Temsilin Gücü

Temsilin Gücü

İnsanın inandığı değerleri yaşamasına, söyleyip anlattığı şeyleri bizzat kendisinin yapmasına temsil diyoruz. Temsil, enbiya-i izâmın önemli vasıflarından biridir. Peygamberler, Allah’tan aldıkları vahyi insanlara tebliğ ettikleri gibi, kendi hayatlarında da onu en güzel şekilde temsil etmişlerdir. İnsanlara Allah’a kulluğu öğrettikleri gibi, ibadet ü taat adına ne varsa bunları kendi hayatlarında da milimi milimine yaşamışlardır. Onların getirdikleri dinin, toplumları tarafından kabul görmesinde, tebliğin yanında temsilin de çok önemli bir rolü olmuştur. Hatta bu anlamda onların temsillerinin tebliğlerinin önünde olduğu bile söylenebilir. Zira temsil, tebliğin hedefine ulaşmasının en önemli vesilesidir. Dolayısıyla peygamber yolunun yolcuları da inandıkları değerlerin, muhataplarınca hüsn-ü kabul görmesini arzu ediyorlarsa öncelikle onları kendi hayatlarında temsil etmeleri gerekir.

Mü’minin temsili her zaman tebliğinin önünde olmak zorundadır. Dediğinin iki, üç mislini pratik hayatında yaşamalıdır. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) insanlara teklif buyurduğu mükellefiyetlerin belki on katını kendi hayatında yaşıyordu. Bu yüzden çevresine güven vaad ediyor ve söylediği sözler vicdanlarda mâkes buluyordu. Firdevsî gibi belâgatli, Câmî gibi talâkatli, Mevlana gibi içten hutbeler de irad etseniz, temsildeki güç kadar çevrenizde inandırıcı olamazsınız.  Kur’ân, “Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz!” (Saff sûresi, 61/2) şeklindeki fermanıyla mü’minlere önemli bir ikazda bulunur. Aslında bunun anlamı, “Yapmadığınız şeyleri söylemeyin” demek değildir. Bilakis, “Madem söylüyorsunuz, o hâlde onları pratik hayatta da yaşayın, uygulayın.” demektir.

Görüldüğünde Allah’ı Hatırlatan Temsil Kahramanları

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde mü’minin görüldüğünde Allah’ı hatırlatan kişi olduğunu ifade buyurmuştur. İşte bir insanın kulluğunu değerlendirirken esas alabileceğimiz müthiş bir ölçü! Mü’min, oturuşuyla kalkışıyla, kalbiyle kalıbıyla, içiyle dışıyla, kısacası her hâliyle inandığı hakikatleri öyle yaşamalı ve öyle temsil etmelidir ki onu görenler Allah’ı hatırlasın. Günümüzde tekvinî emirleri okuyan, bilimlerde ilerleyen, malumat sahibi insan çok olsa da inandıklarını hakkıyla yaşayan insan sayısı çok azdır. İnsanlar bu konuda çok az örnekle karşılaşıyorlar. Müslüman görünen kimseler inandıklarını hayata taşımıyorlar. Oysaki asıl mesele temsildir, örnek olabilmektir.

Çok mükemmel felsefî sistemler ortaya koyabilirsiniz. Edebî metinler telif edebilirsiniz. Farklı bilimlere dair eserler kaleme alabilirsiniz. Belagatli konuşmalar yapabilirsiniz. Ütopyalar yazabilirsiniz. Fakat kaleminizden veya ağzınızdan dökülen sözleri yaşamadığınız sürece gönüllere giremez, müessir olamazsınız. Nitekim şimdiye kadar nice ütopyalar ortaya konulmuştur. Nice süslü laflar edilmiş, nice felsefeler geliştirilmiş fakat bunlara göre kurulan bir dünya olmamıştır. Ama İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği ilâhî mesaj ütopyalarda anlatılanların çok ötesinde bir örnek ortaya koymuş ve günümüze kadar etkisini devam ettirmiştir. Kendini uzaklığa ve nihayet yokluğa salmış günümüzün ölü ruhlarında bile hâlâ canlılığını hissettiriyor. Çünkü O, üsve-i hasene idi, her yönüyle örnek bir insandı.

İmrendirici Olma

Bizim beş asırlık, bir manada sekiz asırlık kaybımıza sebep olan şey, temsil gücünün zayıflamasıdır. Gerçi Osmanlı ve Selçuklunun bidayetlerinde veya Eyyubilerde, Zengilerde, İlhanlılarda ara sıra güçlü temsil erleri yetişmiştir. Fakat bunlar uzun soluklu olmamıştır. Zamanla temsilde bir gerileme ve bir çöküş başlamış ve nihayetinde biz de kendi enkazımızın altında kalıp ezilmişiz. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle birer mezar-ı müteharrik hâline gelmişiz. Dolayısıyla tesir de kaybolmuş. İşte bu noktada bize düşen vazife, Müslümanlığı dolu dolu, tavizsiz ve göz alıcı bir şekilde yaşamak suretiyle onu yeniden canlandırmaktır.

Müslümanlığımızdan utanmamalıyız. Ne namazımızda ne niyazımızda ne düşünce tarzımızda ne de inançlarımızda utanılacak bir şey yoktur. Başkalarıyla diyalog içinde olmamız, el sıkışmamız, aynı sofraya oturmamız bizim temsilimize zarar vermemeli. Dinimizin güzelliklerini önce tabiatımıza mâl etmeli, varsa eksiğimiz gediğimiz bunları gidermeli, sonra da sahip olduğumuz bu değerleri her ortamda temsil edebilmeliyiz. İşte o zaman inandırıcı olur ve muhataplarımıza güven veririz. Şunu unutmamalıyız ki sağlam inanan ve inançlarını da kâmil olarak pratikte yaşayabilen bir düzine temsil kahramanı, ağzı iyi laf yapan bin hatipten, eli kalem tutan bin edipten daha tesirli olacaktır.

