Mazluma Arka Çıkmak

Mazluma Arka Çıkmak

Müslümanlar, çağımıza gelinceye kadar, İslâm’ı kendine ait değerleri ve derinliğiyle kavrama ve yaşama adına bu ölçüde bir gurbet yaşamamışlardı. Hiçbir zaman günümüzde olduğu ölçüde sürü hâline gelmemiş, bir kısım gafillerin, zalimlerin, eşrârın arkasından hesapsızca sürüklenmemişlerdi. Aksine varlıklarını, birliklerini, topraklarını, dinlerini ve sahip oldukları değerleri koruma uğruna daha bir şuurlu hareket etmişlerdi. Mesela Haçlı seferlerinin yapıldığı, Devlet-i Âliye’nin parçalandığı, düşmanla yaka paça olunduğu, memleket toprakları yabancılar tarafından işgal edildiği dönemlerde bile Müslümanlar kendi duygu ve düşünceleri açısından sapmaya maruz kalmamış, sarsıntı yaşamamışlardı. İman ve ümitleri sağlamdı. Kendi değerlerine ölesiye bağlılık içindeydiler. Ahsen-i takvime mazhariyetin hakkını vermeye çalışıyorlardı. Hayatlarında Kur’ân ve Sünnet’i ölçü olarak alıyor, her şeylerini bu iki kaynağa vuruyor, onların mizanıyla tartıyor, doğruyu da eğriyi de onlarla tespit ediyorlardı. Böylece dost ve düşmanı birbirinden ayırt edebiliyor, şartlar ne olursa olsun düşmana bile insanca davranmasını biliyorlardı. Maruz kaldıkları felaketler onları sırat-ı müstakimden ayırmıyordu. Enbiyanın, sadıkların, şehitlerin, salihlerin izlerini takip etmeye, onların yürüdükleri şehrahtan yürümeye çalışıyorlardı.

İçinde bulunduğumuz çağ ise bir tali’sizler çağıdır. İnsanların duygu ve düşünce itibarıyla darmadağınık olduğu bir çağ. Kur’ân’ın aydınlık atmosferinden uzaklaşanların her biri ayrı bir vadide geziyor. Gerçek imandan mahrumiyet yaşayan kimseler gerçek insanlıktan da mahrum kalmışlar. Buna ahsen-i takvimden ve insanî değerlerden mahrumiyet de denebilir. Bu yüzden değil midir ki gönüllerini makam ve mansıp sevdası kaplamış liderler, sahip oldukları saltanatlarını koruyabilme adına az da olsa kendilerine muarız gördükleri kesimleri yok etmeyi düşünecek kadar vahşi oluyorlar. Bu yüzden değil midir ki niceleri itibarlarını, kalemlerini, kendi insanlık onurlarını üç beş kuruş dünyalık uğruna satıyor ve zalimlere eyvallah çekiyorlar? Bu yüzden değil midir ki niceleri kuru bir tarafgirlik uğruna sürü gibi başkalarının arkasından sürüklenip gidiyorlar?

Böyle bir asırda birileri iradelerinin hakkını vermez, dişini sıkıp sabretmez, durmaları gerektiği yerde durmazsa, din-i mübin-i İslâm emaneti gelecek nesillere selametle aktarılamaz, haramilerin ellerinde siyasete feda edilen bir meta hâline gelir. Farklı bir ifadeyle, dünyanın, kendini cinnet çağlayanına salmış delilerin dünyası hâline geldiği bir çağda, bazıları akıllarını başlarına toplamaz, lillâh, lieclillâh, livechillâh hareket etmezlerse bu gidişat topyekûn insanlık için bir felaket getirebilir ve nihayet günümüzde dünyanın değişik yerlerinde lokal olarak yaşanan felaketler bütün insanlığı pençesine alacak seviyeye ulaşabilir.

Bütün bir dünyanın problemler sarmalı hâline geldiği şu günlerde, sarsılmadan dimdik ayakta durabilmek ve başkalarının da elinden tutabilmek istiyorsak kendi acziyetimizin farkına vararak Kadir-i Mutlak’a dayanmalı, bütün gönlümüzle O’na yönelmeliyiz. Her şeyi O’nda görmeli, O’nda bilmeli, O’nda duymalı, O’nu konuşmalı, O’ndan bahisler açmalı, O’na tahsis-i nazar etmeliyiz. Allah için işlemeli, Allah için başlamalı, Allah için konuşmalı, Allah için dolaşmalı, Allah için vermeli, Allah için almalı, katlanılması gereken şeylere Allah için katlanmalı, gerekirse Allah için ölmeli, yaptığımız her işi O’nun rızasına uygun olarak yapmalıyız. Zira gönlünü O’na veren bir kimse bela-yı dertten âh etmez, ızdıraplar karşısında dişini sıkıp katlanmasını bilir. Bütün gönlüyle O’na teveccüh eden kimse nazar dağınıklığı yaşamaz, dolayısıyla tahlil ve analizlerinde falsolara düşmez. Böyle bir insan görülme, duyulma, bilinme, övülme gibi nefsin dürtülerini elinin tersiyle iter ve bunları bir çeşit ruhî hastalık olarak görür. Allah muhafaza, hastalıklara maruz kalanlar, Allah’a en yakın olması gerektiği yerde O’ndan çok uzaklara savrulabilir.

