Geçen hafta bir vefat haberi dolayısıyla çok üzüldük, hatta ağladık. Teyzemin oğlu, Furkan, benden bir buçuk yaş küçüktü. Bir süredir hastaydı, hastanede de yatmıştı; birden rahatsızlığı arttı, sonunda da bize kötü haberi geldi.
İki hafta önce okuduğum hikayenin ardından erken yaşta gelen bu ölüm haberi, hikayelerin aslında hayatımıza ayna tuttuğu, içlerinde muhakkak bizden bir parça taşıdığı fikrini uyandırdı bende. Hafta sonu olduğu, ödevlerimi de bitirdiğim için annemler beni de götürdüler teyzemlerin yaşadığı şehre. Bize dört saatlik uzaklıkta oturuyorlardı. Oraya gittiğimizde herkesi çok üzgün gördüm. Teyzemlerle bayramlarda ve yaz tatillerinde görüşürdük. Geçtiğimiz yaz tatilinde üç dört aile yaylaya çıkmıştık. Kendimizce değişik oyunlar bulmaya çalışırdık. Oyunlar genellikle koşmaya, güce bağlı olur ya, bazen de aklımızı, düşünme kabiliyetimizi geliştirmek için, etrafımızdaki her şeyi seyredip inceleyerek onlar üzerinde düşünme yarışması yapardık. En ilginç fikri bulan, çevremizdekiler arasında bağlantı kurup en güzel sonuca varan kişi, diğerlerine ne isterse yaptırabiliyordu. Annem tefekkür diyor bu oyuna.
Bir keresinde yine tefekkür oyununu oynarken çevremizde ağaçlar, böcekler, kuşlar vardı. Bir çalılığın yakınında da ölü bir yılan görmüştük. Böyle bir ortamdaki oyunumuzun sonunda Furkan düşüncelerini anlatırken;
“Ya biz de bu yılan gibi hep yerde sürünseydik, hiç ayağa kalkamasaydık veya şu ağaç gibi dimdik dursaydık da hiçbir yerimizi bükemeseydik, hareket edemeseydik? Geçende bizim caminin imamı, “Namaz Allah’ın verdiği nimetleri farkedip insanın Allah’a daha güzel şükretmesini sağlar” demişti. Onu şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Namazda ayakta dururken ağaçları, eğilip rükuya ve secdeye gidince de yerde sürünenleri, hareket ederken de kımıldayamayan felçli insanları hatırlayabilir ve böylece sıradan gibi görünen hareketleri yapabilmenin bile ne kadar büyük bir hediye olduğunu düşünerek Allah’a teşekkür edebiliriz.” dedi.
Hepimiz farklı şeyler söylemiştik ama oyunu kazanan Furkan olmuş ve diğer dört kişiye bulaşıkları yıkattırmıştı. Kaç saat mutfaktan çıkamamıştık. Bu oyuna en çok annelerimiz sevinmişti. Biraz ağır cezalar verse de yine de çok güzel bir arkadaştı Furkan. İlk defa bir cenaze namazı kıldım. Sonra mezarlığa gittim. Ölümü hiç bu kadar yakından hissetmemiştim. Dikkat etmeden yaptığım hatalarıma mı, teyzemlerimin yaslı haline mi, yoksa Furkan’dan ayrıldığıma mı üzüleyim bilemedim; hâlâ çok farklı duygular içerisindeyim. Allah’tan ahiret var da sevdiklerimizle orada buluşabileceğiz. Yoksa insan nasıl katlanır böyle ayrılıklara?
