İlmi Evliliğe Tercih Eden Alimler

İlmi Evliliğe Tercih Eden Alimler
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Kitap Adı : İlmi Evliliğe Tercih Eden Alimler
Özetleyen : Sefa Salman
Yazarı : Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde
Dili : Arapca
Yayınevi :  
Sayfa Sayısı :  
Özeti İndir  

العلماء العزاب الذين آثروا العلم علي الزواج

İLMİ EVLİLİĞE TERCÎH EDEN ÂLİMLER

تـأ ليف

الشيخ عبد الفتاح ابو غدة

MÜELLİF : ŞEYH ABDÜLFETTAH EBÛ GUDDE

ESER;

MÜELLİFİN TAKDİM YAZISININ BULUNDUĞU İLK BÖLÜM ULEMAYI UZZÂBIN SERGÜZEŞTİ HAYATLARININ ANLATILDIĞI İKİNCİ VE HATİMENİN BULUNDUĞU ÜÇÜNCÜ BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR…

 

ANAHATLARIYLA MÜELLİF ABÜLFETTAH EBÛ GUDDE HAZRETLERİ

-1917’de Suriye’nin Halep şehrinde doğdu.

– İlk öğrenimini Halep’te gördü. Orta öğrenimini Hüsrev Paşa Medresesi’nde tamamladı.

– 1948 yılında el-Ezber’in Şeria Fakültesi’ni bitirdi.

– El-Ezher’in Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde “Eğitim Metodolojisi” üzerine ihtisas yaptı.

– 1950 yılında Haleb’e döndü. Liselerde öğretmenlik yaptı.

– Aynı zamanda Hüsreviyye ve Şa’baniyye Medresesi’nde İslâmî ilimlerin tedrîsi ile meşgul oldu.

– 1961 yılında Şam Üniversitesi Şeria Fakültesi’nde öğretim üyeliğine başladı. Fıkıh Ansiklopedisi Müdürlüğü yaptı.

– 1963 yılında Halep milletvekili olarak Suriye Parlamentosu’na girdi.

– 1965 yılında Suudi Arabistan Riyad Üniversitesi Şeria Fakültesi’ne intikal etti.

– 1966 yılında Suriye’ye döndüğünde Baasçılar tarafından pek çok ilim ve fikir adamıyla birlikte hapsedildi. Bir yıl hapiste kaldı.

– 1967 yılında tekrar Riyad’a döndü. Bir yıl Yüksek Hukuk Enstitüsü’nde (el-Ma’hedü’l-A’la li’l-Kada) ders verdi.

– Ardından Riyad üniversitesi Şeria Fakültesi’nde, on yıl Profesör ünvanıyla Hadis, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlü dersleri verdi.

– Öğretim üyeliği yanında Hadis, Hadis Usûlü, Kuran ilimleri, Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Akaid, Tasavvuf, Arap Dili ve edebiyatı, Tarih, Teracim (Bibiliyografya) Eğitim ve Öğretim Metodlarıyla ilgili 70’den fazla te’lif veya tahkik eseri neşretti. Uluslararası pekçok konferansa katıldı. İlmi tebliğler sundu.

– 1996 Haziran ve Eylül aylarında Konya’da yapılan iki ayrı uluslararası konferansa tebliğ sundu.

– 16 Şubat 1997’de Riyad’da vefat etti.

– Medine-i Münevvere’deki Cennetü’l-Bakî’ kabristanına defnedildi.

Abdülfettah Ebu Gudde hazretleri gerçekten her yönüyle mükemmel bir âlimdi. Derin ilmi, huşû dolu ibadeti, takva ve ihlası, cihad aşkı, güzel ahlâkı, zarif konuşması, itidal sahibi oluşu, titiz bir araştırmacı ve maneviyat erbabı olmasıyla, Hadis ilmindeki takdire değer hizmeti ile örnek bir şahsiyet idi,

O hakikaten Peygamber vârisi olan mübarek âlimlerden ve aynı zamanda Halid bin Velid (r.a) gibi kahraman bir sahabînin neslinden gelen bir zat idi. O; şahsında Hz. Peygamber’imiz (s.a.v)’in “Âlimler Peygamberlerin varisleridir.” hadis-i şerifinin tecelli ettiği bir zat idi.

 

MUKADDİME

Bu kitapta; çeşitli ilim dallarından hayatını tamamen ilme vakfetmiş, evlilikten ferağat etmiş; ev, nesil, avladu iyal gibi nefsin meyelânı olan şeyleri îlay-ı kelimetullah ve inananların menfaat ve maslahatı adına terk eden, ilmi ve faziletiyle iştihar etmiş olan zaatları yad etmekle kifayet edeceğiz.

Bu kitabın kaleme alınmasındaki illei gaye; günümüz gençliğinin ilme karşı rağbetinin arttırılması, himmetlerini, azimlerini bu uğurda terkiz edip, topyekün insanlığa hizmet için bilenmeleri recâsıdır.

İzdivaç; tabiatı insaniyyede, muktezayı beşer bir hakikat olmasının yanı başında islam dinince çokça teşvik olunan bir husustur da aynı zamanda. O son derece önemli, asli ve fitrî bir ihtiyaçtır. Şahsiyyet ve karakterin kemali bulması, zürriyyetin, insan nev’inin devamlılığı ve dünyanın mamur olması, minvechin ona vabestedir.

Öte yandan şer’i şerif zinaya ve fuhşiyyata düşme tehlikesi olanlara ise evliliği emretmiştir. Ulemadan bazıları ; salih zürriyyetin devamlılığı, dini mübini islamın nesilden nesile aktarılması, yeryüzünde salihlerin varis olmasının lüzum ve gerekliliği, bir başka açıdan da insanda şehevâni duyguların galeyâna gelmesiyle teşettütü efkâra, istikamet ve ciddiyetten uzaklaşmaya ve helak çukuruna yuvarlanmaya sebebiyet verebileceği gibi mülahazalardan hareketle izdivacı ibadet olarak kabul etmişlerdir.

Bütün bunlar melhuz olmakla birlikte ulemadan bazıları da, zaman-zemin ve içinde bulundukları dönemin şartlarını nazarı itibara alarak, uzubeti tercih etmenin daha fâik bir tercih olduğu yönünde kanaatlerini serdetmiş, en azından ortaya koydukları tarzı hayatları ile bu hakikati bu suretle ifade yolunu seçmişlerdir. İlim talebi, ilayı kelimetullah vazifesinin îfâsı, arzulu ve şevkli ruhların ulvî gayeleri elde etme gayreti, bütün bunlar mücerret bir hayatı tercih etmenin gerekçeleri arasında mülahaza olunabilir. İzdivaçtan ihtiyari olarak feragat etmenin, uzubetin meşakkatine katlanmanın, yalnızlığın vahşeti ve evliliğin getirdiği her türlü menafii arkaya atmak gibi adanmışlık isteyen hususların, ancak ulvi bir gayenin meftunu olmuş erlerin göze alıp üstesinden gelebileceği bir sarp yokuş olduğu da nazarlardan dûr edilmemelidir.

Burada uzûbetin tercih olunması noktasında birkaç hususu zikretmenin faydalı olacağı mülahazasındayız. Evvela uzubeti tercih, bu ulemanın şahsi tercihleridir. Onlar nezdinde ilim ve ulvi gayelere hizmet izdivaca tereccüh etmiştir. Kimseyi de bu hususta kendilerine tabi olmaya çağırmadıkları gibi, buna icbar etmiş de değillerdir.

Bütün bunların yanında bu ulemanın uzubeti tercih sebebleri arasında da, bazı felasifenin iddia ettikleri gibi “çocuk dünyaya getirmek cinayettir” mülahazasının olması da katiyyen ve katıbeten sözkonusu değildir.

Uzubeti tercih eden ulemay-ı kiram izdivaç mevzuuna – fazileti ve hayrı mahfuz – kendi ilmî ve gaye-i hayal olarak kabul ettikleri neşri hak davasından alıkoyucu ve meşgul eden bir mania olarak yaklaşmışlardır. İşte bu sebepledir ki – min-vechin – hususi ve nefsi bir arzu olan izdivacı, umumi hayır ve maslahat adına terk eylemişlerdir.

Ahmed ibni Hanbel Hazretlerinin müsnedinde zikredilen bir Hadis-i Şerif’te Aleyhissalatu ve’sselam Efendimiz bir gün torunlarından biri kucağında iken şöyle buyurmuşlardır: “وا لله أنكم تبخلون و تجبنون و تجهلون و أنكم لمن ريحا ن الله . Yine bu minvalde Hakim’in Müstedrek’inde şöyle geçmektedir: “و محزنة إن الولد مبخلة و مجهلة و مجبنة”

Hz Ömer Efendimiz’den şöyle bir söz nakledilmektedir: “ تفقهوا قبل أن تسودوا “.   Genel olarak riyaset manasına anlaşılmakla beraber evlenmeden önce ilmi tam alın manasını verenler de vardır. Hatîb el Bağdadi; mümkün olduğunca bir ilim talebesinin âzib olmasının iyi olacağını söylemiştir. İbnül- Cevzi hazretleri da bir ilim talebesinin nikahlanmaması gerektiğini ve Ahmed bin Hanbel’in bu uğurda evlenmediğni zikretmektedir. Hatib el Bağdadinin ve İbnü-l Cevzinin bu sözlerini tasdik edici mahiyette, bazı evlenen ilim adamlarının ilme karşı arzu ve iştiyaklarının azaldığı ve buna mebni istifadelerinin azaldığı, dolayısıyla bunun da zamanla onları bıkkınlığa ve yorgunluğa götürdüğü görülmüştür.

Bişr-i Hafî hazretleri de: “ ضاع العلم في أفخاذ النساء “ demiştir ki bu söz şu şekilde de söylenmektedir: ” ذبح العلم بين أفخاذ النساء “

İmam Takıyyüddin es-Subki Hazretleri, Ma’mer bin Raşit hakkında şöyle demektedir: “Mamer ehadisi nebeviyyenin neşri ve cemi için diyar diyar rıhlelerde bulunurdu. Yemen’e geldiğinde yemen halkı ondan istifade için kalmasını istediler ve onu evlendirmek suretiyle başını bağladılar. O da böylece rıhleyi devam ettirmeksizin hayatının sonuna kadar ömrünü orada geçirdi.

