Cuma Hutbesi: Yeniden Dua Zamanı

Cuma Hutbesi: Yeniden Dua Zamanı
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Share

Paylaş

“Dertlerine derman arayanlar dermanı ondan bekler ve her zaman gönül gözleriyle günebakan çiçekler gibi ona bakar ve onunla muamele içinde bulunurlar.”

Âciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük içinde, “Rahmeti Sonsuz”a yönelip, hâlini ona arz ederek istediklerini ondan istemesinin ayrı bir unvanı sayılan dua, kulun Rabb’ine karşı iman, güven, itimat ve tevhid telâkkisinin bir gereğidir.

Bu mülâhazalar çerçevesinde, Allah’a yönelen kul, sımsıkı havf u reca duygularına kilitlenir; “Başkalarının nazarlarından uzak, gönülden sadece Rabb’ine yalvarır ve gizliden gizliye ona dua eder.” Bu mazmuna bağlılık duada bir esastır ve bu esas ancak Şâri’in açıp genişletmesi ölçüsünde, açıp genişlettiği yerlerde tecviz, hatta teşvik edilebilir.

Allah bize, “Hem endişe içinde hem de ümitlerle dopdolu olarak yalnız ona yalvarın; bilin ki, onun rahmeti, kalbleri ihsan şuuruyla çarpan kimselerle beraberdir” ferman ederek, hem teveccüh edeceğimiz kapıyı gösterir hem de o kapının önünde durmanın âdâbını öğretir.

Aslında, her hâlimizde ona yönelmek, ona el açmak, dert ve elemlerimizi ona şerh etmek hem bir mazhariyet ve ilk mevhibe hem de Hakk’ın cevabî teveccühleri adına atılmış önemli bir ilk adımdır. O, “Kullarım bana isteklerini yöneltirlerse, bilmelidirler ki, ben yakınlardan yakınım; bana dua ile yönelenin duasına icabet ederim” buyurur. Elverir ki, bu iç dökme ve yakarış “Siz, dua ve niyazlarınızı gönülden, hâlisane ve Hak rızasına bağlayarak yapınız” medlûlü çizgisinde icra edilsin. Evet, halk içinde bağırıp çağırarak başkalarına duyurma, gösterme yerine, duyması ve görmesi mânâlar üstü mânâ ifade eden Hz. Allâmü’l-Guyûb’a, hem de tamamen halka kapalı ve ona açık bir hâl ve atmosfer içinde, nefeslerimizi gizlilik ve içtenlikle derinleştirerek arz etmeliyiz ki, ona iç dökmemiz gizliliğin büyüsünü taşısın ve sesimizi-soluğumuzu başka mülâhazaların şerareleri kirletmesin..

Başka her şeye kapanıp, içini sadece ona açan, hâlini ona şikayet eden hep ona yakın durmanın insiyakları içinde bulunur ve onun dergâhından eli boş dönmez. Evet, insan ihtiyaçlarını, onları karşılayabilecek birine açmalı; belâ-yı dertten “âh” edecekse derde derman bir hekimin yanında inlemeli.

Kul, efendisine arzuhâlde bulunacaksa, ağyâra bütün bütün kapanarak, aklıyla, şuuruyla, hissiyle hep ona açık durmalıdır; durmalı, sesini sözünü ona göre ayarlamalı ve kendine yakınlardan daha yakın birinin huzurunda iç çektiğini düşünerek nağmelerinden ses ihtizazlarına, tavırlarından mimiklerine kadar her hâliyle bir temkin örneği sergilemelidir.

Kime el açtığının farkında olan bir sadık kul, düşünce ve dualarını niyeti ve içtenliğiyle sık sık kalibrasyondan geçirir; ifade ve hislerini her türlü şerareden arı duru tutmaya çalışır ve duymasını istediğinden başkalarının duymalarına karşı âdeta dilsiz kesilir. Yer ve zamana göre kendi sesini ve kendi sözlerini kendinden bile kıskanır.

