Gayret-i Diniye ve Hırs

Gayret-i Diniye ve Hırs

Soru: Gayret-i diniye ve hırsı bazen birbirine karıştırabiliyoruz. Bu iki kavramın izahını lütfeder misiniz?

Cevap: Hırs, bir şeyi aşırı arzu etme, ısrarla isteme, doyma bilmeme, açgözlülük yapma, kaderin takdirine razı olmama, kendi tercih ve takdirini ilahî tercih ve takdirin önüne geçirme gibi anlamlara gelir ve tûl-i emel ve tevehhüm-ü ebediyet gibi duygulardan beslenir. İnsan, farklı şeylere karşı hırs duyabilir ve bunları elde etmeyi şiddetle arzu edebilir. Ancak şiddetli arzu, dikkat edilmezse aklı perdeler, mantık ve muhakemeyi bastırır ve böylece insanı ölçüsüzce hareketlere sevk eder. Devam eden bu durum, başarısızlıklara yol açar, ardından zarar ve ziyan getirir. Bediüzzaman Hazretleri bu durumu ifade etme sadedinde, veciz bir ifade ile “Hırs sebeb-i hasarettir (kaybetme sebebidir).” der.

Şiddet ve derecesi farklı olsa da her insanda hırs duygusu vardır. Önemli olan, bu duyguyu mantık ve iradeyle kontrol altına alabilme, doğru bir zemine oturtma ve hayra yönlendirmedir. Hayatın akışı içinde zaman zaman hırsı ihsas ettiren duygular gelip bir şeylere takılsa da insan, mantık ve iradesiyle duygularına hâkim olup kendini aşmasını bilmelidir.

Bir mü’min için dini adına en önemli meselelerde bile istikameti koruması çok önem arz eder. Mesela nam-ı celil-i ilahîyi dünyanın dört bir yanına ulaştırma onun en büyük gaye-i hayalidir ve bu Allah katından çok makbul bir ameldir. Ne var ki burada bile hırsla hareket etmek mahzurludur, kayıplara, zararlara sebep olabilir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da insanın içindeki arzu ve istek ne kadar güçlü olursa olsun, adımlarını temkinle atmalı, doğru üslubu yakalamaya çalışmalı ve akl-ı selimden hiç ayrılmamalıdır. Ayrıca neticenin hâsıl olması mevzuunda hırs göstermemeli, neticeyi yaratanın Allah olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır.

Hırsın makbul olduğu bir yer varsa o da Cenab-ı Hakk’ın rızasına kilitlenme ve onu elde etmeye çalışmadır. İnsan, iman-ı kâmili, ihlâs-ı etemmi, rıza mertebesini elde etme konusunda hırslı olabilir, olmalıdır da.

Soruda yer verilen diğer kavram ise gayret-i diniyedir. Bu da kısaca insanın dinî duygularını ve manevî değerlerini canlı tutmasını, onları koruma ve başkalarına duyurma konusunda duyarlı ve titiz olmasını ifade eder. Gayret-i diniyesi olan bir insan, dinini yaşama ve ikame etme konusunda kararlıdır, tavizsizdir. . Zat-ı Uluhiyete karşı fevkalâde bir vefa ve sadakat içindedir. Mukaddesatına sahip çıkar, onu yaşar, örnek olur ama başkalarını rahatsız ederek kendi değerlerine lâf söyletmez. Özellikle Zât-ı Ulûhiyet’e saygısız ve yakışıksız bir söz isnat edilecek olması ihtimali karşısında âdeta çıldırır. İnsanın dini konusunda ortaya koyacağı böyle bir gayret, her tür takdirin üzerindedir.

Gayret-i diniye sahibi insanların metafizik gerilimleri de yüksek olur. Onlar, dine ait meselelerde oldukça duyarlı ve hassas davranırlar. Topyekûn insanlığın ve özellikle Müslümanların derdini bir yangın gibi içlerinde hissederler. Müslümanların yaşamış oldukları acılar bir zıpkın gibi onların sinelerine saplanır ve bu acıların dinmesi adına sürekli alternatif çözümler ararlar. Gayret-i diniyesi olmayan bir kimsede dinî heyecan da o nispette olur. Dini hisleri tamamen dumura uğramış durgun ve ölgün insanlarla da iman ve Kur’ân hizmeti yapılması çok zordur. Âlem-i İslâm’ın derdiyle bir gece olsun uykusu kaçmayan, insanlığın derdiyle dertlenmeyen, ellerini Allah’a açtığı zaman ümmet-i Muhammed adına dua etmeyen insanların dinleri adına bir şey ortaya koymaları çok zordur.

Bununla birlikte bir kişi, “Ne pahasına olursa olsun ben kendi değerlerimi başkalarına ulaştıracağım.” diyerek yola çıkar, ancak başkalarının hissiyatlarını, düşüncelerini ve inançlarını hesaba katmaz, günün şartlarını ve konjonktürü göz önünde bulundurmaz, sağını solunu yıkarak yol alırsa, işte bunun adı gayret-i diniye değil hasarete sebep olan hırs olur. Hırsla hareket edenler hâl-i hazırdaki duruma aykırı hareket edebilir, realitelerle çatışabilir ve farkına varmadan yılanları, çıyanları harekete geçirebilirler. Bu yüzden de genellikle maksatlarının aksiyle tokat yerler.

Bununla birlikte dinleri adına gayretli olan insanların asırlardan beri teraküm eden problemlerin bir hamlede, bir nefhada çözülemeyeceğinin farkında olmaları, ve bu sebeple, onların teenni, basiret ve firasetle hareket etmeleri çok önem arz eder. Zira Cenab-ı Hak, enbiya-yı izama dahi böyle bir lütufta bulunmamıştır. Dolayısıyla i’lâ-i kelimetullah yolunda bile hırsla meselenin üzerine gitme, gayretlerinin neticesini hemen görmek isteme, Allah’ın razı olmadığı davranışlardır. Bu konuda hırs gösteren kimse Allah tarafından tedip görebilir. Bize düşen vazife; ölçülü, dengeli, hikmet boyutlu ve sünnet-i seniyye çizgisinde tebliğ ve irşattır, hidayet Allah’ın elindedir.

Hülâsa-i kelâm, herkesin hakikati bulması, sırat-ı müstakime ulaşması adına niyetler ve hedefler hep yüksek tutulmalı ve bunların gerçekleştirilmesi adına ciddi bir azim ve kararlılık gösterilmelidir. Böyle bir davranış sergilendiğinde, neticeye ulaşılamasa bile, niyet ve gayretlerin sevabı alınır. Allah Teâlâ, bu konuda bile hırs göstermeye razı gelmediği için, çok dikkat edilmeli, kişisel istekler dinin hedeflerine karıştırılmamalıdır.

Bazı kimselerin küfür ve şirk bataklığında yüzmelerini aklımız almayabilir; ilahî tasarruf karşısında zaman zaman hayret ve dehşet yaşayabiliriz. Bütün bunlara rağmen, elimizden geleni son noktasına kadar yaptıktan sonra ilahî takdiri rızayla karşılamalı, irademizin hakkını vererek sabretmeliyiz. Aksi takdirde takatimizi aşan şeylere talip olabilir, alan ihlâli yapabilir, haddimizi aşabilir ve Allah’a karşı saygısızlığa girebiliriz.

***

Not: Bu yazı, 21 Temmuz 2007 tarihinde yapılan sohbetten hazırlanmıştır.