İnsan her ne kadar fena âleminde (dünyada) fenaya mahkûm olarak yaratılsa da sahip olduğu mahiyeti itibarıyla o, ebetlere namzet, ebediyeti arzulayan ve ebede doğru yürüyen bir varlıktır. İnsanı diğer canlılardan ayıran temel hususiyetlerden birisi de budur. O, bu yönüyle dar bir hayat çerçevesinde yaşamaya mahkûm bir varlık değildir. Bu açıdan insanın temel vazifesi, kendisini ebedî huzura ulaştıracak yolu takip etmek ve böyle yüksek bir gayeyi elde edebilmek için bir hayat boyu gayret etmektir.
İnsanın biricik gayesi, Allah (celle celaluhu) olmalıdır. Her insan, O’nu sevme, O’nu sevdirme, O’na ulaşma, O’na ulaştırma ve gönüllerde O’na karşı alaka uyarma istikametinde çırpınıp durmalıdır. Zira O, gayeler gayesidir. O’nun dışındaki her varlık O’na vesilelik etmesi cihetiyle değer kazanır. Melaike-i kiramın kıymetleri dahi O’na yakınlıklarından olduğu gibi, enbiya-yı izamın üstünlükleri de O’na yakınlıklarıyla birlikte insanları O’na ulaştırmalarındandır. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bizim nazarımızdaki kıymet ve değeri ölçülemez. Bununla birlikte biz, ona bile doğrudan gaye demiyor, “gaye ölçüsünde bir vesile” diyoruz. Bu bizim inancımızın bir gereğidir. Zira kelime-i tevhidi telaffuz ederken önce asıl gaye olan Cenab-ı Hakk’ın varlık ve birliğini ikrar ediyor, ardından, o gayeye ulaşmada en önemli vesilelerin başında gelen Efendimiz’i zikrediyoruz.
Gözlerini Cenab-ı Hakk’ın rıza ve rıdvanına dikmiş, yüksek bir gaye-i hayale kilitlenmiş insanlar istikamet içinde bir hayat yaşarlar. Onlar, Rabbileriyle olan derin münasebetleri sayesinde, muhalif rüzgârlar karşısında yalpalamaz, yön değiştirmezler. Böyle yüce bir gaye takip etmeyenlerin ise fırtınalar karşısında nereye savrulacakları belli olmaz. Belirli bir rotaları olmadığı için, hiçbir rüzgâr onların hedefe yürümesine yardım edemez. Onlar bir zaman düz yollarda istikamet içinde olsalar da bu çok uzun sürmez; birden nefsani ve şeytani istek ve arzuları peşinde sarp yokuşlara saparlar, perişan olurlar veya derin sulara gömülüp giderler.
Bir kere daha ifade edelim ki inananlar açısından en yüksek gaye, başta Allah’ı tanıma ve tanıtma, sonra da O’nu tanıtanları tanıma ve tanıtmadır; O’nu temsil eden şahsiyetlerin arkasında yer alabilme, onların yolunu yol olarak benimseyebilmedir. Nitekim Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de kendi yoluna ve Hulefa-i Râşidîn efendilerimizin yoluna sımsıkı sarılmamızı, asla bu yoldan ayrılmamamızı tavsiye etmiştir. Gerçek insanlığı insanlığa duyurabilmek ve gönüllerde insan sevgisini yeşertebilmek de Peygamber yolunda yürüyebilmeye, o yolu kâmil manada temsil edenlerin izini takip edebilmeye bağlıdır.
Bizler böyle yüksek bir gaye-i hayale kilitlenebildiysek, yaratılanları Yaratan’dan ötürü severiz. İnsana, Allah’ın ahsen-i takvime mazhar bir sanatı olarak bakar, sırf bundan ötürü ona karşı ayrı bir alaka duyarız. Yine O’ndan ötürüdür ki kalbinde iman meşalesi yananlara daha derin bir sevgi ve saygı duyarız. Henüz O’nu tanıyamamış kimselere ise ruhumuzun ilhamlarını boşaltmak suretiyle O’nu tanıtmaya, sevdirmeye çalışırız. Böylece canlandırmaya matuf yapacağımız hizmetlerle kendi canlılığımızı da devam ettiririz. Etrafa bir ruh, bir hayat nefhetmediğimiz takdirde içimizdeki ruh ve hayatın da söneceğinden korkarız. Bizler bizde olan güzellikleri başkalarıyla paylaştıkça Allah bize daha fazlasını verecektir. Allah’ın lütfettiği varidatı çevremize dağıttığımız ölçüde, başımızdan aşağı sağanak sağanak yağan yeni yeni varidata mazhar oluruz.