İzdivacın maddi manevi pek çok mesuliyeti beraberinde getirdiği ve insanın başını bağladığına dair tarihte pek çok misal vardır.

İmam Gazzali hazretleri evlilikle alakalı üç afet zikretmektedir:

  • Maişeti helalinden kazanma hususundaki acizlik
  • Zevcenin hukukuna riayet edememe
  • Evlad-u iyalin kişiyi Cenab-ı Hakk’a ibadetü taattan alıkoyması, dünya ve mafihaya cezbetmesi dünya malı biriktirmeye ve zürriyet çokluğuyla gurur ve kibire sürüklenmeye sebebiyet vermesi.

Bütün bu hususlar fayda ve afetleriyle göz önünde bulundurularak denilebilir ki; izdivaç mevzuu kişiden kişiye değişen hükümleri olan, hususi bir durumdur.

Bunun yanında uzubeti tercih etme , Cenab-ı Hakk’ın helal kıldığı bir şeyi –haşa- haram kılma gibi bir durum da değildir. Bu sadace Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın الضب denilen hayvanı yemeyi terk etmesi gibi şahsi bir tercihtir.

Bazen de mendub olan bir şeyi yapmak suretiyle haram olan bir fiili işleme durumu da sözkonusu olabilir. Ki böyle bir durumda mendup olan amel dahi o kişiden sakıt olmuş olur. Bu başkasının malını elinde bulunduran birinin bu maldan sadaka verememesi gibidir.

Şeyh Bedevi ve onun uzubeti ihtiyar etmesi hakkında vârid olan şu söz yukarıda ifade olunan hususların bir özeti mahiyetindedir.

Deniliyor ki: “ Şeyh Bedevi hazretlerinin kendisi için ulaşılması elzem olan tek ve gerçek gaye, îlayı kelimetullah için kendisini halisane adamasıydı. O -haşa- evliliği haram kılıyor ya da onu menfur bir ameliye olarak görüyor değildi. Harama helal demediği gibi helala de haram demiyor, ruhbanlığa çağrıda da bulunmuyordu. Çünkü evlilik şer’i bir mes’ele ve sünnetti. Ancak o alemi islamın tam bir adanmışlığa ve ferağata ihtiyacı olduğunu anlamış ve bunun gerçekleşmesi için ömür değil ömürlerin gerektiğini görmüştü. Bunun için evlilikten feragat etti. O kendinde Fahri Kainat ve O’nun ashabı güzinindeki kuvveti bulamamıştı. Onlar ki evlenmeleriyle beraber davet ve vazifelerini tam tekmil yerine getirebilecek bir iç donanıma sahiptiler.

Uzubeti tecviz eden bu hususları zikrettikten sonra, bu uzzab kahramanlarının sergüzeşti hayatlarını kronolojik sıralamalarıyla bazıları tafsilatlı bazılarını ise icmali olarak sunmaya çalışalım.

Seçmeye çalıştığımız hayatlarda öğretici, motive edici ve çeşitli hayırlara sevkedici olması ve okuyucuyu onlara tabi olmaları hususunda gayrete getirmek, aynı zamanda ilim talebelerini bu ulemayı kiramın ilme verdiği kıymete ve bu uğurda en meşru ve tabi olan evliliği bile ellerinin tersiyle itmelerine şahit tutmak bizim gayemiz olmuştur.

MUHTEREM HOCAMIZ’IN UFKUNDAN

“ ADANMIŞLIK VE MÜCERRET YAŞAMA ”

Evlilik konusunda tabii ve esas olan, Rasûl-u Ekrem Efendimiz’in sünnetine iktida etmek ve evlenmektir. Bir Müslüman yuva kurmalı, çocuk sahibi olmalı; Peygamber sevgisiyle dolu bir neslin yetişmesini, devamını ve çoğalmasını temin etmelidir. Hususiyle, kıyamet alametlerinin zuhur etmeye başladığı, ahlâksızlığın gemi azıya alıp her yerde serbest dolaştığı ve zinanın fâş olduğu böyle bir dönemde insanları cismaniyet ve nefisleriyle baş başa bırakmak onları felakete sürüklemek demektir. Mutlak tebettül diyebileceğimiz, her şeyden kat-ı alâka etme ve çevresindeki her şeyi elinin tersiyle itme meselesi, seyr u sülûk-i ruhânîde muvakkaten yaşansa bile, hayatın tabiî seyri içinde mütemâdi hâle getirilmemelidir. Böyle yaparsanız, hiç farkına varmaksızın değişik suistimalâta kapı açmış olursunuz. Çünkü insan hayatında meşru daire içinde bir kapı aralığının bulunması gerekir. Elbette ki meşru dairedeki bu zevk ve lezzetler keyfe kâfidir. Fakat siz o yolu kapatır, o kapıyı aralamaz, meşru dairedeki o zevk ve lezzetlerden insanların istifade etmesini temin etmezseniz onların gayr-i meşru daireye girme ihtimalini artırmış olursunuz.

Evet, insanların meşru daire içinde kalarak Allah’ın emirleri çerçevesinde bir hayat yaşamalarını istiyorsak ne yeme-içmede, ne ailevî hayatta, ne de çoluk çocuk sahibi olma gibi mevzularda meşru dairedeki kapıları kapamamalıyız. Çünkü tabiat içinde yaratılan, tabiat ananın beşiği ile sallanan, tabiat annenin memelerinden süt emen bir insanın tabiata aykırı bir yol takip etmesi mümkün değildir. Aksi takdirde kendi tabiatını bozmuş ve tabiatında deformasyona uğramış olur. Zaten tebettülü ruhbâniyetten ayıran en önemli fark da budur. Tebettülde bir taraftan yaşatma arzusuyla hayatın göbeğine otağını kurup oturma varken diğer yandan da kalbî, ruhî, hissî ve zevkî hayat itibarıyla nâmütenâhîye açılmak ve her zaman Allah’la münasebet içinde bulunmak söz konusudur.

Dolayısıyla, meselenin tabiisinin bu olduğuna inanıyor, kimsenin buna karşı çıkamayacağını düşünüyor; karşı çıkmak bir yana, evliliğin tavsiye edilmesi gerektiği kanaatini taşıyorum. Hatta Ömer b. Abdülaziz Hazretleri’nin yaptığı uygulamayı göz önünde bulundurarak, meseleyi daha da ileri götürüp diyorum ki, gençlerimiz, bedenî ve cismanî hayata uyandıkları dönemde, harama adım atmalarına fırsat vermeden hemen ellerinden tutulmalı ve kendilerine, evlilik hususunda yapılabilecek her türlü yardım yapılmalıdır. Bildiğiniz gibi kaynaklarda Ömer b. Abdülaziz Hazretleri’nin gençleri evlendirme mevzuunda şöyle bir uygulamasından bahsedilir: Devlet yetkilileri halife Ömer b. Abdülaziz Hazretleri’ne gelip bütçede fazlalık olduğunu, devlet kasasında çok fazla para bulunduğunu haber verirler. O, önce, ne kadar fakir fukara varsa, onlara o paranın dağıtılması emrini verir. Bütün fakir fukaraya para dağıtılır, öyle ki zekât verilebilecek ölçüde fakir kimse kalmaz; ancak yine de hazine dolup taşmaktadır. Bunun akabinde, Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, mevcut imkânların, on beş yaşına giren gençlerin evlendirilmelerine yardımcı olunması için kullanılmasını emreder.

Bütün bunların yanında böyle düşünmem bir fütüvvet ve kahramanlık ruhunu takdir etmeme de mani değildir. Dünyayı ve dünyevîlikleri elinin tersiyle iten, şahsî haz ve lezzetleri adına hiçbir mülahazası olmayan; o türlü şeyleri rüyasında bile görse kalkıp kendini levm eden insanlar alkışa layıktır. Kendi kendine “Allah Rasûlü’nün bayrağının kaç karış, kaç kadem, kaç adım aşağıya düştüğü ama başkalarının bayrağının en yukarılarda dalgalandığı bir dönemde, nâm-ı celîl-i Muhammedî’nin anılmadığı bir zaman diliminde, sen hâlâ nelerle meşgulsun, ne ile uğraşıyorsun?” deyip maddî-manevî nimetlerden fedakarlıkta bulunan kahramanlar mutlaka takdir edilmelidir. Onlar, kendini davaya adamış, ondan başka sevdası olmayan, oturup kalkıp mefkûresini düşünen ve davasının mecnunu gibi yaşayan özel donanımlı insanlardır. Evet, onların hususi durumu, objektif kural olarak kabul edilemez ve herkese uygulanamaz ama şu da bir gerçektir ki; onlar makbul olan isyan ahlâkının ve fütüvvet ruhunun temsilcileridir. Eğer, isyan ahlâkı tabiri başka mülahazaları da çağrıştırıyorsa, onların halini “iradenin davası” ya da “iradenin hakkını vermek” ifadeleriyle seslendirmek daha doğru olabilir.

Sahabe ve tâbiînden böyle insanlar olduğu gibi, İslâm tarihi boyunca, İmam Nevevî’den Hazreti Pîr-i Mu­gân’a kadar Allah davasına omuz vermiş daha pek çok uz­zâb söz konusudur. İmam Nevevî, günde ölmeyecek kadar bir iki lokma bir şey aldığını söylüyor. Bunun gerekçesi olarak da şöyle diyor: “Cenâb-ı Hak bana: ‘Ben seni yiyecekleri alacak, öğütecek ve götürüp ıtrahat mahalline atacak bir varlık olasın diye mi yarattım?’ demez mi?” Diğer yandan, çok yemenin uykusunu getireceğini, oysaki yazılıp çizilecek çok şey olduğunu söylüyor ve dine hizmeti bunun önünde görüyor. Fakat hemen ifade edelim ki, onun bu ifadeleri çok âli mülâhazalar olsa da sübjektif bir içtihat olduğundan herkesin mutlaka uygulaması ve uyması gereken mülâhazalar değildir. Ancak o ve onun gibi büyük zatların hâlis niyetlerine bakıldığında onları o noktada mazur görmek gerekir. Ayrıca onlar zaten bu hâllerini kimseye telkin etmemiş ve başkalarına, “mutlaka siz de böyle yaşamalısınız” dememişlerdir.

