Soru: Hakikate uyanmış ruhların sürekli tecellî avına çıktıkları ve bilhassa gecelerde tecellî avladıkları ifade ediliyor. Tecellî avı ne demektir. Tecellî nasıl avlanır?
Tecellî bilindiği ve yerinde de ifade edilmeye çalışıldığı üzere, sağlam bir kulluk münasebeti içinde bulunan hak yolcusunun Allah’ın hususi lütuflarına nail olup iç âlemiyle aydınlığa ermesi; Hak’tan gelen mârifet nurları sayesinde kalbinde ilâhî sırların açılıp belirmesi; ortaya çıkıp vicdanla bilinir, gönül gözüyle görülür hâle gelmesi; sıfât ve esmâ-i ilâhiyenin kendi hususiyetleriyle kalbte inkişaf etmesi gibi mânâlara gelir. Her hak yolcusunun istidat ve seviyesine göre bu sırları duyabileceği düşünüldüğünde soruda dile getirilen bu hususun herkes için taşıdığı ehemmiyet kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Sen Av Değil Avcı Olmaya Bak
Avlamak elde olmayan bir şeyi yakalamaya çalışmak demektir. Bu mülâhazayla olsa gerek, “mevcûdu bağlama ve mefkûdu avlama” denmiştir. Mefkûd elde olmayan ya da kaybedilmiş olan mânâsına gelir. İşte hakikate uyanmış ya da uyanma yolunda olan ruhlar, Cenâb-ı Hak’tan gelen tecellîleri, esrâr, vâridât ve füyûzâtı, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânîyi avlayabilmek için sürekli tetikte olur, teyakkuz hâlinde bulunurlar. Hak ve hakikatten bîhaber, gaflete mağlup olmuş kimseler ise ne esip duran tecellî rüzgârlarını hisseder ne de gönül kâselerine bir vârid ya da bir feyiz koymanın heyecanını yaşarlar.
Avlama tabirini daha başka hususlar için de kullanmak pekâlâ mümkündür. Mesela, ahlâk-ı hasene, dinin ruhuna vâkıf olma, Allah’ın ve kullarının haklarına riayet, bildikleriyle amel etme, ihlâs ve ihsan şuuruna erme gibi ilâhî ihsanların avlanmasından da bahsedilebilir ki, bunlar çoğumuzun, kıymetini tam olarak idrak edemediğimiz değerler üstü değerleri hâiz üstün vasıflardır. Ne var ki, riya, süm’a ve yapmacık bir kısım davranışlar gibi öldürücü virüslerin avı olmuş, dolayısıyla da balansı bozulmuş bir kalble ne bunlardan ne de az önce zikredilen güzelliklerden herhangi birini avlamak kat’iyen mümkün değildir. Dolayısıyla av peşinde olanların evvela şeytan ve nefs-i emmâre gibi düşmanlara av olmaktan kurtulmaları, bunun için de kalblerini sürekli pak ve temiz tutmaları iktiza eder.
Av Tenha Koylarda Olur
Konunun ayrı bir yanı da şudur: Avlama daha ziyade insanların çok bulunmadığı, ayakaltı olmayan, ıssız, tenha yerlerde olur. İnsanların sık sık uğradığı yerlere ise avlar kolay kolay gelmezler. Bu açıdan insan, kalbî ve ruhî hayatın enginliklerine açılmak; açılıp o enginliklere akıp gelen tecellîleri avlamak istediği zaman tenha koyları kollamalıdır. Elbette bu, başkalarının bulunduğu mekânlarda tecellî avlanamaz demek değildir. Hatta denilebilir ki, cemaat hâlinde yapılan ibadetlerin insana kazandırdığı öyle vâridât ve mevhibeler vardır ki, insanın tek başına onları elde edebilmesi mümkün değildir. Mesela, bazen öyle olur ki, cemaat içindeki bir ferdin heyecan ve canlılığı bütün bir cemaate heyecan ve canlılık kazandırır. Evet, hüşyar bir gönlün içten içe kaynayan o coşkun hâli, topluluktaki durgun hissiyat ve heyecanı tetikleyip harekete geçirir. Kalbinin sesiyle namaz kıldıran bir imamın veya kemerbeste-i ubudiyet içinde saf bağlayıp namaza durmuş cemaatten herhangi bir ferdin kendini hıçkırıklara salmasıyla beraber birdenbire her şey değişip umumî atmosfer büsbütün lâhûtî bir hüviyet kazanabilir. Dikkat ederseniz