Varsın isteyen istediği yolu tutsun, bizim yürüdüğümüz yol işte budur. Biz bu yola “hizmet yolu” diyoruz. İnsanlığa hizmet eden kimselerin nezd-i Ulûhiyette, nezd-i Nebevîde ayrı bir kıymetinin olacağına inanıyoruz. Bunun dışındaki kıymet takdirlerini elimizin tersiyle bir kenara itiyoruz. Zira alkış ve takdire bağlanan hizmetler bizi ileriye değil geriye götürecektir. Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olacaktır. Şeytan bu insanların karşısına çıkaracağı dünyevi dert ve meşguliyetlerle onları yürüdükleri yoldan saptıracaktır. O’na doğru yürüdüğünü zanneden kimseler, tamamen O’nu hedeflemedikleri için, maksatlarına ulaşamayacaklardır. Şeytan, Allah’la meşgul olmayan insanları bâtıl şeylerle, çok basit şeylerle meşgul edecektir. Bu melun varlık, hedefi, gayesi, meşguliyeti Allah olan kimselerin ise semtine bile sokulamayacaktır.
İnsanî duygu ve düşüncenin inşa ve ihya edilmesi, dünyanın sulh u sükûnetinin sağlanması güçle, kuvvetle, silahlarla değil; Allah’ın rızasını hedefleyerek O’nun yolunda yürüyen insanların gönüllere girmesi, akılları ikna etmesi sayesinde gerçekleşecektir. Onların çaba ve gayretleri sayesinde Doğu ile Batı, Güney ile Kuzey kucaklaşacak, farklı bütün renk ve desenler birbiriyle buluşacak, insanlık topyekûn bir arada kardeşçe yaşayabilecektir. Kaba kuvvete başvuranlar, sahip oldukları güce dayanarak insanları sağdan hizaya getirmeye çalışanlar şimdiye kadar hiçbir problemi halledememiş, aksine problemler fasit dairesi oluşturmuşlardır. Bu fasit daire içine girenler salim düşüncelerini kaybetmiş, insanlıklarını yitirmiş, peşi peşine gelen komplikasyonlara yol açmışlardır.
Başta peygamberler ve sonra da onların yolundan yürüyen peygamber takipçileridir ki insanlığa gerçek insan olma dersini vermişlerdir. Onlar, öncelikle bunu hâl dilleriyle temsil etmiş, sonra da yaşadıklarını tebliğ etmişlerdir. İşte bizler de bunun talibi olmalı, her daim Cenab-ı Hakk’ı vird ü zeban edinmeli ve bununla meşguliyetimiz ölçüsünde O’na yaklaşacağımızı, şeytanın hile ve desiselerinden uzak kalacağımızı bilmeliyiz. Günümüzde deformasyon ve dejenerasyona uğramış insanî duygu ve düşüncenin yeniden hayata kavuşturulmasının, bu tür ceht ve gayretler sayesinde olacağını unutmamalıyız. Yoksa birilerinin yaptığı üzere, zorbalıkla, kuru lafla, yalanla, demagojiyle, şiddetle, insanları ayrıştırmakla hiçbir yere varılamaz. Bu tür gayrimeşru ve gayriinsani yollara girenler zamanla şeytanın piyonu hâline gelecek ve inandırıcılıklarını kaybedeceklerdir.
Güven vaat etmek ve inandırıcı olmak istiyorsanız zerre kadar inhiraf etmeden sürekli aynı müstakim çizgi üzerinde yürümeniz, inandığınız değerleri mükemmel bir şekilde temsil etmeniz gerekir. İnsanlar uzun süre sizin nabzını tutar, kalbinizi dinler, bir aritmi olup olmadığına bakarlar. Sizler, başkalarını çağırdığınız marufu en güzel şekilde kendi hayatınızda temsil ediyor, başkalarını uzak tutmaya çalıştığınız münkerden de fersah fersah uzak duruyorsanız işte o zaman size inanırlar. Bir kere daha ifade edelim ki ağzı iyi laf yapan, büyüleyici beyanlar ortaya koyan kimseler değil; dünya karşısında müstağni duran, arzu ve şehvetlerine yenik düşmeyen, cismani ve beşerî garizelerinin esiri olmayan, menfaat ve şöhret beklentisiyle insanlık onurunu ayaklar altına alarak makama mansıba tenezzül etmeyen, iffet ve ismetine toz kondurmayan insanlar inandırıcı olurlar. Nitekim bugüne kadar dünyanın farklı ülkelerine açılan adanmışlar, belli ölçüde çevreleri üzerinde etkili olmuşlarsa, bunun sebebi ne sahip oldukları malumat ve müktesebattır ne de beyan güçleridir; bilakis onların samimane hâl ve temsilleridir.