Günümüzde her köşe başını tutmuş haramiler var. Bunlar, masum insanların malına mülküne musallat oldukları gibi, onların sahip oldukları değerlere de musallat oluyorlar. İnsanların dinlerini, inançlarını özgürce yaşamalarına, anlatmalarına müsaade etmiyorlar. İnsanlık için yapılan hayırlı hizmetlerin, güzel faaliyetlerin önünü kesmeye çalışıyorlar. Keyiflerine göre insanlara zulmediyor, gadrediyorlar. Fitne ve fesatlarıyla aileleri parçalıyor, toplum fertlerini birbirinden koparıyorlar. Kaba kuvvetle, baskı ve şiddetle herkesi sindiriyorlar. Yaşadıkları paranoyadan dolayı her sesten, her sözden, her kıpırdanıştan korkuyor, milyonda bir tehlike sezecek olsalar bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için her tür kötülüğü yapıyorlar.

Bunca kötünün ve kötülüğün olduğu bir dünyada mazlum ve mağdur eksik olmaz. Belli bir dönemde mağdurlara yardım edebilmek için “Kimse yok mu?” diyenlerin seslerine ses vermek için dernekler kuruluyordu. Bu dernekler sayesinde dünyanın neresinde olursa olsun mazlum ve mağdurların imdadına koşuluyordu. Meseleye insana saygı açısından bakılıyor, din, mezhep, meşrep, mezak ayrımı yapılmadan ihtiyaç içinde olanlara el uzatılıyordu. Bazen kurbanlar kestirip dağıtılıyor, yeri geliyor afet bölgelerindeki insanların yardımına koşuluyor, Afrika’daki insanlar için su kuyuları açılıyor, yoksullara gıda yardımında bulunuluyor, kimsesizlere yurt-yuva yapılarak sahip çıkılıyordu. İnsanî mülâhazalarla yapılması gereken her şey yerine getirilmeye çalışılıyordu. Ne yazık ki haset ve kıskançlık duygularına yenik düşmüş zalimler böyle hayır kuruluşlarının da kapısına kilit vurdular ve insanların kendi ihtiyaç ve çaresizlikleri ile baş başa kalmalarına sebep oldular.

Günümüzde dünyanın her yerinde yardım bekleyen insanlar var. Sadece Türkiye’de bile işi-gücü olup ellerinden geldiği kadar yardım faaliyetlerine katılan on binlerce insan mağdur edildi, muhtaç duruma düşürüldü. Kiminin yıllarca alın teriyle kazandığı malları gasp edildi, kimi mesleğinden ihraç edildi, kimi haksız yere hapislere atıldı, kimi bütün birikimini geride bırakıp başka diyarlara göç etmeye zorlandı. Neticede dünya kadar insan yardıma muhtaç hâle getirildi. Şimdi bize düşen vazife, tıpkı Medineli Ensar efendilerimiz gibi hareket ederek bu insanlara destek olmaktır. Kimse Yok mu isim olarak kapanmış olsa da değişik yerlerde onun fonksiyonu devam ettirilebilir. Renk, desen ayrımı gözetmeden bütün mazlum ve mağdurların imdadına koşabilmek için başka ülkelerde benzer müesseseler açılabilir.

Hâlihazırda mevcut imkânlar, mağdurların hepsine yetecek güçte değil. Bu yüzden dünyanın farklı ülkelerinde bulunan fedakâr gönüllerin bu konuda umumî bir seferberlik başlatmaları gerekiyor. Özellikle zamanında farklı diyarlara gitmiş, oralarda iş kurmuş, imkân sahibi olmuş insanların bu yardım seferberliğine iştirak etmeleri ayrı bir önem taşımaktadır. Zira haksız yere zindanlara atılmış, işkencelere maruz kalmış, itibarıyla oynanmış, bütün varlıklarına el konulmuş, en temel insanî haklarından mahrum edilmiş insanlara el uzatmak bizim için en büyük vazife olmalıdır. Nitekim ülkelerinde uğradıkları zulümden kaçanlara gittikleri ülkelerde hiç tanımadıkları insanlar kucak açıyor, hatta bazıları kira almadan evlerinin bir köşesini onlar için tahsis ediyorlar. Onların yaptığı bu civanmertliğin daha fazlası bizim omzumuza düşer. Müslüman, merhamet, şefkat ve mürüvvet insanıdır. Hele iman hizmetine adanmışlar!