Başkalarına benzemek suretiyle onlara şirin görüneceğimizi ve kendimizi onlara sevdireceğimizi düşünüyorsak yanılıyoruz. Bu düşünceyle hareket edenler maksatlarının aksiyle tokat yerler. Başkalarına imrenmeyi bırakıp kendi yaşantımızla imrendirici olabilmeliyiz. Eğer bir şeye özeneceksek bu başkaları olmamalı, kendi değerlerimiz olmalı. Kendimiz olma ve kendimiz olarak kalabilme mevzuunda kararlı olmalıyız. Bunu başarabilirsek, kendi değerlerimizi hakkıyla temsil edebilirsek ve bağışıklık sistemimiz güçlü olursa başkalarıyla temasa geçmekten de endişe etmemize gerek yoktur. Zira bu takdirde Allah’ın izniyle herhangi bir kaybımız olmayacaktır. Bu konuda korkusu olanlar kapılarını pencerelerini sonuna kadar kapayabilir ve kendilerini bir darlığa veya havasızlığa mahkûm edebilirler. Fakat biz Allah’ın önümüze açtığı genişliği niye daraltalım ki!

Temsilde İhlas ve Samimiyet

Evet, inandığımız değerlerin gönüllerde mâkes bulmasını istiyorsak onları hakkıyla temsil edebilmeli, onların davranışlarımızda temessül etmesini sağlamalıyız. Fakat burada bile işin içine sunilik ve tekellüf (zorlama ve yapmacık tavırlar) girmemeli. İyi yanlarımızı başkalarına gösterme niyetiyle yola çıkarsak temsilin tesiri kırılır. Başkalarına karşı iyi bir görüntü arz etme maksadıyla ortaya konulan tavır ve davranışların içine riya ve süm’a girebileceği için ihlâs kırılmış olur. Temsilde esas olan, kendimizi ifade etme gibi zaafların işin içine girmemesi, eğer bize ait bir kısım güzellikler varsa bunların, fıtri ve samimi olarak hâl ve hareketlerimizden dökülmesidir.

Bazı durumlarda işin içine kast ve irade girince ihlasın ruhunu söndürür. Mesela tevazu ve mahviyet, güzel ahlâka dair bir mü’minin sahip olması gereken en önemli hasletlerdendir. Fakat burada önemli olan, tevazuun tabiata mâl olması ve hayatın tabiî seyri içinde onun tavır ve davranışlara yansımasıdır. Böyle bir kişinin mütevazı olmak veya görünmek için özel bir gayret göstermesine gerek yoktur. İçinde var olan bu duygu zaten kendiliğinden onun hâl ve hareketlerine yansıyacaktır. Yoksa tevazua niyet tevazuu mahveder. Tavır ve davranışlarınızın içine azıcık irade karışırsa işin ruhu ölür. Güzel ahlâka dair diğer hasletleri de buna kıyas edebilirsiniz. Asıl olan, bunların ruha sindirilmesi ve içimizin sesi haline getirilmesidir. İşte bu durumda hiç tanımadığınız insanlar bile sizinle karşılaştıklarında tesirinizde kalırlar.

İnsan inandığı hakikatleri öyle içine sindirmeli, tabiatının gerçek rengi ve deseni hâline getirmelidir ki her zaman aynı yolda yürümeli, aynı tepkileri vermelidir. Onun tavır ve davranışlarında zikzak olmamalıdır. Siz farkında olsanız da olmasanız da çevrenizdeki insanlar tarafından hayat boyu test edilirsiniz. İnsanlar uzun süre sizin hâl ve hareketlerinizi izler ve buna göre sizi bir yere koyarlar. Düşünün ki Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) güvenilir bir insan olduğuna müşrikler bile şahadet etmişlerdi. Çünkü onlar, kırk yaşına kadar üzerine mercek tuttukları Nebiyy-i Ekrem’in herhangi bir hilâf-ı vâki beyanına şahit olmamış, yanlış bir davranışını görmemişlerdi. Allah Resûlü’nün mükemmel temsili, nice taştan kayadan yürekleri eritmiş, nice katı kalbleri yumuşatmış, nice mütemerritleri dize getirmişti.

İşte günümüzün tebliğ ve irşad erleri de inandıkları değerleri hayatlarına taşıma noktasında ölesiye gayret sarf etmeli, birer istikamet âbidesi, birer iffet ve ismet kahramanı olarak yaşamalıdırlar. Çünkü böyle bir kıvama eren kimseler çevrelerinde güven ve itminan hâsıl ederler. Onların sözlerine kulak verilir. Onları gören kimseler, “Bu kişilerin arkasından gidilir.” derler. Günümüzde İslâm’ın yarım yamalak temsil edildiği durumlarda bile onun muhataplar nazarında nasıl bir tesir uyardığını görüyoruz. O, hakkıyla temsil edilebilse kim bilir gönüller nasıl fethedilecektir. Yalandan, riya ve gösterişten, iki yüzlü tavırlardan sıyrılabilsek, onları hayal ve tasavvurlarımızdan bile kovsak ve dosdoğru bir hayat yaşayabilsek, Nasr sûresinde beyan edilen müjde bütün ihtişamıyla zuhur edecektir.

  • https://s1.wohooo.net/proxy/herkulfo/stream
  • Herkul Radyo