Aynı günün akşamı eve dönmemiz gerekiyordu. En son otobüs akşam namazı vaktinden önceydi. Abdestlerimizi alıp evden çıktık ve kısa bir süre sonra da otobüsümüze bindik. Henüz bir saat geçmişti ki hava iyice karardı. Babam muavine ne zaman mola vereceklerini sordu. O da, mola yerine varmamıza daha bir saatlik yol olduğunu söyledi. Babam akşam namazının çıkmasına çok az vakit kaldığından bir benzincide on dakikalığına durmalarını istedi. Muavin abi de şoför amcaya haber verdi. Fakat, o bu isteğimizi kabul etmedi. Babam çok sinirlendi, namaz vaktinin geçeceğini bir kere daha hatırlattı. Muavin de “Kaza edersiniz abi!” deyince babam dayanamadı: “Çocuğun tuvalete gitmesi lazım desem mecburen dururdunuz. Ama bize yalan yakışmaz. İlk benzincide durun, biz ineceğiz!..” dedi. Bir türlü anlam veremiyordum. Benzincide nasıl otobüs bulacaktık, hem yolculuğumuz bitince namazımızı kaza etsek ne olurdu ki? Anneme sordum; o da;
“Eve gidince hatırlat da bu konuda konuşalım.” dedi. Gerçekten de otobüsten indik, abdest aldık, uygun bir yerde namazımızı kıldık. Babamın neşesi yerine gelmişti. Bana en güzelinden birkaç tane çikolata bile aldı. Ben “Eve nasıl döneceğiz baba?” diye sorunca;
“Namaz vazifemizi yerine getirdik ya gerisi kolay; elbet Allah bize bir yol gösterir!” dedi.
Babamın namazına çok düşkün olduğunu bilirdim de namaz kılmak için otobüsten ineceğini tahmin etmezdim. Fakat, aradan beş dakika bile geçmemişti ki, babamın bir arkadaşı minibüsüne benzin almak için bizim olduğumuz yerde durdu. Babamla kucaklaştılar, biraz hasret giderdiler. Babam durumumuzu anlatınca, o amca da bizim şehre gittiğini, arabasının boş olduğunu ve yol arkadaşı olmamızın kendisini çok sevindireceğini söyledi. Allah, babamı yalancı çıkarmamıştı. Minibüsün içinde televizyon bile vardı. Film seyrede seyrede yolculuk yaptık. Bir aralık, bizim indiğimiz otobüsün yolda ufak bir kaza yapmış olduğunu ve yolcuların ortada kaldığını da gördük. İnsan üzülsün mü sevinsin mi bilemiyor!..
Eve vardığımızda saat epey geç olmuştu, yatsı namazlarımızı kılıp yatağa giderken zihnim ertesi gün babama soracağım konularla doluydu.
Pazar sabahları kahvaltımız çok güzel oluyordu. Fakat, bu seferki biraz buruktu. Furkan bir türlü aklımızdan çıkmıyordu. Bir ara babama yolculuğumuzla ilgili kafama takılan bazı mevzuları ne zaman konuşabileceğimizi sordum. Saat 9’da oturma odasında buluşmak üzere sözleştik. Hep dakiktir zaten babam. Ne zaman, ne için söz vermişse muhakkak tam vaktinde yerine getirir. Bu sefer de öyle olmuştu. Oturur oturmaz sorularıma başladım;
“Babacığım, geçende annemle birlikte ibadetlerin ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştiniz ama dün namaz için otobüsten inmemiz şart mıydı? Neden eve gelip kaza etmedik akşam namazımızı? Biz eğlenmiyorduk ki, yolculuktaydık. Bir de böyle zamanlarda da kaza edemeyeceksek, ne zaman kaza edeceğiz?” Ben ard arda sorularımı sıralayınca babam dayanamadı;
“Kızgın tenceredeki patlayan mısır gibisin oğlum. Peşpeşe sordun sorularını. Bilseydim kalem kağıtla gelir, tek tek not alırdım söylediklerini. Ben bunların hepsini nasıl aklımda tutayım? Cevaplamayı unuttuğum sorun olursa mutlaka hatırlat olur mu?”
“Hangisiyle başlayacağımı bilemedim, hepsini toptan sorayım dedim, nasılsa sen önemli olanı bilirsin.” Babam besmele çekip başladı konuşmaya;
“Namazı kaza etmek ne demek oğlum?”