hac esnasında, bahsedilen bu hususun pek çok misaline şahit olabilirsiniz. Mesela, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi ekmelüttehâyâ) huzurunda, Muvâcehe karşısında yaşananlar söylediğimiz bu hususa çarpıcı bir misal teşkil eder. Çünkü insan orada kendini Rabbine daha yakın hisseder. Orada yumuşayan kalbler bütün bütün rikkat kazanır, gözyaşları da çağlayanlar hâline gelir. Kim bilir daha ne hislere ne heyecanlara şahit olur o Muvâcehe! İşte kalblerin yumuşadığı ve tecellîlere açık hâle geldiği böyle bir mekânın ve o mekânda yaşanan apayrı zaman dilimlerinin mutlaka değerlendirilmesi ve akıp duran o tecellîlerin avlanması gerekir. Ne var ki insanların, topluluk içinde gerçekleştirdikleri amellerde riya, süm’a gibi hastalıklar kendini hissettirebilir; hissettirip ilâhî feyiz ve tecellîlerin yakalanmasına mâni teşkil edebilir. Evet, sizin açığa çıkan hislerinize, yükselen sesinize hatta bazen gözyaşlarınıza bile bu öldürücü virüsler sirayet edebilir. Nitekim İmam Gazzâlî hazretleri, “Ağlayan da kaybetti, ağlamayan da!” demek suretiyle bu hususa dikkatlerimizi çeker. Evet, ağlamayan kaybeder. Çünkü, Efendiler Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaşarmayan gözden Allah’a sığınmıştır. Öte yandan, gözyaşlarıyla kendini ifade etme gibi riyakarca bir mülâhazaya giren de ayrı bir hüsran ve kayıp yaşıyor demektir.
Binaenaleyh Hak’tan akıp gelecek feyiz ve tecellîleri yakalama heyecanı taşıyan samimi bir gönül mümkün olduğunca tenha koyları kollar, kimselerin bulunmadığı âsûde mekânlarda Rabbiyle baş başa kalmaya çalışır. Evet, o, hiç kimsenin görüp duyamayacağı ıssız bir mekânda, kemerbeste-i ubûdiyet içerisinde el-pençe divan durur, başını secdeye kor; kor ve bazen ikinci secdeyi unutacak kadar o secdede durur. O ân “Kulun Rabbine en yakın olduğu” ânı yaşadığı şuuruyla belki yüz defa “
سُبْحَانَ رَبـّـِـيَ اْلأَعْلَى
– Tesbih ederim Yüce Rabbimi; her çeşit kusurdan münezzehtir O!” der, kulluğunu ilan eder. Âkıbeti ve ebedî hayatı adına endişe ettiği hususları Rabbinin kelâmıyla orada bir kez daha dile getirir. Belki yüz defa“رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا
– Ey Rabbimiz, kalblerimizi kaydırma!” (Al-i İmrân sûresi, 3/8) diyerek dua dua yalvarır. “Rabbim, nefsime çok zulmettim. Nâsezâ, nâbecâ işlere girdim; ne olur bağışla beni!” gibi mülâhazalarla içini döker. Kul, bu şekilde teveccüh ettiğinde Rabbi de ona teveccühte bulunur ve onun yönelişini kat’iyen karşılıksız bırakmaz. İşte denilebilir ki, bu hâl bir yönüyle tecellî avlama hâli; secdeler de pusuya yatıp tecellî avlamaya en müsait zaman dilimleridir.Gecelerin Aydınlık Karanlığı
Tecellî avına çıkanlar için en müsait zaman dilimlerinden biri de hiç şüphesiz gecelerdir. Gecelerde tefekkür ağlarıyla metafizik gerilime geçen kalb, ruh, latîfe-i Rabbaniye ile her zaman beklenilenin ötesinde tecellîler yakalanabilir. Evet, Allah’a vuslat, gecelerde olur. En aydınlık işler karanlığın sinesinde gerçekleşir. Mesafeler gecelerde kat’edilir. Miraca yükselme gecelerde mümkündür. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ihya etmediği bir tek gece dahi yok gibidir. O Nebiler Serveri bazı geceler kalktığında, Âl-i İmrân sûre-i celîlesinin son kısmında bulunan tefekkürle ilgili âyetleri okur, hatta bazen birkaç defa okur, dolan mübarek gözlerini semaya çevirip hıçkırıklara boğulurdu. Sonra uzun mu uzun kıyam, rükû ve secdeleriyle gece namazını ikame ederdi.
