Sosyal, siyasi ve iktisadî hayatta yaşanan çalkantılar hiç eksik olmasa da bence günümüz insanlığının asıl problemi, iman problemidir. İslâm dünyasının yanı sıra Hıristiyan ve Yahudi dünyasında da ciddi bir iman krizi yaşanıyor. Maksadım kimseyi hafife almak, kimsenin imanını sorgulamak değil; bilakis içinde yaşadığımız şartların gözden geçirilmesi. Hepimiz çevremize bakabiliriz. Acaba Allah’ı görüyor gibi ibadet eden veya O’nun tarafından görülüyor olma mülahazasıyla hareket eden kaç insan vardır? Mesela İslâm dünyasındaki bir buçuk milyar Müslümanın yüz milyonunun hayatını ihsan ve murakabe şuuruyla yaşadığını iddia edebilir miyiz? Haksız yere aldığı bir arpanın bile hesabını verme derdiyle yaşayan kaç insan vardır? Her meselesini Cenab-ı Hakk’ın murad-ı sübhanisine bağlayan, hayatını O’nun emri dairesinde götürmeye azmetmiş, O’nun hoşnutluğunu kazanmadan başka bir hedefi olmayan Müslüman sayısı kaçtır? İşte günümüz insanlığının asıl problemi budur.
Esasen pek çok problemimizin temelinde de bu inanç zaafımız vardır. İnsanlık, Yaratıcısını bulamadığı, hedefini doğru tayin edemediği ve vahye kulak veremediği için komünizm, kapitalizm, liberalizm, sosyalizm gibi farklı farklı sistemlerin, izmlerin arkasından koşuyor. Yaşadığı krizlerden kurtulmak, dertlerine çözüm bulmak adına ızdırapla bunlara başvuruyor. Fakat teşebbüsleri çoğu zaman falso ile neticeleniyor. İşte komünizmin akıbeti! O, revaçta olduğu dönemde kitlelere en mükemmel sistem olarak sunulmuş olsa da, hâkimiyeti uzun sürmemiştir. Çünkü insan tabiatına zıttır. İnsanlar kapitalizmin, feodalizmin, daha farklı baskı rejimlerinin insafsızlık ve sömürüsünden bıktıkları için, “Bir de bunu deneyelim” demişlerdir. Fakat orada da huzur olmadığını yaşayarak anlamışlardır.
Halbuki işin başında, insanlık adına atılan adımların istikbal vaat edip etmediği, insanların buna ne kadar rıza ve sabır gösterecekleri çok iyi hesap edilmeli; teklif edilen sistemlerin uzun ömürlü olacağına ve insanlar tarafından hüsn-ü kabulle karşılanacağına kanaat getirmeden yola çıkılmamalı, maceraya girilmemelidir.
Komünizmin revaçta olduğu yıllarda, İslam dünyasında da “İslâm sosyalizmi” kitapları yazıldı. İlim ve idrakine güvendiğim insanlar bile bu konuda kalem oynattılar. Bazıları Müslümanlığın kapitalizmden ziyade komünizme yakın olduğundan bahsetti. Oysaki arada bir kısım ortak paydaların bulunmasından yola çıkarak semavî bir dini iktisadî bir sistemle kıyaslamak hatalıdır. Her şeyden önce İslâm, inanma, Allah’la irtibat, peygamberi ve ilahî vahyi kabul etme, tevhid, ubudiyet ve haşir gibi esasların üzerine oturur. Siz meseleyi sadece ekonomik açıdan ele alırsanız hata edersiniz. Böyle bir kıyaslama yapılacaksa bile, bir kısım şart ve kayıtlar düşülerek yapılması gerekir. Bunun yanında kimileri sorgusuz Batı hayranlığına kendini kaptırdı, kimileri tarihselcilik iddiasıyla Kur’an’ın muhkem hükümlerini ihmal etti, kimileri de Kur’ân’ı modern bilimlere koltuk değneği yapmaya kalktı.
Kendi Kaynaklarımızı Özümseme
Bu gibi problemler, Müslümanların kendi kaynaklarına, değerlerine ve miraslarına karşı yaşadıkları güven kaybının bir neticesidir. Bu yüzden yeni alternatifler aramaya başlamış, lüks ve fantezilere girmişlerdir. Yarın da benzeri sıkıntılarla karşılaşabiliriz. Bunun adı bugün komünizm, kapitalizm veya liberalizm olur, yarın bunların yerini daha başka “izm” ve ideolojiler alır. Kitleler, “Bir de bu sistemi deneyelim.” diyerek yerleşik bir kısım düzenleri bozup yerine yenilerini getirebilirler. Esasen bütün bu karmaşıklık ve karışıklıkların üstesinden gelmenin yolu, tahkiki imandan geçer. Kur’an ve Sünnet’e çok iyi inanıp güvenmeliyiz. İlahî vahye dayanmayan beşerî sistemleri ise kuşkuyla karşılamalı, vahiy kıstasına vurmalıyız.
Eğer kendi kaynaklarımızı iyi özümsediyseniz, karşılaştığınız fikirler karşısında sarsıntı yaşamazsınız. Bunları, Kur’ân ve Sünnet filtresinden geçirdikten sonra alacağınızı alır, bırakacağınızı bırakırsınız. Eğer ilahî vahyi kendinize rehber edinirseniz, Doğu ve Batı’da çok büyük görülen insanların bile eserlerini kritik ederek okur, bazen onların ne büyük hatalar yaptıklarını görür ve hayret edersiniz. Eğer kendinize has ölçü ve kriterleriniz varsa, farklı fikirlerin içine girebilir, onlarla yüzleşebilir, onları ölçüp tartabilirsiniz. Kendi blokajınızı oluşturduktan sonra, onun üzerine her ne yapacaksanız yaparsınız. Fakat temel referanslarına karşı şüphe duyan, onlarla irtibatı zayıf olan ve bu konudaki bilgisi de yetersiz kimseler farklı arayışlara girebilir ve sapmalar yaşayabilirler.
