fıkhî çözümler üretebilmişlerdir. 

Hanefi fakihleri, yaşadıkları dönemde ortaya çıkan hukukî olaylara çözümler üretmekle yetinmemiş, bunların yanı sıra gelecekte ortaya çıkması muhtemel bir kısım hâdiseler hakkında da beyin fırtınaları yapmış, içtihatlar ortaya koymuşlardır. Engin düşünceli bu insanlar, bir konuyla alâkalı belki elli tür ihtimali birden nazar-ı itibara almış, “Şöyle olursa ne olur?”, “Böyle olursa ne olur?” diyerek fikir yürütmüş ve kendilerinden sonrakilere zengin bir fıkıh mirası bırakmışlardır. Farklı meselelerle ilgili o kadar fazla içtihat ve istinbatta bulunmuşlardır ki günümüzde konunun uzmanlarının bile onların ortaya koyduğu fıkhî mirası kolay kolay ihata etmesi mümkün değildir.

Onların bu cehd ve gayretlerine hayran olmamak elde değil. Uzun yıllardır gerek tek başıma gerekse arkadaşlarla birlikte ders halkasında onlardan bize intikal eden fıkıh mirasını mütalaa ediyorum ve her geçen gün onlara duyduğum hayranlık biraz daha artıyor. Ne var ki bu mirasın yeterince kıymetini bilemedik ve onu da kaldırıp bir kenara attık!

Fıkhın Tenkihi

Hem konuyla ilgili literatür çok geniş olduğu hem de modern hukuk sistematiğinden farklı olarak kendine mahsus bir yapıya sahip olduğu için, ilahiyat alanında eğitim görmeyen insanların fıkıh kitaplarından istifade etmesi veya belirli bir fıkhî konuyla ilgili bütüncül bir bilgiye sahip olması bir hayli zordur. Hatta bırakalım sıradan insanları ve ilâhiyatçı olmayanları, İslâm hukukçularının bile çoğu zaman farklı fıkıh kitaplarına dağılmış meselelerin içinden çıkabilmeleri kolay değildir.

Dolayısıyla gerek hukukçuların gerekse diğer branşlarda eğitim gören insanların istediğini bulabilmesi ve bunlardan istifade edebilmesi için fıkıh kitaplarının yeni bir tanzim ve tertibe tâbi tutularak daha sistematik hâle getirilmesi önem arz etmektedir. İsterseniz buna fıkhın tenkihi de diyebilirsiniz. Fıkıh kitaplarına müracaat ve onlardan istifade kolaylaştırıldığı takdirde, bu alanda çalışma yapan araştırmacılar, gerek ferdî, gerek ailevî, gerek içtimaî, gerek iktisadî, gerekse idarî ve siyasî hayatımız adına ihtiyaç duyacakları meselelerin hükümlerine çok daha rahat ulaşabileceklerdir.

Fıkıh kitaplarının değişik dönemlerde yetişmiş farklı fakih ve müçtehitler tarafından telif edilmiş olmasına bağlı olarak, bir meseleyle ilgili farklı hükümlere rastlamak mümkündür. Hatta aynı usule bağlı olarak telif edilmiş fıkıh kitaplarında bile farklı mütalaalar serdedilmiştir. Bu da işin uzmanı olmayan kişilerin istifadesini zorlaştırmakta ve ihtiyaç hâsıl olduğunda ister ibadet ü taate ister muamelata isterse ukûbata müteallik meselelerin bulunup alınmasında bir kısım açmazlar yaşanmasına yol açmaktadır. Fıkhın tenkih edilmesi ve daha sistematik bir yapıya kavuşturulmasıyla söz konusu problemlerin önüne geçilmiş ve fıkhî meselelere daha kolay ulaşım imkânı sağlanmış olacaktır.

Hanefi mezhebi temelinde meseleyi değerlendirecek olursak, böyle bir tenkih faaliyeti yapılacağı zaman, Fetâvâ-i âlemgiriyye, Bedâiü’s-sanâî ve İbn Nüceym’in Nevâdir’i gibi daha sistematik kitaplar merkeze alınabilir. Reddü’l-muhtar, el-Muhîtu’l-burhânî, el-Mebsût, Fethu’l-kadîr gibi hacimli kitaplar taranarak bunlardan istifade edilebilir. Belki bunların yanında elli, yüz tane daha farklı fıkıh kitabı müşterek mütalaa edilerek daha geniş bir bakış açısı yakalanabilir, meseleler daha zengince ele alınabilir ve orta yolun bulunması sağlanabilir.

Heyet Çalışması

Kur’ân’ın tefsir edilmesi mevzuunda ifade ettiğimiz gibi, fıkhın tenkih edilmesi ve yeni bir tedvine tâbî tutulması da ehliyetli bir heyete emanet edilmelidir. Böylece muhtemel itirazların, ihtilafların ve kafa karışıklıklarının da önüne geçilmiş olacaktır. Bu heyet, farklı fıkıh kitaplarını müzakere etmek suretiyle onlara dağılmış meseleleri bir araya toplayacak, onları yeni bir bakış açısıyla farklı fasıllara ayıracak ve daha sistemli hâle getirecektir. Günümüzün ilerleyen bilgisayar teknolojisi de onların yapacağı bu tür çalışmaları kolaylaştıracaktır.