Çağımızda, İmam Nevevî ile aynı çizgiyi paylaşan zata geldiğimizde de benzer mülâhazalara rastlarız. Kendisine “İzdivacı düşünmedin mi?” diye sorduklarında, böyle bir sünneti terk ettiğinden dolayı duyduğu üzüntüyü ifade etmekle birlikte, hususî bir mahfilde, âlem-i İslâm’ın derdini düşünmenin, kendisini o meseleyi düşünmeden alıkoyduğunu söyler. Hazreti Pîr-i Mugân’ın bu sözlerini değerlendirirken onu kendi karakteri içinde ele almak gerekir. Çünkü o, bulunduğu şartlar içinde alevi göklere yükselen bir yangın görmüş ve bu yangın karşısında şunları ifade etmiştir: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi?” Onun bu ifadelerine baktığımızda insanlığın ızdırabı karşısında ellerini kasıklarına koyup sürekli düşünen ve sancı çeken bir karakterle karşılaşıyoruz. Dolayısıyla ufku bu seviyeye ulaşmamış insanların, onun bu hâlini anlayabilmesi oldukça zordur. Ancak bir kez daha ifade edelim ki, onların bu mülâhazaları objektif değil, sübjektiftir. Zaten kendileri de bu mülâhaza ve içtihatlarını tâmim etmemiş, objektif bir kural gibi başkalarına sunmamış ve bunu bir mezak ve meşrep hâline getirerek çevresinde oluşan halkalara telkin etmemişlerdir. Bu sebeple “objektif mükellefiyet onların yaptığı gibidir” demesek de, bu büyük insanların hakkı da yenmemelidir. Çünkü aynı zamanda bu tür düşünceler çok âli ve yüce mülâhazalardır. Kendisi için yaşamayıp yaşatma duygusuna kilitlenmenin bir sonucudur. Dolayısıyla onların bu hâl ve tercihini rahbâniyete benzer bir tebettül şeklinde düşünmemelidir.

(Günümüz Şartlarında İzdivaç ve Ailenin Önemi—CEMRE BEKLENTİSİ)

(Fütüvvet Ruhlu Yiğitler—İKİNDİ YAĞMURLARI)

(Hakikî ve İzafî Tebettül—YAŞATMA İDEALİ)

TEBE-İ TÂBİÎN ULEMÂSINDAN ABDULLAH İBNİ NECÎH EL- MEKKÎ HAZRETLERİ

Doğum tarihi tam olarak bilinemeyen Ebû Necîh el- Mekkî Hazretleri alakalı Zehebî’nin Tarih-i İslam’ında ve Siyeri Â’lami’n Nübelada, sika bir müfessir olduğu ifade edilmektedir. Kendisi Mücahid, Tâvus, Ata ve daha pek çoklarından (radıyallhu anhüm ecmain) hadis rivayet etmiş ve kendisindende pek çok hadis rivayet olunmuştur” şeklinde naklolunmaktadır.

Hayatı boyunca hiç evlenmeyen İbni Necih Hazretleri ile alakalı, Süfyan ibni Uyeyne (radıyallahu anh) onun Amr ibni Dînardan sonra Mekke’nin müftisi konumunda olduğunu, bunun yanında güzel yüzlü ve son derece fasih konuşan bir zat olduğunu ifade etmiştir.

Buhari onun için “İbnu Ebi Necîh bir yerde otuz yıl ikamet etmiş ve bu süre zarfında meclisinde bulunanlara eziyet verecek tek kelime dahi konuşmamıştır.” der.

Ali ibni Medînî hazretleri onun , tefsirde daha sika bir zat olduğunu söyler. Hicri 131’de ruhunun ufkuna yürümüştür.

EDÎB VE AYNI ZAMANDA NAHİVCİ EBÛ ABDURRAHMAN YÛNUS BİN HABÎB EL-BASRÎ HAZRETLERİ

Viladeti ve vefat tarihleri kat’î olarak bilinemese de Hicri 90’da doğduğu ve 182’de de vefat ettiği rivayet olunan Yunus bin Habib el Basri hazretleri , her ne kadar Ebu Amr bin A’lâ ve Hammâd ibni Seleme gibi devrinin meşhur ediplerinden edebiyata dair dersler aldı ise de nahivcilik yönü onda daha ağır basmaktadır. Zira Sibeveyh kendisinden pek çok rivayet nakletmiş, Kisâî ve Ferrâ ondan ders almıştır. O, nahivde kendisine has tespitler ve çıkarımları olan ve bu yönü itibariyle de farklı bir çizgiye sahip bir zat idi. Ve kendi dönemi itibariyle Basra’daki ilim halkasının müdavimleri arasında; üdebâ, fusahâ ve bâdiye ehlinden pek çok insan vardı.

Ma’mer ibni Müsennâ derki ; “Ben 40 sene bila inkıtâ Yunus bin Habib’in deslerine devam ettim ve her gün karîhamı onun bana hıfzettirdikleri ile doldurdum.”

Ve yine bir diğer nahivci olan Ebû Zeyd el-Ensâri de; “Yunus bin Habib’in önünde 10 sene diz çöktüm, benden önce ise 20 sene boyunca Ahmer ondan ders almıştı” der.

İshak İbni İbrahim el Mevsılî Hazretleri, Yunus bin Habib Hazretleri ile alakalı ; “Yunus bin habib 88 senelik bir hayat sürdü de ; ne evlendi ne de kendisine yardımcı olacak bir cariye edinmedi. O bütün himmetini ve hayatını ilim talebesi yetiştirmeye ve rical müzakeresine vakfetti.

Onun müellefatından bazıları ise ;

  • Kütübü Meanil Kurani-l Kerim
  • Kütübü-l Lüğât
  • Kütübü-l Emsâl
  • Kütübü-n Nevâdiri’s Sağir
  • Kütübü-n Nevadiri’l Kebir Ve
  • Meâni-ş Şi’r

EBÛ ALİ HUSEYİN İBNİ ALİ EL-CU’FÎ HAZRETLERİ

Hicri 119’da doğan El-Cu’fi Hazretleri 203’te vefat etmiş ve 84 yıllık bereketli, münbit bir hayat yaşamıştır.

Zehebi’nin “ tezkiratül huffaz” ından ve ibni Hacer’in “tehzibut-tehzib” inden ulaşabildiğimiz kadarıyla Şeyhul İslam olan el-Cu’fi Hazretleri, Kûfeli, Hafız, Kari, Zahid ve Kudve bir insandır. Hamzatu’z Ziyyad’dan ders okumuş , Ebu Amr ibni-l A’la , Âmeş , Ca’fer ibni Burgân , Süfyan ve daha pek çok ulemadan (radıyallahu anhum ecmain) ders dinlemiştir.

Kendisinden; Ahmed ibni Hanbel Hazretleri, İshak, Yahya bin Maîn, ibnü-l furât , Abd İbni Humeyd, Abbas ed Dûrî, ve Muhammed bin Asım (radıyallahu anhum) ecmain pek çok rivayetlerde bulunmuşlardır…Yahya bin main hazretleri ve daha niceleri onu tevsik etmişlerdir.

Muhammed bin Rafi’ Hazretleri; el-cu’fi hazretleri ile alakalı olarak; “sanki o zâhidane ve âbidane bir hayatı ihtiyar etmiş olması hasebiyle küfenin rahibi gibidir” der.

İbni kuteybe rahimehullâh derki; Süfyan ibni Uyeyne için şöyle anlatılır; “ Bir gün Ebu Ali Hüseyin Hazretleri geldi. Süfyan ibni Uyeyne hemen yerinden fırladı gitti onun elini öptü ve şöyle dedi: ‘Şu hususta zinhar zerre miskal şüphe etmeyiniz ki bu gelen adam burada bulunanların en faziletlisidir. Ve şöyle devam etti : ‘Şu küfeye uğrayıp da Hüseyin el Cu’fi nin iki kaşının arasından öpmeden çekip giden bedbahtın haline şaşarım.’ Rivayet olunur ki; Süfyan es-Sevrî Hazretleri de Hüseyin el Cu’fi Hazretleriyle mülâki olduklarında hemen ona sarılır ve onunla muânaka ederlerdi.

Yahya bin Yahya en-Neysabûrî Hazretleri; “Şayet Ebdaldan birisi kaldı ise o Hüseyin el-Cu’fidir” der. Haccac bin Hamza onun için der ki; “ Ben Hüseyin El-Cu’fî’yi bırakın gülerken görmeyi tebessümüne dahi şahit olmadım ve ondan dünyalık adına da tek kelime dahi duymadım.

İbrahim ibni Şemmâs şöyle der; “Şayet Cenab-ı Hakk’tan bir şey dileyecek olsa idim ibni Mübarek’in aklını ve verâsını ve Hüseyin el-Cu’fi’nin sabrını dilerdim. Çünkü o sabretti. Sabretti ve hiç evlenmedi. Ve dünya adına hiçbir şey de onun dünyasında yer bulamadı.

BİŞRİ HAFÎ İSMİYLE MA’RUF, MUHADDİS-FAKÎH-ÂBİD-ZÂHİD-SİKA – EBÛ NASR BİŞR İBNİ HÂRİS İBNİ ABDİRRAHMAN EL-MERVEZÎ EL-BAĞDADÎ HAZRETLERİ

150’de Merv’de dünyaya gelen Bişri Hafi Hazretleri henüz kendini idrak ettiği yaşlarda Bağdat’a gelir ve oraya yerleşir. Bağdat’ta pek çok şeyhden hadis dinleyen Bişri Hafi Hazretleri, Bağdat ve civarındaki meşâyıhtan da hadis ahzeylemiştir.

Kendilerinden ilim tahsil ettiği ulema ve meşayıh arasında; Hammâd ibni Zeyd, Abdullah ibni Mübarek, Abdurrahman ibni Mehdi, hac esnasında ise ; Malik ibni Enes, Ebu Bekr ibni Ayyaş, Fudayl ibni İyaz Hazeratı (rahımehumullah) vardır.