Efendiler Efendisi’ne tâbi olan sahabe-i kiram, tabiîn-i izam efendilerimizden niceleri de, geceleri hep uyanık geçirmiş; zamanın o altın dilimlerini namaz, dua ve tefekkürle azamî ölçüde değerlendirmeye çalışmışlardır. Evet, tabakât kitaplarına baktığınızda, Allah dostlarının hemen hemen bütününün, gecelerini kıyamla ihya ettiklerine şahit olursunuz. O nurlu zaman diliminin bu ehemmiyetinden dolayıdır ki, hakkında pek çok güzel söz söylenmiştir. Fakat Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şu beyitleri onların en güzellerinden biri olsa gerek: “Ey dîde nedir uyku gel uyan gecelerde/Kevkeblerin et seyrini seyrân gecelerde/Bak, hey’et-i âlemde bu hikmetleri seyret/Bul Sâniini ol O’na hayran gecelerde/Çün gündüz olursun nice ağyâr ile gâfil/Ko gafleti, Dildârdan utan gecelerde/Gafletle uyumak ne revâ abd-i hakîre/Şefkatle nidâ eyleye Rahmân gecelerde/Cümle geceyi uyuma Kayyûm’u seversen/Tâ hay olasın Hayy ile ey cân gecelerde/Âşıklar uyumaz gece hem sen uyuma kim/Gönlün gözüne görüne Cânân gecelerde/Dil beyt-i Hudâdır onu pâk eyle sivâdan/Kasrına nüzûl eyler o Sultân gecelerde/Az ye az uyu hayrete var fânî ol ondan/Bul cân-ı bekâ, ol O’na mihmân gecelerde/Allah için ol halka mukârin gece gündüz/Ey Hakkı, nihân-ı aşk oduna yan gecelerde.”
Evet, ehlullah gecelerin sessizliğini çok iyi değerlendirmişler, ağlarını kurmuş ve hep tecellî avlamışlardır. Bu mânâda insanın ağı; teveccüh, nazar ve konsantrasyon da diyebileceğimiz im’ân-ı nazardır. Böyle bir im’ân-ı nazarla yoğunlaşabilen tecellî avcısının sinesine her zaman tasavvurları aşkın duygular akar, dilinden de daha önce kimsenin söylemediği kelimeler dökülür. Evet, insan tam teveccühe muvaffak olduğu böyle anlarda bazen öyle heyecan tufanları yaşar ki, âdeta Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz kuvvetini yanına almış da, Allah’ın izniyle yerkürenin yörüngesini bile bir manivelayla değiştirebilecekmiş gibi olur.
Mekân, Zaman ve Hâl
Kalbin rikkat kesbettiği, gözün ve gönlün dolup âdeta taşacak hâle geldiği bu ‘hâl’lerin bir fırsat olarak görülüp rantabl değerlendirilmesi hak ve hakikat yolcuları için çok büyük önem arz eder. Nasıl insanın, Kâbe’de, Arafat’ta, Müzdelife’de, Muvâcehe’de bulunması ya da Kadir Gecesi, cuma günü birlerin bin olduğu eşref saatlerini idrak etmesi Cenâb-ı Hak’tan gelecek olan vâridâtı yakalamak adına çok büyük bir ehemiyyet arz ediyorsa, aynen öyle de kalbin yumuşadığı, istiğrak, kalak, heyman gibi hâllerin yaşandığı anlar da Hak’tan gelecek tecellîleri avlama ve dergâh-ı ilâhîden talepte bulunma hesabına büyük bir önem taşır. Bundan dolayı insan bu tür bir hâl yaşadığında, bütün bütün kendini unutmalı ve “Allahım! Yeryüzünün her yerinde yüce dinini bir kez daha i’lâ buyur. Bizim ve bütün kullarının kalblerini iman, islâm ve ihsana aç!” diyerek dua etmelidir. Bu bir mânâda, “Milletimin imanını selamette görürsem Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.” ufku, bir mânâda da her mü’minin vazifesi sayılmalıdır. O ufuktur ki, orada insan kendi ızdırabını unutmuş, sadece başkalarının ızdırabını duyar hâle gelmiştir.