Böyle bir heyet teşekkül ettikten ve bu heyet fıkhın tanzim ve tenkihi adına gerekli çalışmaları yaptıktan sonra, ikinci bir adım olarak, ortaya çıkan yeni hukukî meselelerin çözüme kavuşturulması, ihtiyaç duyulan mevzulara açıklık getirilmesi adına da çalışmalar yapabilir. Karşılaşılan problemlerin çözümü adına öncelikle mevcut içtihatlar taranır ve onlar içinden çözüm bulunmaya çalışılır. Farklı mezhep görüşleri içerisinden, şartlar ve konjonktür dikkate alınarak, zamanın ruhuna daha uygun olan içtihatların tercih edilmesinde bir mahzur yoktur. Nitekim selef uleması da bu yolu takip etmiştir. Aynı şekilde Mecelle hazırlanırken Hanefî mezhebi esas alınmasına rağmen, günün şartlarına göre yer yer müftâ bih olmayan görüşler kabul edilmiş hatta birkaç yerde farklı mezheplerin içtihatları da alınmıştır.

Eğer mevcut birikim bu konuda yeterli olmazsa kıyas, maslahat-ı mürsele, istihsan, sedd-i zerai, örf gibi usul-u fıkhın ortaya koyduğu deliller, istidlâl metotları, fıkhî kaide ve prensipler değerlendirilerek yeni içtihat ve fetvalar ortaya konulabilir. Bunlar yapılırken mutlaka zamanımızın şartlarının dikkate alınması, hatta bundan yirmi, otuz sene sonrasının gelişmelerinin de hesaba katılması gerekir. Bu konuda umumun maslahatını gözetme önemli olduğu gibi, Kur’ân ve Sünnet naslarına, dinin temel disiplinlerine aykırı hareket etmeme de çok önemlidir.

Muamelat Alanında Yaşanan Boşluk

Hususiyle muamelat alanında bu tür çalışmaların yapılmasına şiddetle ihtiyaç var. Çünkü ibadet ü taatle ilgili meseleler hem daha sabittir hem de bugüne kadar yeterince işlenmiştir. Ömer Nasuhi Bilmen ve Mehmet Zihni Efendi gibi âlimler ve daha sonraki ilim adamları, yazdıkları ilmihallerle konuyla ilgili hükümlere insanımızın ulaşımını kolaylaştırmışlardır. Muamelat mevzuları ise buna göre daha dağınık ve değişkendir. Dağınık olan meselelerin bir araya getirilmesi, değişen veya yeni ortaya çıkan hukukî meselelerin zamanın yorumuna göre yeniden ele alınması gerekir. Mesela günümüzde teknik ve teknolojinin de gelişmesiyle birlikte yeni yeni muamele çeşitleri ortaya çıkmış, ticarî işlemlerde değişiklikler olmuş, farklı milletlerden ve dinlerden insanlarla uluslararası ortaklıklar kurulmaya başlanmıştır. Bütün bunlar da fıkıh alanında birçok yeni durum ortaya çıkarmıştır. Bunlar gibi vuzuha kavuşturulması gereken pek çok mesele vardır.

Maalesef soruda da ifade edildiği gibi asırlardan beridir fıkıh alanında bir durağanlık yaşanmaktadır. Dini yeterince önemsemediğimizden, bir yere kadar getirilen fıkıh mirasımızı koruyamamış, geliştirememiş ve devam ettirememişiz. Bu açıdan onun, işin uzmanları tarafından mutlaka inkişaf ettirilmesi gerekmektedir. Yapılması gereken iş, ulemanın bıraktıkları açık uçlardan hareket ederek zamanımızda oluşan boşlukları doldurmaya çalışmaktır. Günümüzde farklı şahıs ve kurumlar tarafından bu alanda yapılan çalışmaları takdir etmekle beraber, bunların yeterli olmadığını ve daha ileriye taşınması gerektiğini ifade etmek gerekir.

Aslında bu ihtiyacın farkına varan bazı kişiler daha önce de konuyla ilgili bir kısım takdire şayan çalışmalar yapmışlardır. Meselâ Fetava-i Hindiyye, Hanefî mezhebindeki muhtelif görüşleri bir araya toplama, bunları sistematik bir yapıya kavuşturma ve müftâ bih görüşleri öne çıkarma maksadıyla telif edilmiş enfes bir eserdir. Aynı şekilde Türkçe’de, Ömer Nasuhi Bilmen, “Hukuk-u İslâmiye ve Istılahât-ı Fıkhiye Kamusu” adında sekiz ciltlik güzel bir çalışma yapmıştır. Bu konuda farklı şahıs ve kurumlar tarafından çıkarılan çalışmaları da takdir etmek lazım. Mecelle ve onun sistemi esas alınarak telif edilen eserler de bu alanda yapılacak çalışmalar için fikir verici olacaktır. Bunlardan da istifade edilerek günümüzde mesele daha ileriye götürülmelidir.