Bir kulun, dua ve niyazlarını hâlinin saffetine bağlamasının yanında, nabızlarının “Allah Allah” diye attığı dakika ve saniyeleri kollaması; mübarek gün ve geceleri ilâhî mevhibelere açık kutlu vakitler sayarak dolu dolu yaşaması ve bilhassa, Hak rahmeti sağanaklarının nüzûl emare ve işaretleri sayılan namaz saatlerini, iftar zamanlarını, secde ve rüku hâllerini santim zayi etmeden değerlendirmesi; sonra, arzu ettikleri olmuş olmamış, şartlar aleyhine dönmüş veya lehinde cereyan etmiş, ciddî bir vefa hissiyle ara vermeden yaptıklarını devam ettirmesi hem duanın kabulü için bir esas hem de sadakat ve samimiyetin gereğidir.

Hakk’a inanan bir insan için, yaz gününü kar bastırmış, baharı hazan vurmuş, gündüzler kör kabirler gibi kararmış, her tarafı çeşit çeşit karakura basmış hiçbir önemi yoktur. Allah, “Siz, muztar kalıp ıztırar diliyle dua ettiğinizde, sizi kara ve denizlerin karanlıklarından kurtaran kim?!” diyerek kendini, gücünün her şeyi ihatasını hatırlattıktan sonra ne önemi var, zalâm zalâm üstüne dört bir yanın kararmasının. Ne önemi var, “Kudreti Sonsuz”; “Çaresiz kalıp da ona yalvaranın duasını kabul ederek sıkıntılarını gideren Allah’tan başka kimdir?” deyip mevcudiyetini vicdanlarımıza duyurduktan sonra!

Dua, Hakk’ın tükenmez hazinelerinin sırlı bir anahtarı; fakir, yoksul ve kalbi kırıkların istinatgâhı ve ıztırarla kıvranıp duranların da en emin sığınağıdır. Bu sığınağa adım atan, o sihirli anahtarı elde etmiş sayılır; onun vesayetine dehalet eden fakir, miskin, âciz ve muhtaçlar da umduklarını elde etmiş olurlar.

Gök ehlince elden ele dolaşan dua, bir muztarrın tavır ve davranışlarıyla sergilediği hâl duasıdır. Sıkışmış, canı gırtlağına gelmiş bir perişan ve muzdariptir ki, Allah’a yönelip düşünürken, içini ona dökerken, ne deyip ne ettiğinin, nerede durup ne istediğinin farkındadır. Böyle birinin duasıyla, gözleri kurumuş sema beklenmedik şekilde salar gözyaşlarını ve ağlamaya durur. Çevreyi tehdit eden hortumlar yol değiştirir, her şeyi alabora eden dalgalar diner ve selâmet ufku görünür. Kırılan faylar sürpriz kararlara teslim olur ve faylardan boşalan gazlar atmosfer içinde eriyip gider. Böyle bir duanın meydana getirdiği meltemle arz dirilir, feza aydınlanır. Sîneler inşirahla atmaya başlar; otlar, ağaçlar semâa kalkar; güller, çiçekler etrafa tebessümler yağdırmaya durur. Dua, sebepler üstü kutsal bir talebin “Yüceler Yücesi”ne arzı ve Hakk’ın gizli-açık her şeye nigehbân bulunmasına iz’anın da bir unvanıdır. İnsanlar, cinler ve melekler bilhassa iktidar ve ihtiyarlarını aşan bütün konularda -sebepler dairesinde esbâba riayet mülâhazası mahfuz- ellerini ona açar, içlerini ona döker, nâçâr kaldıkları yerde “çare” der inler, dertlerine derman arayanlar da dermanı ondan bekler ve her zaman gönül gözleriyle günebakan çiçekleri gibi ona bakar ve onunla muamele içinde bulunurlar.

Ey çaresizler çaresi! Sebeplerin sukut ettiği, içtimaî ahvalin boz bulanık bir hâl aldığı, her yanda zalimlerin “hayhuy”unun duyulduğu, yığınların çaresizlikle kâh sağa, kâh sola toslayıp durduğu şu karanlık günlerde, zulmet zulmet içinde kıvrananlara nezdinden bir ışık gönder. Sonsuz kudretinle bütün zulüm ve haksızlık ateşlerine bir su serp. Şeytanın ocaklarını söndür ve iblislerin boyunlarına çözemeyecekleri tasmalar geçir. Ufuklarımızdaki ilham esintileri bir yere takıldı, gönüllerimizde heyecanlar söndü, dillerimizde bir kekemelik var; rahmet ilinden bize dirilten bir meltem gönder. Hakkındaki recâ ve hüsn-ü zannımızı rahmetinin serhaddine ulaştır ve bizi o ufkun ümitli dilencileri kabul ederek gönüllerimizi imanî heyecanla şahlandır ve dillerimizdeki bağları çöz; çöz ki hâlimizi arz ederken yeni bir günah işlemeyelim.