“Vaktinde kılınmayan namazı daha sonra kılmak, telafi etmek demektir.” Babamın yüzünde üzgün bir ifade beliriverdi;
“Gerçekten telafi edilmiş olur mu sence oğlum? Düşün bir kere; birkaç gün okula gitmesen ve sonra da Cumartesi, Pazar günleri gidip boş sınıfta otursan kaçırdığın derslerini telafi etmiş olur musun? Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifinde “İkindi namazını kaçıran bir kişi bir afette bütün çoluk çocuğunu kaybetmiş gibidir.” buyuruyor. Namazın asıl kıymetini anlamış olanlar bir vakit namazlarının kazaya kalmasından bile ciddi ürpermişlerdir. Onlardan birisi olan Arvasi hazretleri “Bir vakit namazımı kaybetmektense dünyaları kaybetmeyi tercih ederim” demiştir. Son zamanlarda nedense namaz konusunda bir vurdumduymazlık var. Namaz sanki önemsiz bir ibadetmiş ve yapılsa da yapılmasa da olurmuş gibi bakıyor bazı insanlar. Halbuki bir mü’min için imandan sonraki en önemli vazife namazdır. Bir insanın Allah katındaki büyüklüğü namazıyla ölçülür. Her eksik namaz, müslümanın müslümanlığında bir gedik açıyor demektir. Bunu böylece bilmek ve buna inanmak lazım. Namazı kazaya bırakma iznine gelince, bu da çok yanlış anlaşılmış, bazıları tarafından da suistimal edilmiş. Biz büyükler bu konuda iyi örnek olamıyor, aynı zamanda da dinimizi senin gibi sevimli çocuklarımıza doğru şekilde anlatamıyoruz. Namaz öyle bir ibadettir ki, Peygamber Efendimiz sahabe efendilerimizle beraber savaşta bile namazı terk etmemişlerdir. Hangi durum vardır ki savaştan daha zor olsun. Ölmekle burun buruna gelen askerler dahi namazı kazaya bırakamıyorlar. Abdest alamayanın teyemmümle, oturamayacak kadar hasta olan birinin de yattığı yerden, başıyla ima ederek namazını kılması gerekiyor. Gelelim dünkü yolculuğumuza. Söyle bakalım oğlum; gerçekten dün namazı bırakacak kadar çok zor bir durumda mıydık?”
Babamın yüzüne bakamadım bile sadece hayır manasında başımı sallamakla yetindim. Çünkü, onu dinleyince namazı hafife aldığımı farketmiştim. Savaştan daha zor bir durum olabilir miydi? Tabiî ki hayır. Fakat, Kur’an’da savaş anında nasıl namaz kılınacağı bile tarif ediliyormuş. Babam sözlerine devam etti;
“Namaz ancak ölümle biten bir vazifedir. Namaz insana, onu hep koruyan, dualarını cevaplayan, içinden geçenleri bilen, her yaptığını gören Yüce bir Yaratıcının gözetiminde olduğunu hissettirir. Böylece insan kötü davranışlardan uzak durmaya çalışır. Bazen günaha girse de namaz sayesinde hatasını hemen anlayıp tevbe eder. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde “Her kim bir namazı unutur veya ondan gaflet edip uyuya kalırsa, onu hatırladığında hemen kılsın. Onun bundan başka keffareti yoktur…” buyuruyor.”
Babamın sözlerini bir soruyla bölüverdim;
“Baba, sabah namazını kılmak bana çok zor geliyor. Namazın önemli olduğunu biliyorum ama niçin oluyor bu?”