Mezheplerin Önemi

İhtiyaca binaen farklı mezheplerin içtihatlarından faydalanma veya bunlardan hareketle yeni görüşler ortaya koyma her zaman mümkün olsa da mezhepleri silip geçme, sürekli ruhsatların peşinde koşma ve telfik’e yönelme, yani belli bir usul gözetmeden farklı mezheplere ait görüşleri işine geldiği gibi birleştirme doğru değildir. Zahidü’l-Kevserî, “Mezhep tanımama, dinsizliğe götüren bir köprüdür.” demek suretiyle bu tehlikeye dikkat çekmiştir.

Maalesef fıkıh alanında mümaresesi olan ehl-i ilimden birçok kişi bile ortaya koyacağı görüşlerde mezhep sistematiğini göz önünde bulundurmamış ve hatta yer yer bütünüyle mezhep düşüncesinin dışına çıkmışlardır. Onların mezhepleri küçük görmeleri ve mezhep görüşlerini kaldırıp bir kenara atmaları kabul edilebilir bir tavır değildir. Zira selef uleması, Asr-ı Saadet’e bize göre çok çok yakın bir dönemde yaşamış, o mübarek kaynağı daha iyi ve yakından idrak etmiş, bunun neticesinde öyle derin konulara dalmış ve nasları öyle didik didik etmişlerdir ki, azıcık insafı olan bir insanın onların bu olağanüstü gayretlerini takdir etmemesi düşünülemez. Kur’ân-ı Kerim de bize, رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذِينَ اٰمَنُوا  Rabbimiz, bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi bağışla ve iman edenlere karşı kalblerimizde hiçbir kin bırakma.” (Haşr sûresi, 59/10) duasını öğretmek suretiyle onları hayırla yâd etmemizi tavsiye etmiştir.

Fıkıhla iştigal eden ulemanın, işine geldiği, aklına estiği gibi hareket ederek herhangi bir usul gözetmeden farklı mezhep görüşlerini almaları ve bir mezhepten diğerine sıçrayıp durmaları insanların kafasını karıştıracak ve hatta dine olan güvenlerini zedeleyecektir. Eğer herkes bu konuda şahsî inisiyatifiyle hareket edecek, hep kolaylıklar arkasında koşacak ve bir ondan bir diğerinden alarak fetva verecek olursa, din-i Mübin-i İslâm yamalı bohça hâline gelecektir.

Üstelik böyle bir hareket tarzı, ibadet ü taat konusunda kaçamak hareket etme duygusunu öne çıkaracak ve bu sefer Müslümanlar bir Şafiî mezhebinden bir Hanefî mezhebinden bir başka mezhepten almak suretiyle işine geleni yapmaya başlayacaktır. Bu da Sanskritçe gibi bir din ortaya çıkaracak, dinde laubaliliğe yol açacak ve din-i Mübin-i İslâm’ın ruhunu örseleyecektir.

Kolaylaştırma dinde önemli bir prensiptir. Fakat bunun da Kur’an ve Sünnet’in ruhuna uygun olarak yapılması gerekir. Ayrıca özellikle ibadetlerde, helâl ve haramlarda ihtiyatı esas almanın, ihtilaflı alanların dışına çıkmanın ve şüpheli şeylerden kaçınmanın esas olduğu da unutulmamalıdır. Bediüzzaman Hazretleri de hususiyle kendini din-i mübin-i İslâm’ı ilâ etmeye adamış insanlara azimet ufkunu göstermiştir.

Evet, hayatın tıkanan noktalarını açma, zorluk ve meşakkatleri izale etme adına farklı içtihatlar içinden duruma uygun görüşleri tercih etme her zaman için söz konusu olabilir. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.” hadisi de bir açıdan bunu gerektirir. Fakat bunun yanında heva ve heveslerinin güdümünde yaşamaya alışmış insanlara sürekli ruhsatları göstermenin onları daha da laubalileştireceği bir gerçektir. İçtihat ve fetvalarda bu dengenin çok iyi gözetilmesine ihtiyaç var.

Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki, din hakkında konuşan, yazan, fikir beyan eden insanlar mümkün mertebe yeni ihtilaf kapıları açmamaya, toplumda çatışma ve kutuplaşmaları körüklememeye çok dikkat etmelidirler. Bunun için de bir zaruret bulunmadıkça bugüne kadar ulemanın üzerinde icma ettikleri meselelerin dışına çıkmamalı, marjinal yaklaşımlar ortaya koymak suretiyle maşeri vicdanın kabul etmeyeceği bir tavır almamalıdırlar.

  • https://s1.wohooo.net/proxy/herkulfo/stream
  • Herkul Radyo