Kur’ân’ın ifadesiyle herkes kendi karakterinin gereğini sergiler. Bu yüzdendir ki kimi İbn Selül gibi münafıklık yapar; ikiyüzlü tavırlarıyla, yalanlarıyla kitleleri kandırır. Kimi Firavun gibi kendinden başka herkesi hakir görür ve despotluk yapar. Kimi de Ömer Hayyam felsefesiyle heva-i nefsini tatmin arkasında koşar, eğlenmesine bakar. Bu insanlar yürüdükleri yolda Allah’ı gösteren onca işaret olmasına rağmen bunları görmez, görseler de görmezden gelirler. Cenab-ı Hak, Kendisini unutan ve zikrinden yüz çeviren kimselere şeytanı iliştireceğini ve artık onların dostunun şeytan olacağını haber verir. Dolayısıyla rotası Allah olan, pusulası O’nu gösteren kimseleri şeytan da onun dostları da sevmez. Sevmedikleri gibi onları yürüdükleri yoldan çevirmeye çalışırlar. Bu açıdan onlar insî ve cinnî şeytanların kendileriyle meşgul olmasına şaşırmamalı, şeytan ve avenesine rağmen hedefledikleri yolda yürümeye devam etmelidirler.
Biricik hedefi Allah rızası olan, Hz. Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) intisap eden ve i’la-yı kelimetullah peşinde koşan bahtiyar kimseler, şeytan ve avenelerini şirazeden çıkarırlar. Şeytan ve avene-i şeytan, ellerinin ulaştığı her yerde bozgunculuk yapıp fitne çıkaran fesatçılara alkış tutarlar ve ıslah peşinde koşanları asla sevmezler. İftiraktan, cehaletten, fakirlikten nemalanan zorba ve despotların en büyük destekçisi olurken, farklı yol ve yöntemlerle bunları yeryüzünden kaldırmak için mücadele eden insanlara karşı en amansız düşmanlığı yaparlar. Evet, güneşin doğup battığı her yere nam-ı celil-i İlahiyi ve nam-ı celil-i Muhammediyi götürmeye azmetmiş ıslah kahramanlarını gören şeytan şirazeden çıkar ve yeryüzündeki avenelerini onların üzerine salar. Salmıyorsa buna hayret etmek lazım. Zira insanlık için onca güzelliğe vesile olmuş güzel insanlara şeytanın musallat olmaması düşünülemez. İnsanlığın İftihar Tablosu’nu en büyük düşmanı gören şeytanın, O’nun davası üzere gönülleri fethetmeye kendini adamış kimselere karşı lakayt kalmaz. Nitekim son yaşanan hâdiseler de lakayt kalmadığını gösterdi.
Yaşanan zulüm sürecine, bu süreçte atılan yalan ve iftiralara, akla hayale gelmedik zulümlere, farklı farklı saldırı ve hücumlara, türlü türlü ihanetlere baktığımızda şeytanın, insî şeytanların gönlüne girmek, onlara ilham yetiştirmek, ellerine farklı argümanlar vermek ve onları harekete geçirmek için hiç durmadan yirmi dört saat mesai yaptığını anlayabiliriz. Onların amansız saldırıları, sizin doğru yolda yürüdüğünüzün en büyük emaresidir. Gırtlaklarına kadar eracife saplanan, servetlerine servet katma istikametinde yarış yapan, dünyanın kulu kölesi olmuş kimselerin size musallat olması sizin doğru yolda yürüdüğünüzün inandırıcı bir referansıdır. Buna inanıyorsanız şeytana da onun sadık bendelerine de aldırmadan doğru bildiğiniz yolda yürümeye devam etmelisiniz. Yeryüzünde sulh-u umuminin hasıl olması istikametinde bugüne kadar yaptığınız mesaiyi ikiye katlamalı, hızınıza hız katmalısınız. Yürüdüğünüz yolu yeniden bir kere daha Kur’ân ve Sünnet’in ölçüleriyle, selef-i salihinin kıstaslarıyla test etmeli, tavır ve davranışlarınızı vahyin referanslarına göre sürekli gözden geçirmeli, aykırı yanlarınız varsa bunları düzeltmeli ama engellemelere takılmadan, durmadan, duraksamadan gaye-i hayalinize doğru yürümelisiniz.