Kendisinden ilim tahsil edenler arasında ise; Ahmed ibni Hanbel, İbrahim el Harbî, Züheyr ibni Harb, Seriyyu’s Segatî, Abbas ibni Abdilazim ve Muhammed ibni Hâtim ve pek çok âhirun gibi ümmetin önde gelenlerinden büyük bir kesim rivayetlerde bulunmuşlardır.

Ömrünün neredeyse tamamında mevzu’ ve sahih olan hadislerin birbirinden tefrîki ile iştiğal eden bişri hafi hazretleri, daha sonraları ise uzlete çekilerek ibadetle meşgul olur ve o günden sonra da hiç mi hiç konuşmaz. Artık o insanlar nazarında zühd, ibadet, takva ve verâ mevzuunda müşârun bil benân olmuştur.

Bir gün kendisine ekmeğin yanında ne yersin diye sorulunca derki ; “Aklıma âfiyeti getiriyorum ve onu ekmeğime katık ediyorum.” cevabını verir.

Ahmed ibni Mâhên anlatıyor; Bir gün Ahmed ibni Hanbel Hazretlerine vera ile alakalı bir mes’ele soruldu ve dedi ki ; “Allaha sığınırım. Ben Bağdat’ın ekinlerinden yerken vera ile alakalı kelam etmem bana helal olmaz. Keşke Bişr hayatta olsaydı da sizin bu sorunuza o cevap verseydi. Çünkü; O, ne bağdadın ekinlerinden ne de sevadından yemiştir.

Bu insanlar şuaradan birisinin dediği gibi;

إذا سكتوا رأيت لهم جمالا …. وإن نطقوا سمعت لهم عقولا

Sükût etmelerinde ayrı bir cemal müşahede edilen, konuşmalarında ise akıl dolu sözler işitilen ümmetin en hayırlılarından idiler.

Ahmed ibni Hanbel Hazretleri ; “Bişr, ibadet zühd vera ve fedâili âliyye mevzuunda çok yüksek mertebeleri haiz birisi idi. Çünkü o, evladı iyali olmayan yalnız başına yaşayan birisiydi. Hiç görüp gözetmesi gereken bir iyâli olan ile bu dertlerden azade birisi bir olur mu ?”der.

Muhammed ibni Müsenna Hazretleri anlatıyor ; Bir gün Ahmed ibni Hanbel’e ; “Bu adam hakkında ne dersin?” dedim. “Kimi kastediyorsun” dedi. Dedim ki; Bişri Hafi. “Benim nezdimde ve şu yeryüzünde, onun kadar hedefine kilitlenmiş bir ok gibi, dosdoğru bir hayat yaşayan bir ikincisi yoktur.” Sonra oturduğu yerden kalktı ve dedi ki ; “Onun hayatına bir bak! Geride hiçbir kimse için, şu kadarcık olsun bir dünyalık bıraktı mı ?” Ve üzerine tek kelime edemedi ve yutkundu.

İbni Kesir Hazretlerinden nakille ; Vefat edince yediden yetmişe bütün Bağdat’lılar onu son yolculuğuna uğurladılar. Sabah namazında çıkarılan cenaze ancak yatsıda kabre konulabildi. Defin sırasında Ebu nasr et-temmar ve Ali el-Medinî’yi gördüm dudaklarından şu cümleler dökülüyordu:

هذا والله شرف الدنيا قبل شرف الاخرة

Bişr i Hafi Hazretleri ile alakalı belki sözü uzattığımız düşünülebilir. Çünkü o zihinlerde sadece sûfî ve dervişlerden bir derviş olarak yer etmektedir. Kendisi ümmetin alimlerinden ve salihlerinde olan bir zat için böyle düşünmek ne büyük bir gaflettir. Cenab-ı Hak şefaatine nail eylesin…

MEŞHÛR MUHADDİS VE AYNI ZAMANDA KÜTÜBÜ SİTTE

SAHİPLERİNİN DE ŞEYHİ HENNÂD İBNİ ES-SERÎ HAZRETLERİ

152’de doğan 243’te ruhunun ufkuna yürüyen Hennâd ibni es-Sêrî Hazretleri hakkındaki malumatları Hafız Zehebî’nin Tezkiratul Huffaz’ında bulmaktayız.

Kûfe şeyhlerinden olan Hennad ibni Es-Serî Hazretleri; Muhaddis, Hafız, Zahid ve Kudve bir zattır. İmam Buhari Hazretleri dışındaki bütün Hadis ulemasının kendisinden rivayetlerde bulunduğu Hennad ibni es-SerÎ Hazretleri, Ebu-l ahves es-sellâm, Şerîk ibni Abdillah, İsmail ibni Ayyaş gibi pek çok zattan hadis rivayet etmiştir. Her ne kadar İmam Buhari Hazretleri Sahihinde Hennâd ibni es-Serî Hazretlerinden rivayet de bulunmamış ise de bir başka eseri olan “ halku ef’âli-l ibâd “ında kendisinden rivayetlerde bulunmuştur.

Onunla alakalı olarak dostu Ahmed ibni Seleme en-Neysabûrî hazretleri şunu anlatır: “Hennad Hazretleri gözü yaşlı bir zat idi. Bir gün, bize Kur’an okuyordu, okumayı bitirdikten sonra abdest alıp mescide gitti. Zeval vaktine kadar namaz kıldı. Bu arada bende onunla birlikte idim. Sonra evine döndü. Abdest alıp geldikten sonra bize öğle namazını kıldırdı. Sonra kalkıp ikindiye kadar namaz kıldı. Kur’an okurken zaman zaman sesini yükseltiyor ve gözleri adeta ceyhun oluyordu. Ardından bize ikindiyi kıldırdı. Derken Kur’an’ı eline aldı ve ben akşam namazını kılıncaya kadar okumaya devam etti.” Ben hayretlerimi ifade sadedinde; “İbadet konularında ne kadar da hassas!” deyince bunu duyan bir komşusu; “Bu onun gündüz ibadetidir, sen onu bir de gece gör!” cevabını verdi.

Evet ; 91 yıllık gıpta edilesi bir hayat süren Es-Serî hazretleri, ilmi ve ibadete duyduğu kalbi alaka sebebiyle ne evlendi ne de işlerinde kendisine yardımcı olacak bir cairye edindi. Gönülden bağlı bulunduğu ilim ve ibadet hususunda onun kalbini çelen sır ne idi ? Bu ne sabır bu ne matanet bu ne sebat?

Dostlarının kendisini “Kûfe rahibi” diye yad attiği Hennâd ibni Es-Serî Hazretleri, 91 yıllık bir ömrün ardından Kûfe de ruhunun ufkuna yürüdü.

İMAM MÜCTEHİD EBÛ CA’FER MUHAMMED İBNİ CERÎR ET-TABERÎ HAZRETLERİ

İlmi ve iltizamı diniyyesi müsellem ve geride bıraktığı paha biçilmez kıymeti haiz eserlerle İslam dünyasına damgasını vurmuş imamlardan birisi olan Taberî Hazretleri, bütün ilimleri kendisinde toplamış mutlak müctehid, muhakkik, mudakkkik, şair, edib, dil üstadı, tarihçi, kelamcı, fakih, müfessir bir zat idi. Hayatına dair en kapsamlı bilgiler Allâme Yakut el-Hamevi’ nin Mu’cemu-l üdeba ve Hatîb el-Bağdadi’nin Tarihi Bağdad’ında bulmaktayız.

223’te Taberistanın âmul şehrinde doğan Taberi hazretlerinin şöhreti henüz erken denilebilecek yaşlarda semayı kaplar. Yedi’sinde Kitabullah’ı hıfzeden Taberi Hazretleri dokuzunu idrak ettiği yaşlarda ise hadis yazmaya başlar… henüz 12’sinde 236’da babasının da müsaadesi ile ilim uğruna yollara dökülür. Ahmed ibni Hanbel Hazretlerinin vefat ettiği senenin ertesi yılı Bağdat’a gelmesi hasebiyle birbirleriyle mülaki olamazlar. Horasan beldeleri, Irak, Şam ve Mısır’a ilim talebi ile rıhleler yapar. Sonra ise bağdadı kendisine vatan edinir ve ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar da orada aram eyler.

İmam, Hafız Ebu Bekr el-Hatip Tarihi Bağdat’ında ; O ;marifetteki enginliği ve fazileti muktezasınca, görüşüne müracaat edilen ve sözü ile hükmedilen ümmetin imamlarından bir imam idi. Asrının ilimlerine vukufiyyeti müsellem, aynı zamanda Kitabullah’ı bitamâmiha hıfzetmiş, kıraat ilmini bilen, manalardaki incelikleri duyabilen, fakih ,sünneti çok iyi bilen, hadisin sahihini sakiminden tefrik eden, Nâsihine mensûhuna vakıf, rivayet olunan şeyin Sahabe sözü mü yoksa Tabiin sözü mü yoksa Tebe i Tabiin’e mi ait olduğunu hemen anlayabilecek bir ilmi keyfiyeti haizdi.

“ Cami-ul Beyan an- Vucûhi Te’vîli êyi-l Kur’an ” adında benzerine az rastlanabilecek kıymette bir tefsiri ümmete hediyye eden ibni Cerir Taberi hazretlerinin aynı zamanda “ tarihu-r rusüli ve—l enbiya i ve-l muluki ve-l ümem “ ve “tehzibu-l âsari e tafsil-us sâbiti an-rasulillahi mine-l ahbari ” adında tamamlanmamış bir eseri vardır. Bütün bunların yanında İbni Cerir Taberi Hazretlerinin fıkıh ve fürua dair pek çok eseri de vardır..

Fakih, İmam Ebu Hâmid Ahmed ibni Muhammed el İsferânî Hazretleri ; “Bir adam buradan ta Çin’e sadece ibni Cerir’in tefsirini almak için gitse, o tefsirin kıymeti nazarı itibara alındığında aslında çok da birşey yapmış olduğu söylenemez” der.

Taberi hazretleri kıraat ilminde de mütehassıs bir zat idi. Ebu Bekr ibni Mücahid Hazretleri der ki ; “O, kıraat ilminde kendi asrının üstadı idi. Ben mihrabda Ebu Ca’fer ibni Cerir’den daha güzel okuyanını görmedim..!”