“Namaz iyi bir mü’minle tam inanamamış bir insanın farkını belirler. Mü’minler namaza koşarlarken vicdanlarında haz duyarlar ya da en azından vazife yapıyor olmanın tadını alırlar; diğerleri ise genelde namaz kılmaz, arasıra cemaate katıldıklarında da namazı bir angarya gibi görürler. Mü’minler namaz kılarken içlerine gaflet tohumu düşürmemeye çalışırlar ama öbürleri “Namaz bitse de gitsem” diye düşünürler. Allah Rasulü “Münafıklara en ağır gelen namaz sabah ve yatsı namazlarıdır” buyuruyor. Namaz insanı Allah’a en hızlı yaklaştıran araçtır; geçende de söylemiştim, asansör gibi. Kul, Allah’a yaklaştıkça şeytan sıkıntıdan çatlar ve insanı namazdan uzaklaştırmak için yollar araştırır. Önce namaz kılarken esnetmeye, aklına başka şeyler getirmeye, namazdan sonra da dua etmeden kaldırmaya çalışır. Daha sonraları da namazı geç kıldırtmak için oyunu, televizyonu daha güzel gösterir, “şunu yap sonra kılarsın” dedirtir. Bunu da başarırsa namazı çok zor ve sıkıcı bir ibadet gibi hissettimek için uğraşır. Anlayacağın, o da şeytanın bir oyunu. İçine öyle bir isteksizlik geldiğinde şeytanın seninle uğraştığını hatırla ve onu yen. O zaman daha büyük sevap kazanırsın. Zaten bir insan vazifesini yerine getirince müthiş huzur duyar, lezzet alır. Ebedi bir Cennet’i istiyoruz, ama onu kazanmak için günde yapmamız gereken en önemli şeylerden birisi, topu topu bir saat namaz kılmak. Ayrıca, eğer namazı duya duya kılar, geçiştirmemeye çalışırsak, her namaz arasında geçen saatlerimiz bile ibadete dönüşebilir.”
“Baba, geçen sene camide bir amca birisine, “Namazı öyle kılacağına hiç kılma daha iyi!” demişti. O günden sonra bazen benim içime de öyle bir his geliyor, bu sefer namaz kılmak istemiyor canım.”
Yumuşak bir ses tonuyla konuşan babamın sesi yine sertleşmişti;
“Hiç kimse başkalarının namazına dışarıdan bakıp, “kılmasan daha iyi olur” diyemez. O, dış görünüş itibariyle hızlı kılıyor olabilir, ama biz bilemeyiz; belki o kadar ihlaslı kılıyordur ki, o namazıyla Allah’ın en sevdiği kullardan biri oluyordur. Biz diğer insanlar için hep iyi şeyler düşünmeli asla su-i zan etmemeliyiz. Ama kendi namazımıza gelince hep eksiklerimizi bulup düzeltmeye çalışmalı, Allah’tan bu konuda da yardım istemeliyiz. Namazda eksiklerim var diye namaz terkedilir mi? Dudağında çıkan yara için yemek yemeyi bırakmak gibi bir şey bu. Hem bir elma çekirdeğinde kocaman elma ağacının plan ve programı bulunduğu gibi bizden birinin namazında da –hatta o namazı tam hissetmesek bile– büyük bir velinin namazından bir parça ve bir nur bulunur. O namazla da en azından vazife yapılmış olur.”
Babama teşekkür edip namazlarım konusunda daha hassas olma sözü verdim.
Babamla anneme olan hayranlığım her geçen gün daha da artıyor. Bu kadar şeyi nereden biliyorlar acaba? Gerçi babamı sık sık kitap okurken görüyorum. Ben de onun gibi çok şey bilmek ve hayatımda uygulamak istiyorum.
Hâ bu arada size bir müjdem var. Ben namazıma daha çok dikkat edeceğimi söyleyince babam da bana “öyleyse ben de seni suyun ötesindeki melek yüzlü insana götüreceğim” dedi. Siz hiç merak etmeyin. Ben sizin de selamlarınızı söyleyecek ve orada görüp duyduklarımı mutlaka sizinle paylaşacağım.
Ne kadar heyecanlıyım bir bilseniz!..