Bir Tek Dakikan Var
Sözgelimi Cenâb-ı Hak bana, “Sana bir tek dakika veriyorum; bu tek dakikada ne istersen onu kabul edeceğim!” buyursa ben evi, köyü, sandıklar dolusu altını hatta İstanbul’un, Belgrad’ın fethini değil, sadece yeryüzünde Nâm-ı Celîl-i Sübhânînin bir kez daha bayraklaşmasını, Rûh-u Revân-ı Muhammedî’nin her tarafta şehbal açmasını isterim. “Allahım! Bütün kalbler Sana ve Resûlüne karşı muhabbetle dolsun. Her yerde Senin nâmın duyulsun ve biz bu işin hizmetçileri olalım.” derim. Evet, Rabbimden yine Rabbimi isterim. Çünkü her şeyin kaynağı ve her şeyi verecek sadece O’dur. Bundan dolayı istenilecek bir şey varsa o da, sadece O’nun rızası, O’nun hoşnutluğudur. Öyle zannediyorum ki, benimle bu recada müttefik olan arkadaşlarım da başka değil sadece bunu isterler.
Evet, bugün insanlık Allah’a ve Resûlullah’a, Rabbimiz’in Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) eliyle insanlığa ulaştırdığı nurlu ve mübarek mesaja muhtaçtır. Dolayısıyla kalblerin, zikretmeye çalıştığım istikamette feth u inşirahı adına yapılacak gayretler, küçük bile görünseler, Allah nezdinde çok büyük önemi hâizdirler. Böyle düşünmek, bu hususta gayret etmek ve dua dua yalvarmak da peygamberâne bir tavırdır. Peygamberlik zinciri, o zincirin en kutlu halkası olan Hazreti Muhammed Mustafa (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) ile tamamlanmış ve i’lâ-yı kelimetullah, Nebiler Serveri’nden ümmetine en büyük miras olarak kalmıştır. Bu mirasın hakiki vârisleri ise, Hazreti Zekeriya (alâ nebiyyina ve aleyhisselâm) gibi, “Allahım, dilersen başıma erre koy, fakat insanların kalbine Sana imanı duyur!” diyebilecek ölçüde himmetleri âli olan ve yüksekten uçabilen insanlardır.
Madem söz dönüp dolaşıp i’lâ-yı kelimetullah mevzuuna geldi. İsterseniz biz de sözlerimizi o istikametteki bir duayla tamamlayalım:
اَللّٰهُمَّ أَعْلِ كَلِمَةَ اللّٰهِ وَكَلِمَةَ الْحَقِّ فيِ كُلِّ أَنْحَاءِ الْعَالَمِ، وَاشْرَحْ صُدُورَنَا وَصُدُورَ عِبَادِكَ فيِ كُلِّ أَنْحَاءِ الْعَالَمِ إِلىَ اْلإِيمَانِ وَاْلإِسْلاَمِ وَاْلإِحْسَانِ وَالْقُرْآنِ وَإِلَى خِدْمَةِ اْلإِيمَانِ، وَاسْتَخْدِمْنَا فِي هَذَا الشَّأْنِ وَضَعْ لَنَا الْوُدَّ بَيْنَ عِبَادِكَ فِي السَّمَاءِ وَاْلأَرْضِ وَاجْعَلْنَا مِنْ عِبَادِكَ الْمُخْلِصِينَ الْمُخْلَصِينَ الْمُتَّقِينَ الْوَرِعِينَ الزَّاهِدِينَ الْمُقَرَّبيِنَ الرَّاضِينَ الْمَرْضِيِّينَ الْمُحِبِّينَ الْمَحْبُوبِينَ الْخَاشِعِينَ الْمُتَوَاضِعِينَ الْمُتَخَلِّقِينَ بِأَخْلاَقِ الْقُرْآنِ. آمِينَ. أَلْفُ أَلْفِ آمِينَ. وَصَلِّ وِسِلِّمْ وَبَارِكْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ.
Allahım! Kelimetullahı ve kelimetülhakkı dünyanın her yerinde bir kez daha i’lâ buyur. Bizim ve dünyanın her köşesindeki bütün kullarının kalblerini imana, İslam’a, Kur’ân’a ve iman hizmetine aç ve bizi bu vazifede istihdam buyur. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi ve hüsnükabul vaz’et. Bizi muhlis, muhlas, müttaki, vera’ sahibi, zâhid, kurbiyete mazhar, Rabbinden hoşnut ve Rabbi kendisinden hoşnut, Seni seven ve nezdinde sevilen, huşû sahibi, mütevazi, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanmış kullarından eyle. Efendimiz Hazreti Muhammed’e, âline ve bütün ashabına da salât ü selâm eyle! Âmîn! Sonsuz defa âmîn!