Ebu Ali et-Tûmârî Hazretleri anlatıyor ; “Önünde kandili tutmak suretiyle Ben ve Ebu bekr ibni Mücahid Hazretleri Ramazanda birlikte teravihe giderdik. Aşr-i evahirde iken bir gece evinden çıktı, birlikte mescide kadar yürüdük ve fakat mescidin önünden geçti ve girmedi ben de onunla beraber devam ettim. Taa Sûku Ataş’ın sonuna kadar yürüdü ve Muhammed ibni Cerir Hazretleri’nin kapısının önünde durdu. O sırada Muhammed ibni Cerir Hazretleri içerde Rahman Sure-i Celilesi’ni okuyordu. Uzunca bir süre onun kıraatini dinledi ve bir süre sonra bıraktı. Ve kendisine istifham sadedinde dedim ki ; “Ey üstad ! İnsanları geride seni bekliyorlar olarak bıraktın ve buraya Kur’an dinlemeye geldin? Dedi ki ; Ya Ebâ Ali.! Nasıl böyle bir soru sorarsın.? Ben Kur’an-ı ondan daha güzel okuyanını görmedim.”

Ebu Cafer Hazretleri son derece zarif ve kalbi pırıl pırıl bir zat idi. Meclisinde bulunanlarla muamelesi hep hüsnü muâşeret yörüngeli olmuştur. Ashabının ahvalini, yemelerinden tutunda elbiselerine varıncaya kadar takip eder, hüsnü edep sahibi mühezzeb insanlar olmaları gayesine matuf onları sürekli tadil ederdi. Kendisi ile alakalı hususi mevzuları dostlarını neşelendirmeye matuf gizlemez. hatta bazen onlara ihtiyari olarak latifelerde bulunurdu.

Üstad Muhammed Kürd Ali “künüzül ecdad” adlı eserinde İbni Cerir Taberi hazretleri ile alakalı ; “Ölümü esnasında yanında bulunanlar anlatıyor ; “ölümünden bir saat yahut ondan daha az bir süre önceydi ve O, yanında bulunanlardan mürekkep hokkası ve bir sayfa istiyordu ve ona yazıyordu. Etrafındaki kimseler taaccüb sadedinde “ şu anda da mı ?” diye sorunca, “bir insanın ölünceye kadar öğrenmeyi terketmemesi elzemdir” der. Der ve 86 yaşında 321 de evladu ıyali olmaksızın ruhunun ufkuna yürür.”

Ebu Bekr el-Hatîb diyor ki ; “Cenazesine katılanların sayısını yalnızca Cenab-ı Hak bilir. Kabrinin başında aylarca gece ve gündüz mütemadiyen cenaze namazı kılındı. Ehli din ve edebden halkın pek çoğu onun ardından günlerce gözyaşı döküp mersiyeler okudu.”

NAHİVCİ – MÜFESSİR – EDÎB – EL-HUFFÂZU BAHRU-L HIFZ – ÂLİM İBNÜ ÂLİM – EL BAĞDÂDÎ – İMAM EBÛ BEKR İBNİ-L ENBÂRÎ

(Künyesi Muhammed İbni Kâsım İbni Muhammed Hazretleri)

271’de Bağdat’ta doğan bu büyük Alim ve İmam, uzun hayatı boyunca dünya nimetlerinin tayyibâtından dahi ictinab etti. Kendisinden geriye 30’u aşkın te’lifatın dışında ne bir servet ne de bir evladu iyal kaldı.

Hafız, Allâme, Şeyhu’l Edeb İmam Ebu Bekr el-Enbari Hazretleri, hadisleri senedleri ile birlikte rivayet eder ve hafızasından yazdırırdı. Sıdkı, iltizamı diniyyesi, zühdü ve tevazuunun yanıbaşında hıfzının sağlamlığı ve vüsati ile de zamanının ender şahsiyetlerinden biri idi. Nahvi ve edebiyatı en iyi bilenlerden biri olan Ebu Bekr el-Enbârî Hazretleri’nin karihasında bu alanlarla alakalı hemen hemen her şey mevcud idi. Ve kendi zamanında İslam dünyasının imamlarından pek çoğu ondan ders dinledi. Ehli sünnetin sadakatte zirve, aynı zamanda fâdıl, son derece mütedeyyin, hayırsever, âbide şahsiyetlerinden biri idi.

Rivayet olunduğuna göre 300.000 bin beytlik şiir hafızası vardı. Vakıa; diğer bütün yazdırdıklarını da adeti olduğu üzere kitaptan değil de hep hafızasından yazdırmıştı.

Talebelerinden Ebu-l Abbas ibni Yûnus ,Hocası ile alakalı; “ Hıfz mevzuunda o cenab-ı Hakkın ayetlerinden bir ayet idi. O babasının en faziletli olanı ve en çok bileni ,zeka, kavrayış ve idrakte, mizaç kabiliyet, yetenek, ve çabuk ezberleme hususunda en mükemmeli idi. Bütün bunların yanında sülehânın da en verâ sahibi olanlarından idi. Ve en küçük bir yanlışına da şahit olunmamıştı.”

Ebu Hasan el- Arûzî anlatıyor : “Ben ve Ebu Bekr İbnü-l Enbârî, Halîfe Radî Billâh’ın sofrasında bir araya gelmiştik. İbni Enbârî çok önceden aşçıya yiyebileceği şeyi söylemiş, o da ona kızartılmış kuru bir yemek hazırlamıştı. Bizler her çeşit yemeğin en lezizlerinden yiyorduk, o ise önündeki kızartılmış kuru bir yemek ile uğraşıyordu. Yemeği bitirdikten sonra hemen tatlı geldi; ama O ondan da hiçbir şey yemedi. Sonra o kalktı hemen biz de kalktık, dokuması ince fakat ipleri kalın ketenden bir minderin üzerine oturduk. Daha sonra ise herkesin üzerinde uyumak için tenafüs göstereceği bu mindere hiç iltifat etmedi ve üzerinde değil de gitti önünde uyudu.

Ebu Bekr el-Enbari Hazretleri Ulumu-l Kur’an , Garibu-l Hadis ve Müşkilu-l Hadis, Vakf ve İbtidaya dair pek çok eser telif etmiştir.

328’de ruhunun ufkuna yürüdü.

İMAMLAR İMÂMI EBÛ ALİ EL-FÂRİSÎ HAZRETLERİ

(Künyesi Hasan İbni Ahmed)

89 senelik bereketli bir hayatın sahibi Hasan ibni Ahmed Hazretleri 288’de Fârisi memleketlerden Fesâ şehrinde doğar ve 377’de ruhunun ufkuna yürür. Nisbet mevzuunda kendisine Fârisî dendiği gibi Fesevî de denmektedir.

Hasan ibni Ahmed Hazretleri henüz 20’li yaşlarda ilim talebiyle Bağdat’a doğru yola koyulur. 308’de Bağdat’a varan Hasan ibni Ahmed Hazretleri orada ikamet eder. Daha sonra aynı gaye uğrunda pek çok yer dolaştıktan ve pek çok beldelerde ikamet ettikten sonra şama gelir. Halep’i, Trablusu ve Maarratü’n Numan’ı ziyaret ettikten sonra Halep’e yerleşme kararı alır. Orada uzun seneler kaldıktan ve ilim tahsili ettikten sonra Haleb’ten de ayrılır ve Farisi memleketlere doğru tekrar yola çıkar. 348 senesinde Şiraz’a ulaşır.

Bu uzun yolculukları esnasında O’nun derslerine pek çok âlim iştirak eder ve pek çok ilim talibi de ondan ders alırdı… Ve o esnada kendisine sorulan altından kalkılması güç sorulara da cevaplar verirdi. Halep’te, Şiraz’da ve Bağdat’da ve daha başka beldelerde kibâr ı ulemadan kendisine sorulan pek çok soru ve o meseleler için verilen cevaplar tasnif edilmiş ve soruların kendisine sorulduğu memlekete nisbet edilerek “ bağdadiyyat–basriyyat—halebiiyyat ve Şîraziyyat” şeklinde tesmiye edilmiştir.

90 sene gibi bereketli bir hayat yaşayan Ebu ali Hazretleri ömrü zarfında ilme ve ilme kendisini adayan ilim taliplerine çok büyük hizmetler etti. Bunun yanında Kur’ani ilimler sahasında her birisi kendi alanında bir şaheser kıymetinde eserler bıraktı. Hiç evlenmedi ve dünyalık adına da geride hiçbir şey bırakmadı. Onun zürriyyeti ve nesli yalnızca müellefatı ve musannefatı oldu. Ondan bize 25 kadar kitap ulaşmıştır. Onlardan bazıları ;

  • 6 ciltlik bir eser olan Yedi Kıraatin illetleri ile alakalı “ el-hucce”
  • 20 ciltlik bir eser olan ulûmu arabiyye ile alaklı “ et-tezkira”
  • Nahve dair “el-izah”… bunların yanında ;
  • Şerhu ebyâti-l iyzah
  • El-Mesailu-l Kasriyye
  • El- mesailu-l Askeriyye
  • El mesailu-l Kirmaniyye
  • El- mesailu-z Zehebiyyat
  • El-mesailu-l Meclisiyyat
  • Ehvâziyyat
  • Sibeveyhin kitabına dair bir talik
  • Cevahiru-n nahv ve daha pek çok eser.

Talebesi ibni Cinnî “el- Muhtesib” adlı eserinin mukaddimesinde Hocasının evlenmeyip uzubeti tercih etmesinin hikmetine işaret eder. Ve onu hayırla yad ederek söyle der; “onun ilimde bu denli âlî, marifette de bu denli sahilsiz bir enginliğe ve vüsate sahip olması, başka değil sadece evlenmeyip mücerret bir hayatı tercih etmesi, fikrini meşgul edecek dünyevi bağlara bağlanmaması, ferden ferdâ bir hayat sürmesi ile açıklanabilir.” Allah’ın Rahmeti üzerine olsun.

İMAMU-L HADÎS VE-L MUHADDİSÎN EBÛ NASR ES-SİCZÎ HAZRETLERİ

Hafız ez-Zehebi Tezkiratü’l Huffaz’ında Ebu Nasr es-Siczî hakkında : “Hafızu-l- İmam, sünnetin bayraktarı Ubeydullah İbni Said İbni Hâtem İbni Ahmed El-Vâilî El- Bekrî. Harem ve Mısır diyarının misafiri Kur’an’ı- Kerim Hakkında“ el-ibânetü-l kübra “ sahibi şeklinde tanımlamalar yapmaktadır.