Özellikle aydın ve entelektüellerin kendi kültür değerlerimize gönülden bağlanmaları ve bunlara sahip çıkmaları çok önemlidir. Çünkü kitleler, elit sınıfın arkasından koşar. Eğer farklı vesileler değerlendirilerek onların kendi kaynaklarımıza vâkıf olmaları ve Allah’la güçlü bir münasebet tesis etmeleri sağlanabilirse, onlar vesilesiyle kitlelerin de lüks ve fantezilere kaymalarının önüne geçilmiş olur. Aksi takdirde onlar, “Her yeni lezzetlidir” fehvasında ortaya atılan yeni bir kısım fikirlerin, sistemlerin cazibesine kapılabilirler. En akıllı insanlar bile bu konuda aldanabilir. Bu sebeple mutlaka toplumun aydınlatılmasına ihtiyaç vardır.
Belki bulunduğumuz yerlerde mevcut imkânlarımız buna elvermeyebilir. Sesimiz cılız çıkabilir. Fakat bize düşen vazife, acizliğimize ve zaafımıza bakmadan toplumu aydınlatma konusunda elimizden gelen gayreti ortaya koyabilmektir. Bilemeyiz, Allah bizim cılız sesimize tesir lütfedebilir ve böylece başkalarını düşünmeye sevk edebiliriz. Bazen de bizimle aynı kulvarda yürüyen başka insanlarla el ele, omuz omuza verir ve böylece daha güçlü bir ses haline gelmeye, daha inandırıcı projeler gerçekleştirmeye çalışırız. Birlikte teşkil ve tertip edeceğimiz farklı aktivitelerle insanlığın önüne yeni düşünce ufukları açabiliriz. Mükerrem olarak yaratılan ve sürekli kemali arayan insanoğlunu, insan-ı kâmil olmaya yönlendirebilir, onlardaki potansiyel bir kısım nüvelerin inkişaf etmesine vesile olabiliriz.
Bunları yaparken de başkalarını endişeye sevk etmeme adına niyet ve düşüncelerimizdeki samimiyet ve duruluğu her fırsatta ifade etmekten geri durmayız. Her defasında Cenab-ı Hakk’ın rızasına kilitlendiğimizi, sa’y ve amellerimizle onu elde etmeye çalıştığımızı, onun berisinde yer alan her şeyi elimizin tersiyle ittiğimizi, rıza-ı ilahi yanında dünya sultanlığının dahi gözümüze çok küçük göründüğünü, bu yüzden de bu tür şeylerden sarf-ı nazar ettiğimizi ifade ederiz.
Hizmet-i İmaniye Davası
Biz Allah’ın hoşnutluğunu elde etmeyi, O’nun yüce adını bayraklaştırmaya, muhtaç sinelere duyurmaya bağlamışız. Gönlümüzün ilhamlarını mayalayarak, çoğaltarak, bütün insanlığın gönlüne boşaltma peşinde koşuyoruz. Bunun yanı sıra, bütün ülkelerin silahlanma yarışına girdiği ve türlü türlü vahşetlerin sergilendiği bir dönemde, insanlığın diyaloğa, sevgiye, paylaşmaya ve uzlaşmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyor, sulh ve selametini bunda görüyoruz. Bu yüzden de insanlığa insanca yaşama yollarını göstermeyi, Allah’a imanın bir gereği sayıyor ve kendimize vazife biliyoruz. Dünyayı bir cennet koridoru haline getirmenin yolunun, paylaşmadan ve uzlaşmadan geçtiğine inanıyoruz. Bu yüzden de bu duygu ve düşüncelerimizi bir nüve gibi herkese ulaştırmak istiyoruz. İnsanlık buna ne ölçüde sahip çıkar, bu fikirleri ne ölçüde inkişaf ettirir ve ne ölçüde uygulamaya sokar, bilemiyoruz. Bu, onlara kalmış bir meseledir, bizi alakadar etmez.
Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki biz, başkalarıyla aramızda diyalog köprüleri kurmak suretiyle onlardan da alacağımız değerler olduğuna inanıyor ve kendimizi bundan mahrum bırakmak istemiyoruz. Ne cimrilik yaparak sahip olduğumuz değerlerden ve müktesebattan başkalarının mahrum kalmasına gönlümüz razı olur ne de başka kültür ve medeniyetlerin sahip olduğu güzelliklerden mahrum kalmaya.
Bazı paranoyak ruhlar bunlara hiçbir zaman inanmayabilirler. Nitekim inanmıyorlar da. Ne yaparsak yapalım ikna olmayacak insanlar var. Cennet’e bir merdiven koysak ve onlar da kendi gözleriyle Cennet’i görseler yine de, “Acaba öbür tarafta görmediğimiz bir çukur var da, bunlar bizi oraya mı atmak istiyor!” diyerek yaptığınız işi kuşkuyla karşılayacak ve ucunda Cennet bile olsa sizin koyduğunuz merdivenden çıkmak istemeyeceklerdir. Bu tür mütemerrit insanlar hiçbir devirde eksik olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Ne düşmanların düşmanlığını, ne de hasetçilerin hasedini önlemeye gücünüz yetmeyecektir. Eğer yapılabiliyorsa, onların tesir alanları daraltılmaya çalışılmalı fakat onlara bakarak asla vazifeden dûr olmamalı.
***
Not: Bu yazı, 21 Kasım 2008 tarihinde yapılan sohbetten hazırlanmıştır.