Ensar-ı kiram efendilerimiz, muhacirîn-i fiham efendilerimize bağırlarını açmış, evlerinde misafir etmiş, hatta kimileri muhacir kardeşini bağ ve bahçelerine ortak yapmışlardı. Günümüzde bu duyguyu geliştirmek, yardım adına farklı organizasyonlar geliştirmek gerekiyor. Belki en başta arzu ettiğimiz çapta bir organizasyonu kurmak mümkün olmayabilir. Fakat bizler ilk planda bulduğumuz üç dört tane samimi insana hislerimizi ifade eder, mazlumiyet ve mağduriyetleri anlatır ve onlarla bir şey yaparsak, meydana gelecek bu hayır kuşağı zamanla genişleyecektir. Nitekim hizmetin evvelinde de her şey böyle başlamıştı. Beş-on insanla başlayan himmetler, daha sonra binlerce, on binlerce insanın iştirakiyle devam etmiş ve inanmış insanlar bir hayır yarışına girmişlerdi. Neticede Anadolu’nun civanmert insanları dünyanın yüz küsur ülkesinde okullar, eğitim müesseseleri açmışlardı. Ne acıdır ki şu anda bu fedakârlıkları yapan insanlar zalimler tarafından cani ve katillere bile reva görülmeyen muamelelere maruz bırakılıyorlar.

Allah’a öyle itimat ve iman ediyoruz ki O bir gün zalimleri yaptıklarına bin pişman edecektir. Fakat o gün gelene kadar mazlumun, mağdurun, mehcurun, mescunun, muzdarın yanında durmak, sıkıntılarını paylaşmak, onlara destek olmak Allah maiyetine doğru atılmış çok kıymetli bir adımdır. Allah’a yakın olmayı, maiyyetten hissedar olmayı düşünüyorsanız darda olana, zorda kalana el uzatacaksınız. Ben şimdiye kadar dünyada bir tane kulübem bile olsun istemedim. Fakat şu günlerde bazen aklımdan geçiyor ve şöyle diyorum: Keşke biraz mamelekim olsaydı da ben de hiç olmazsa beş-on tane insanın bir senelik ihtiyacını karşılasam ve onları azıcık olsun sevindirebilseydim. Böylece Cenab-ı Hakk’ın huzuruna mahcup olmadan çıkma ümidime saykal vurmuş olurdum.

Türkiye’deki zalimler gasp adına umumî bir ilan-ı harp yaptıklarından dolayı hedefe koydukları insanların nesi varsa hepsine el koydular. Bu idraksiz insanlara karşı bütün idrak aktivitelerimizi canlı tutarak düşmüşün elinden tutup kaldırmamız, açları doyurmamız, ağlayanın ağlamasını dindirmemiz, kapılarına kilit vurulanların kilitlerine anahtar bulmamız, hüzün içinde inleyen insanları sevindirmemiz gerek ve bu bizim için bir vecibedir. Zalimin işini kolaylaştırma vebaline girmeyen, üç beş kuruş dünya menfaati uğruna el etek öpmeyen, gidip özür dilemeyen, zalimden gelecek her tür yardımı elinin tersiyle iten, onlardan bir şey beklemeyen, durması gereken yerde dimdik durabilen babayiğitlere destek olmak, şu dönemde yapılması gereken en önemli vecibelerdendir. Cenab-ı Allah bizleri bu vecibeyi yerine getirebilmeye muvaffak eylesin.

Akıllarını şeytana teslim etmiş idraksizler, eziyetle, zulümle, işkenceyle, baskıyla insanları kendi çizgilerine çekeceklerini zannediyorlar. Oysaki Allah’a ve Resülü’ne iman eden, destek ve yardımı yalnız O’ndan bekleyen, iz’an ve yakin sahibi gerçek mü’minler ağaç kökü yemeye mahkûm olsalar hatta açlarından ölecek dereceye gelseler dahi el etek öpmez, zalime boyun eğmezler. Onlar, sabretmeleri gereken yerde dişlerini sıkar sabreder, bütün zorluklara göğüs germesini bilirler. Nitekim bildiler de. Buna karşılık bizim, zalimler tarafından gadre uğrayan kardeşlerimizi yalnız bırakmamamız, gerekirse sırtımızdaki ceketimizi satıp parasını göndermemiz, kardeşlik hukukunun, îsâr ruhunun gereğidir.

  • https://s1.wohooo.net/proxy/herkulfo/stream
  • Herkul Radyo