İbnü Tahir el-Makdisi diyor ki ; Hafız Eba İshak el-Habbâl Hazretlerine ; Ebî Nasr es-Siczî ve Hafız ve Allâme Ebu Abdillah Muhammed ibni Ali es-Sêhılî Sûrî hakkında hangisinin hıfzının daha sağlam olduğunu sordum şöyle dedi : “Siczî, hıfzı itibariyle Sûrîden elli kat daha güçlüdür. Sonra Habbal şöyle devam etti; “Bir gün Ebî Nasr es-Siczinin yanında idim. Kapı çalındı ve kalktım kapıyı açtım. İçeriye bir kadın girdi içinde elli dinar olan bir elbise çıkardı ve Siczî Hazretlerinin önüne koydu ve “bunu nasıl istiyorsan o şekilde infakta bulun” dedi. Siczî Hazretleri; “bunu yapmakla muradın nedir:?” diye sordu. Kadın da ; “Beni nikahına alman. Evlilikten bir beklentim yok fakat sizin hizmetinizde bulunmak istiyorum” dedi. Bunun üzerine Siczî Hazretleri getirdiği elbisesini de alıp geri dönmesini emretti. Kadın geri dönüp gidince Siczî Hazretleri dedi ki; “Ben Sicistan’dan başka değil yalnızca ilim niyeti ile yola çıktım. Ben ne zaman evlendim işte o zaman bu isim benden sakıt olur. Ben ilim talep etmenin sevabı dışında hiçbir şeyin peşinden gidemem. Ve bu duygu düşünce ve hal üzere Mekke de 444’te ruhunun ufkuna yürüdü.

Allah’ın Rahmeti Üzerine Olsun.

NESEB VE ŞECERE ÂLİMLERİNDEN – FARAZİYYAT FUKAHASINDAN – MÜFESSİRİNİN KURRASINDAN – HÂFIZ – FAKÎH – ZÂHİD EBÛ SA’D ES- SEMMÂN İSMAİL İBNİ ALİ ER-RÂZİ EL-BASRÎ HAZRETLERİ

371’de Basra’da doğan Hafız Abdulkadir el-Kuraşi “ el-cevâhiru-l Mudıyyetü fi-tabakâti-l hanefiyye“ adlı eserinde İsmail ibni ali Er-Razi Hazretleri’nin terceme i hâli ile alakalı şöyle der ; “Asıl adı Ebu Said es-Semmân İsmail ibni Ali ibni-l Huseyn İbni Zencûyeh er-Râzi; Mu’tezile şeyhi, kıraat, hadis, rical, ensab , ferâiz , hesab, şürût ve mukadderat gibi mevzularda mutezilenin tartışmasız hem âlimi hem fakîhi hem kelamcısı hem de muhaddisi konumunda olan bir zat idi.

İsmail ibni ali Er-Razi Hazretleri aynı zamanda Ebu Hanife fıkhında önde gelen, Hanefî ve Şafi Mezhebi beynindeki ihtilafatı da çok iyi bilen, bütün bunların yanında zeydiyye fıkhına da vakıf ve kelamı da çok iyi tetkik etmiş bir zat idi.

Kendisi haccetmiş ve Fahri Kâinat Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Kabri Şeriflerini ziyaret etmiştir. Daha sonra Irak’a geçen Şam’ı, Hicazı, ve Bilâd-ı Mağrib’i dolaşan İsmail ibni Er-Râzî Hazretleri, orada pek çok ilim erbâbı ve şeyh ile muârefeleri oldu. Bu süre zarfında döneminin hoca ve üstadlarından 3000’e yakın kişinin ricalini okudu.

Ebu-l Hasen el –Mutahhar ibnü Aliyyi’l Murteza Şöyle der: Ebu Sa’d es-Semmânı dinledim söyle diyordu: “Hadis yazmayan islamın halavetini tadamaz.!”

Onunla alakalı medh sadedinde şöyle denilmekte : “Onun kadar kendi nefsini sürekli müşahede ve murakabe altında tutan bir ikincisi görülmedi. Bu memduh hasletlerin yanında o, zahid, vera sahibi ve sürekli Rabbi’si karşısında el pençe divan duran, müctehid ve eynı zamanda sürekli oruç tutan, son derece kanaatkar ve rıza makamının üveyki bir kul idi. 74 yıllık bereketli bir hayatı tüketti de bir kez olsun serçe parmağını dahi bir başkasının tabağına uzatmadı. Ne seferde ne de hazarda hiç kimseye karşı minnet duymadı hiç kimsenin tahtı tasarrufuna girmediği gibi hiç kimseden de istimdat etmedi. Ve hakkında insanların en küçük bir şikayeti dahi olmadığı bir insan olarak rahmeti Rahmân’a yürüdü. Geride de ne bir mal ne de hakkında olumsuz tek bir söz bıraktı. Zaten; vaktinin büyük bir kısmını da Kur’an tilaveti ve tedrisine, rivayetlere, irşad vazifesine ve ibadete vakfetmişti. Geride yalnızca hayatı boyunca cem ettiği ve ömrünün son demlerinde Müslümanlara vakfettiği kitaplarından başka bir şey de bırakmamıştı.

Ömrü hayatında, hastalığında dahi, ne bir farzı, ne bir vacibi, ne bir rekat namazını ve – taat adına her ne denilebilrse – asla fevtetmedi. Tevbelerine tevbe ekler ve sürekli istiğfar ile daima Kur’an okurdu.

445’te Şabanın 24’ünde 74 yaşında tatlı râyihâların üfül üfül estiği bir gecede ruhunun ufkuna yürüdü ve Tabrak dağına İmam Muhammed ibni Hasan eş-Şeyba’ninin (rahimehumallah) yanı başına defnedildi.

Cenab-ı Hak şefaatine nail eylesin.

HAFIZ EL- ENMÂTÎ EBÛ-L BEREKÂT ABDİ-L VEHHÂB İBNİ-L MÜBÂREK İBNİ AHMED BAĞDADİ HAZRETLERİ

Hafız ez-Zehebinin Tezkiretü-l Huffaz’ına göre Bağdat muhaddislerinden olan, âlim ve hafız ve 76 yılllık bereketli bir ömrün sahibi Ahmed el-Bağdadi Hazretleri 462’de doğar ve 538’de ruhunun ufkuna yürür.

İbnü-l Mübarek ibni Ahmed Hazretleri, Ebu Ahmed ibni Hazer Murd es-Sarîfiynî, Ebu-l Hasen ibni-n Nâkûr, Ebu’l Kasım el-Abdülaziz, İbni ali el-Enmâtî ve Ali İbni Ahmed el-Bündâr hazeratından ve daha nicelerinden ders aldı.

Pek çok eser kaleme alan İbnü’l Mübarek ibni Ahmed Hazretlerinden de ; İbn-i Nâsır , Selefi, İbni Asâkir, Ebu Musa el-Medînî, Ebu Sa’d es-Sem’anî ve kendi devrinin önde gelen pek çok alimi kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır

Hafız El-Enmâtî Hazretleri il alaklalı es-Selefî şöyle der ; “Abdülvehhab, kendisinde çok derin bir marifet enginliği olan hafız ve sika olan bir dostumuz idi. İbn-ü Nâsır ise onunla alakalı ; “ O hiç evlenmemiş, iffetine düşkün, sika bir zat idi. Bunun yanında; anlayış ve idrak melekeleri son derece kavi, pek çok ilim halkasından ders almış son derece saygın ve muteber bir zattı.”der.

İbnü’l Cevzî onun hakkında ; “Ben ona okurdum o ise ağlardı. Ben onun gözyaşlarından istifade ettiğim kadar rivayetlerinden etmemişimdir. Selefi Salihin’in yolu üzere hayatını idame ettiren bir zattı. Ve ben ondan gördüğüm fayda, yümün ve bereketi hiç kimsede görmedim.” der.

Ruhu şâd olsun.

İMAM EBÛ’L KÂSIM MAHMÛD İBNİ UMER EZ-ZEMAHŞERİ EL HARZEMÎ HAZRETLERİ

Künyesi ; Fahru Harzem ve aynı zamanda bir dönem Mekke-i Mükerreme’ye mücâvereti sebebiyle Carullah’tır.

467’de Receb ayının 27’sinde Harzem’in köylerinden bir köyde dünyaya gelir.

Mülâki olduğu belde insanları ve sair insanlar tarafından; ekâbir ve efâdıldan bir zat olarak kabul edilen Zemahşeri Hazretleri’nin takva ve salahı onun en mümeyyez vasfı idi.

Zemahşeri Hazretleri henüz erken denebilecek yaşlarda Horasan’a yerleşir fakat defalarca bağdat’a gider. İçinde bulunduğu dönem itibariyle, âlimler açısından oldukça zengin ve en meşhur alimleri içinde barındıran bağdat’a gider ve onlarla mülâki olur.

Dil, Nahiv ve Edebiyat’a dair ilmini, Harzemde ,Şeyhi Ebu Mudar Mahmud ibni Cerir ed-Dabî el- Esbahânî’den alan Zemahşeri Hazretleri daha sonra tahsiline ise devrinin Ferîdü’l Asr’ı, ve kendi döneminde Dil, Nahiv, Edebiyat ve Tıb alanında zirve olarak kabul edilen el-Harezmî ile devam eder.

Ebu Mudar Hazretleri ;  Harzeme mu’tezile mezhebini getiren ve neşreden kimsedir. Halk onun anlatıklarının parlaklığı noktasında hem fikir olurlar ve onun mezhebine tabi olurlar. İşte Ebu’l Kasım ez-Zemahşeri Hazretleri’de ona en sıkı bağlı olanlardan birisidir.

Ebu Mudar Hazretleri talebesindeki zekâ, ciddiyyet ve liyâkati çok çabuk sezmiş kendisinden sonra onu halife olarak bırakma adına ilmen ve maişeten onu sürekli desteklemiştir. İmam Zemahşeri Hazretleri’de Hocası Ebu Mudar Hazretleri’ne karşı son derece vefalı idi. Öyle ki; vefat ettiğinde onun için şu mersiyeyi söylemişti.