Mücrimiz, düşkünüz, derbederiz. Ve yakın tarihimiz itibarıyla hiç bu kadar dağılmamış, bu kadar zaafa düşmemiş, bu kadar senden uzak kalmamış; sürekli “Sen, sen…” diyenler dahil asla bu ölçüde sensizlik yaşamamıştık.

Ey talihsizlerin sığınağı, ey âcizlerin güç kaynağı, ey dertlilerin tabibi ve ey yolda kalmışların hâdîsi ve yol göstereni! Bir kere daha sana dehalet ediyor ve içimizi son bir kez daha sana döküyoruz. Boş şeylerin arkasından koşup durduk; olmayacak hülyalara gönül bağladık. Ümit ettiklerimiz yüzümüze bakmadı ve bel bağladıklarımız asla bizi umursamadı. Bugüne kadar senden başka sesimizi duyan, başımızı okşayan olmadı. Duygularımızla alay edildi; düşüncelerimiz cürüm sayıldı. Her yanda kundaklamalar yaşandı, her tarafta fitne ateşleri körüklendi, yananlar ocaklar gibi yandı ve yapılanlar ismet-i dine dayandı.

Şu anda duygularımız derbeder, davranışlarımız ahenksiz, ruhlarımız kirli, ayaklarımız titrek, ellerimiz mefluç, çoğumuz itibarıyla ümitlerimiz sarsık, havalar boz bulanık, mağripler hicranla tül tül, maşrıklar lütfuna kalmış… İşte böyle bir dağınıklık içinde sana geldik. Böyle gelenlerin ilki değiliz, sonuncusu da olmayacağız. Rahmetin, bu garip pişmanların ümit kapısı, bizler de bu kapının önündeki liyakatsiz dilenciler. Şimdiye kadar gelip senin kapında ihtiyaç izhar edenlerden boş dönen hiç olmamış; hiçbir kaçkın ve pişman da o kapıdan kovulmamıştır. O kapı senin kapın, onun başkalarından farkı da her gelene affındır. Bizi hilm ü silminle güçlendir. Zalimlere de varlığını duyur.

Ey her duada bulunana icabet eden ululuk tahtının sultanı! Şu anda binler, yüz binler senin karşında divan durarak ellerimizi sana açıyor ve külliyet kesbetmiş niyaz edalı soluklarımızla, kullarına her zaman açık bulunan, hiç olmazsa aralık duran rahmet desenli kapının tokmağına inleyerek dokunuyor ve “Biz geldik…” diyoruz. Herkesi ve her şeyi görüp gözettiğine, her sese ve herkese merhamet ettiğine gönülden inanarak kaçkınlığımızı muvakkat dahi olsa görmüyor, günahlarımızı af çağlayanların içinde tasavvur ediyor, karıştırdığımız haltlara değil, senin afv u safhına bakıyor ve ümitlerimizi ona bağlıyoruz; bağlıyor ve sen varsan -ki aslında kendinden var olan sadece sensin- bizim terk edilmemiz söz konusu olamaz. Enîsimiz sen isen, çevrenin vahşetinden bize ne! Her yanda şeytan ve avenesi içten içe homurdanıp duruyorlarmış, sen bizimle olduktan sonra ne ifade eder ki! Sen her şeyin biricik hâkimisin ve hükmünü engelleyecek bir güç de yoktur. Sen saltanat dairen içinde en küçük şeyleri görür, en cılız sesleri işitir, hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi cevapsız bırakmazsın.

Şimdi biz de, bize verdiğin isteme duygusu ve istenenleri vereceğin inancıyla rahmetinin vüs’ati genişliğindeki kapına dayanıyor, son bir kere daha hâlimizi arz etmek istiyoruz. Hâlimiz sana ayan, söyleyeceklerimiz bildiklerinin bir kısmını beyan. Beklediğimiz asırlardan beri bizi kıvrım kıvrım kıvrandıran dertlerimize derman. İcabet buyur ey Rahîm-ü Rahmân!

***

Not: Bu hafta mescidimizde okunan Cuma Hutbesi, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin Kırık Testi kitabından “Yeniden Dua Zamanı” başlıklı makalesidir.