وقائلة   ما   هذه   الدرر   التي       تساقطها عيناك سمطين سمطين

فقلت هو الدر الذي قد حشابه       أبومضر اذني تساقط من عيني

Şeyhu’l İslam Ebu Mansur Nasr el-Hârisî , Ebu sa’d eş-Şekkâni ve Muhaddis Ebu Hattab Nasr ibni Ahmed ibni Abdillah ibni Batar Hazeratından (radıyallahu anhüm ecmaîn) hadis dinleyen Zemahşeri Hazretleri Bağdat’ta mülâki olduğu İmam ve Fakih Ebu’l Huseyin ed-Demeğanî Hazretlerinden de fıkıh ilmini tahsil etmiştir.

Kendisi de bir Nahivci ve aynı zamanda Edîb olan İmam Ebu’l Yümn Zeyd ibnu’l Hasen Ahmed ibni Ali Hazretleri Zemahşeri ile alakalı ; “ Acem diyarında neşet ettiği halde kendi döneminin Arapça’yı en iyi bileni ve o dönemin eserlerine en fazla vakıf ve en çok muttali olanı idi. Ve aynı zamanda o topraklarda neş’et eden son faziletli insandı.” der.

İnbâhu’r Ruvât’ında Kıftî Hazretleri Zemahşeri Hazretleri ile alakalı ; “ ilmi ve edebiyatı dil ve nahivdeki derinliği cihetiyle parmakla gösterilen bir insandı. Tefsirde, garîbu’l hadis ve nahivde ve daha pek çok sahada pek çok eser kaleme alan Zemahşeri hazretleri, daha sonraları kendisi için her açıdan münbit bir arazi olacak olan Irak’a geçer. En çok ilim adamının etrafında toplandığı ve kendisine talebe olduğu ve insanların kendisinden en çok istifade ettiği yerdir orası. Aslen Acemî olmasına rağmen Allametü’l Edeb ve Nessâbetü’l Arab ünvanları kendisine orada verildi. Hafız Ebu Tahir es-Selefi kendisini, ismine bedel olarak iki kez “allâme” vasfı ile tavsif edince Zemahşeri hazretleri edep ve tevazu dolu şu ifadeleri söyler;

ما مثلي مع أعلام العلماء إلا كمثل السُّها (نجم صغير) مع مصابيح السماء

“ Alimlerin en iyi bilenleri arasındaki benim halim… devasa yıldızlar arasında, ancak gözü keskin olan kimselerin görebileceği küçük süha yıldızı gibidir.”

Zemahşeri hazretlerinin Etvâku’z Zeheb , Nevêbiğu’l Kelim ve Makamat gibi eserlerine baktığımızda onun çok yüksek ve bedîî mensur ve manzum eserler ortaya koyduğunu görürüz. Şayet şiiirleri biraz daha fazla olsa idi çok büyük bir divan hacmine ulaşabilirdi. Onun şiiirlerinde hep bir fesahat belağat ,asâlet ve yepyeni terü taze manalar okunur… Şeyhi Ebu Mudar Hazretlerine takdîmen yazdığı şu beytlerinde de bu hususiyyet göze çarpmaktadır…

ألعلم للرحمن جل جلاله … وسواه في جهلاته يتغمغم

ماللتراب وللعلوم وإنما … يسعى ليعلم أنه لايعلم

Şeyh Muhammed Naşid Halebi Hazretleri bir belağat dersi esnasında ; “Şayet; E’rac ve Kevsec olmassaydı Kur’an bikr olurdu. Yani o ikisi olmasaydı Kur’anın belağat yönü vechi etem ve ekmel suretle insanlara anlatılamazdı” der. E’rac ve Kevsec, Acem diyarından Harzemli iki imamdır. E’rac’dan murad imam zemahşeri hazretleridir. Onun E’rac diye tesmiye olunmasının sebebi şiddetli kar ve soğuktan dolayı ayağının birinin kopmuş olmasıdır. Kevsec ise İmam Sekkâkî Hazretleridir ki onun bu isimle tesmiye olunmasının sebebi ise köse olmasıdır.

Zemahşeri Hazretlerinin ismini bilebildiğimiz 45 eseri vardır. Bunlardan en bilinenleri ise ;

  • El- Keşşâf Fi Tefsiri’l Kur’an
  • El-Fâiku Fî Garîbi’l Hadis
  • Nüketül E’rabi Fi Garibil İ’rab
  • Muhtasaru’l Muvafakati Beyne Ehli’l Beyti Ve’s Sahabe

İmam Zemahşeri Hazretleri 538’de 71 yaşında Arefe gecesi Harzem’in Cürcan beldesinde vefat etti… Allah’ın Rahmeti üzerine olsun…

ŞEYHU’L İSLÂM – MÜCTEHİD – KUDVE – İMAM – ŞEYH EBÛ İSHÂK

EŞŞİRÂZÎ HAZRETLERİ

Tam adı İbrahim ibni Ali ibni Yusuf el-Feyruzâbad eş-Şiraz’dır. Feyruzâbad’da 393’te doğan ve o muhitte neş’et eden eş-Şirazi Hazretleri 83 yıllık bir hayatın ardından 476’da rahmeti Rahman’a yürüdü.

410’da Şiraza göç eden Ebu İshak Hazretleri orada Ebu Abdullah el-Beydavî ve Abdülvehhab ibni Rameyn’in fıkhına teksifi himet etti. 410’da Bağdat’a geçen Ebu İshak Hazretleri orada da kadı Ebi’t Tayyib et-Taberi üzerine okumalar yaptı aynı zamanda ona iltizam etti ve bu suretle iştihar etti. Onun en büyük talebelerinden oldu ve nihayetinde halkasında ders verecek ilmî kemale erdi.

Daha sonra Şirazi Hazretleri, Ebu Hâtem el-Kazveynî’den kelam ve kelam usulü dersleri aldı. İlerleyen zamanlarda ise Ebu Ali İbni Şezzân ve Ebu Bekr el-Berkân , Muhammed ibni Ubeydillah el-Harcûşî, Ebu Tayyib et-Taberi ve daha pek çok üstaddan hadis dersleri aldı.

Fesahati ve münazaralardaki kudreti hakkında hep örnekler verilen Ebu ishak hazretleri son derece fasih ve beliğ bir konuşmaya ve ifrat derecede bir zekaya sahipti.

Kadı Ebu’l Abbas el-Cürcani, Ebu İshak Hazretleri ile alakalı olarak ; “Dünyada bir dikili ağacı dahi yoktu. Zaman zaman fakirliği öyle bir râddeye ulaşırdı ki, açlığını yatıştırıcak bir lokma ve üzerini örtecek bir elbise dahi bulamadığı olurdu. Bazen biz ona bir şeyler götürürdük de onu bir katîa üzerinde otururken bulurduk. Bizi görünce mahrem bir yeri görünecek endişesi ile ancak hafifçe doğrulabilirdi. Çünkü ; üzerindeki elbisesi tam doğrulmasına dahi müsaade etmeyecek kadar küçücük bir bez parçasıydı.

Yine bir gündü, günlerdir hiçbir şey yememişti. Bağdatın yüksekçe bir muhitinde olan Nasriyye’ye, fasulye satıcısı dostunun yanına çıktı. Dostu onun için doğranmış ekmeğin üzerine fasulyenin suyundan dökerdi. Bazen de dostunun yanına gittiğinde, dostu satışını çoktan bitirmiş ve kapıyı kapatmış olurdu. Ebu ishak hazretleri bunun üzerine “ Tilke izen kerratün hâsirah ” ayet’i Kerime’sini okur ve o hal üzere geri dönerdi.

Bir ânını dahi zayi etmez ve sürekli bir işle iştigal ederdi. Onu görenler hayretlerini ifade sadedinde ; “Nasıl bir kalb ve ciğerdir ki bu, bunca yoğunluğun altında eriyip yok olmaz” derlerdi.

Ruhunun, vera zirvelerinde tayarân ediyor olması ve iltizamı diniyyesi hasebiyle daima pürneşe idi. Talebeleri ve meclisinde bulunanlara latif bir üslub ve ince nüktelerle dolu latifelerde bulunurdu. Yine bir gündü, talebeleri ile yolda yürüyorlarken bir köpek yollarını kesmiş, geçmelerine fırsat vermiyordu. O anda talebelerinden biri köpeği oradan uzaklaştırmak için harekete geçince Ebu İshak Hazretleri : “Sen bilmez misin ki bu yol benimle onun arasında müşterektir” diyerek bundan nehyetmişti.

Şeyh Ebu İshak Hazretleri ;” Kim bana bir mes’ele sormuşsa o benim evladımdır” der ve neden böyle dediğini merak edenlerin merakını izale etme adına eklerdi ; “Avam, çocuklarına nisbet olunur. Zenginler mallarına. Alimler ise ilimlerine.” derdi.

Ve yine derdi ki ; “İlmi kendisine bir fayda vermez ki o alim olsun. Bildiklerini önce kendi nefsine inşad etmez ki o da amil olsun.”

Nizamül Mülk der ki; Ebu İshak Hazretlerine senâ sadedinde; “Nasıl oluyor da hiçbir tekellüfe girmeksizin ben ile Nehrûz el-Ferrâşı aynı seviyede muhatab alıyorsun.” Dedim. O da bana dedi ki; “Bârekâllâhu fîk. Teneşir tahtasında üzerine suyu dökünce nasıl bir oluyorsan işte öyle.”

Tâc es-Sübkî, Ebu İshak Hazretlerinin tercemesinde Ebi ishak Hazretleri ve Ebu Abdillah ed- Dêmegânî ve İmamü’l Harameyn arasında cereyan eden iki ayrı münazaradan bahseder. Ve imam Ebu İshak Hazretleri Şafiilerin bu güçlü imamlarına ilmi cedel hususundaki metanetiyle galebe çalarak bu iki münazarayı da kazanır. Bunun üzerine İmamu’l Harameyn, Ebu İshak Hazretlerine ; “ bir münazarada faikiyyet kazandıracak delilleri ileri sürme mevzuundaki salahiyyetindir bana galebe çalan.” der.

Ebu İshak Hazretleri Fıkıh ve usulünde ve ilmi cedelde kudve , aynı zamanda sûfî yönü de olan zahid, verâ sahibi bir zattı. Bunun yanında; edebiyata büyük bir vukufiyeti olduğu gibi, şiirde de çok güçlü bir zattı. Sübkî Hazretleri onun şiiri ile alakalı ; “ onun şiiri; zülalin en tatlısı, bâkir bulutlardan dökülen yağmur tanelerinin düştüğü lâlezarda yetişen çiçeklerin en güzeli, ve o bahçedeki sarı şebboyların en nâzeninidir.” der.

Son olarak ; Hafız Ez-Zehebi derki ; Ebu İshak öldü ve zahidane bir hayat sürmesi hasebiyle geride bir dirhem olsun bırakmadı. Ve evlenmedi de. İlimdeki hüsnü niyyeti sayesinde musannefleri tüm dünyada iştihar etti… Onlardan bazıları ise ;

  • El-Mühezzeb
  • Et-Tenbih
  • El-Lümehu Fi Usulil Fıkh Ve Şerhul Lumeh
  • Et-Tebsıratü Fi Usulil Fıkh
  • El-Meûnetü Fil Cedel
  • El-Mulehhasu Fi Usulil Fıkh Ve
  • Tabakâtu’l Fukaha

NAHİV İMAMI – DİLCİ – MÜFESSİR – MUHADDİS – EDÎB İBNU’L HAŞŞÂB İSMİ İLE MA’RUF ABDULLAH İBNİ AHMED İBNİ-L HAŞŞAB EL-HANBELÎ

EL-BAĞDADÎ HAZRETLERİ

492’de doğan ve 567’de ruhunun ufkuna yürüyen El-Haşşâb Hazretleri kendi zamanının nahve en vâkıf olanı idi. Hatta onunla alakalı onun Ebu Ali el-Fârisî derecesinde bir nahiv üstadı olduğu söylenirdi. Gerçekten de ibni Haşşab Hazretlerinin, tefsir, hadis, ferâiz, dil, şiir Arap Edebiyatı, Mantık felsefe, hesap ve hendesî ilimler gibi pek çok alanda çok derin ve engin bir ilmi vardı. Kendi dönemi itibariyle bir ilim dalı yoktu ki İbni Haşşab Hazretleri’nin o ilim dalı ile alakalı söyleyecek sözü olmasın. Bütün bunların yanında o, Kitabullah’ı bitamâmiha hıfzetmiş ve çok farklı kıraatlerle okuyabilecek derecede de kıraat ilmine vukufiyyet kesbetmişti.

Nahiv ilmini Ebu bekr ibni Cûmurd el-Kattan , Ebu’l Hasen Ali ibni Zeyd el-Fasîhî el-Esterâbâzî hazeratından alan ibni Haşşab hazretleri, dil ve edebiyata dair ilmini ise Ebu Mansur el-Cevâlikî hazretlerinden almıştır. Hesap ve hendeseye dair ilmini Ebu Bekr ibni Abdilbaki el-Ensarî hazretlerinden alan ibni Haşşab hazretleri, ferâize dair ilmini ise Ebu Bekr el-Merzûkî hazretlerinden almıştır. Hadisle alakalı olarak ise kendi döneminin meşâyihinden ders alan ibni Haşşab hazretleri, semaî usul ile ahzi hadis mevzuunda son derece hassas idi. Çok hoş bir yazısı vardı.

İbni Haşşab Hazretleri, hadisi şerifleri son derece serî, ama bir o kadar da sehivsiz ve anlaşılabilir olarak okurdu. Hatta bununla alakalı Buharalı İmam Ebu Şüca’ Umer ibni Ebi’l Hasen el-Bistâmi hazretleri ; “ Bağdat’a vardığımın ilk dönemleri idi. Ebu Muhammed ibnü’l Haşşab bana Ebu Muhammed el-Kuteybenin “ garibul-hadis ” ini okudu. Okudu ama ; ben daha önce hatasız, ama bir o kadarda serî okumanın kendisinde cem olduğu bu denli zirve bir zat görmemiştim. Etrafımızda ilim ehli pek çok fazilet sahibi insan da vardı. Baktım onlar dilleri sürçe sürçe onun hızına yetişmeye çalışıyorlardı. İbni Haşşab ise, bila fütur okumaya devam ediyordu.

Talebelerinden Hafız Ebu Muhammed ibni-l Ahdar anlatıyor ; “Hasta olduğu bir gündü. Yanına girmiştim. Göğsünün üzerinde bir kitap vardı ve ona bakıyordu. “Bu nedir?” diye sordum. Dedi ki ; “İbni Cinnî nahiv ile alaklı bir mevzu için şiirden bir beyit ile delil getirmek istemiş ama hatırlayamamış. Oysaki ben bu mevzuda, hemen her bir beyti o kaide için delil olabilecek nitelikte 70 kadar beyit söyleyebilirim.

İbni Haşşab Hazretleri güzel ahlak sahib bir insandı. Kaleminden daha ziyade sözlerinde ayrı bir letâfet vardı. Ne evlendi ne de kendisine günlük işlerinde yardımcı olacak bir cariye de edindi.

Çok zarif latifeler yapabilen enderi nadirattan bir zat idi. Başındaki imamesi bazen yüzüne doğru, bazen geriye, bazen sağ tarafa bazen de sol tarafa meyilli olarak dururdu. Bunun sebebini sorduklarında ise ; “akıllı adamın başında imame rahat durmaz” diye latife etmişti.

İbni Haşşab Hazretleri hüsnü hat sahibi bir zat idi. Bunun yanında kavrayış ve idrâki mûcibi hayret idi.

İbnü’n Neccâr onunla alakalı olarak ; “ ehli ilimden ve ashabı hadisten vefat eden bir kimse yoktur ki ibni Haşşab onların kitaplarını satın alıp tekrardan yazmak suretiyle teksir etmesin. O böyle yapmakla aynı zamanda bütün bu meşayihin usulünü de öğrenmiş oluyordu. Elbisesinin yeninde hiçbir zaman kitap eksik olmazdı. Hatta onun kitap satın alması ile alaklalı bir hikaye anlatılır; “ Bir gün 500 dinarlık kitap satın alır fakat yanında hiç parası yoktur. Onlardan üç gün mühlet ister. Sonra üzerinden bir süre geçer fakat o parayı bulamaz ve evini satılığa çıkarır. Ve ancak böylelikle kitablar için taahhüt ettiği borcunu ödeyebilir.

Vefatından önce bütün kitaplarıni ilim ehline vakfeden ibni Haşşab Hazretleri bağdat’ta Bab-ı Harb’te medfun olan İmam Ahmed ibni Hanbel Hazretlerinin kabri şeriflerine defnedildi.

Vefatından sonra uzunca bir süre rüyalarda görülmüş ve Cenab-ı Hakk’ın seninle ilgili muamelesi ne oldu diye soranlara ; “Cenab-ı Hak beni mağfiret buyurdu! “Yani Cennete mi girdin?” dediklerinde ise; “evet fakat Cenab-ı Hak benden yüz çevirdi.” Cenab-ı Hak senden yüz mü çevirdi?” diye taaccüblerini ifade ettiklerinde ise ; “ Evet. Çünkü ulemadan pek çoğu ilmiyle amil olanlardan değildi.”der.

Cenab-ı Hak şefaatine nâil eylesin.

MENNÎ İSMİYLE MA’RUF EBU-L FETH NÂSIHUDDÎN EL-HANBELÎ HAZRETLERİ

Hayatı ile alakalı malumatları Hafız ibni Receb el-Hanbeli Hazretlerinin “zeyl’u Tabakâti’l Hanâbileti” eserinden temin ettik.

Fakih ve zahit olan Ebu’l Feth Hazretleri 501’de Nehrevan’da doğdu. Ebu Bekr ed-Diynevêrî Hazretlerinden fıkıh ilmi tahsil eden Ebu’l Feth Hazretleri, bu alanda kendi akranları arasında çok çabuk temayüz etmiş ve zamanla onlara da ders verir hale gelmiştir. Bütün himmetini, usulü, fürûu iftilaflarıyla mezheplere ve fıkha sarfeden Ebu’l Feth hazretleri aynı zamanda fıkıh tedrisinde hep önlerde olmuştur. Bereketli ve uzun bir hayat süren ve bu süre zarfında da şöhreti her yanda duyulan Ebu’l Feth Hazretlerine, farklı belde ve diyarlardan kendisine ilim talebi adına rıhleler düzenlenmiş ve bu vesile ile daha sonraları ümmete imam olacak pek çok zaat onun rahlei tedrisinden geçmiştir.

İbnü’l Hanbeli hazretleri, 70 sene fetvalar verir ve nahiv derslerinin tedrisi ile uğraşır ama hayatı boyunca asla evlenmez ve kendisine yardımcı olacak bir cariye de edinmez. Ne bir ata. ne de bir merkebe biner, ne de dünyalık adına bir metaı olur. Elbisesi adına iftihar edilecek tek libası takva libasıdır. İmanî müteallik mes’eleleri asla tartışma mevzusu yapmaz hatta bunu kerih kabul ederdi. Bu yönü itibariyke selim itikad sahibi bir zattı.

Ebu Muhammed Abdirrahman ibni İsa el-Buzûrî Hazretleri ; “ Ebu’l Feth Hazretleri Cenab-ı Hakk’ı çokça zikreden ve ve hususiyle geceleri çokça Kur’an tilavet eden bir zat idi. Allah’ın salih kullarına daima ikramlarda bulunur ve onlara karşı hep kalbi bir alaka beslerdi. Kendisinde; ne fukahadaki kibir alametleri ne de ulemadaki ucbun eseri görülürdü. Ne zaman kendisine talebelerinden birisinin, yahut söyle böyle muarefe ettiği bir insanın hastalığı haberi ulaşşsa, hemen ziyaretine koşar, yahut birisinin cenazesi olsa yaşına ve bünyesinin zayıflığına aldırmaz onu teşyi’ eder ve bir bineğe binmeksizin kabristana kadar yürür ve defin işlemlerinde orada bulunurdu. O bir zahiddi ve az ile iktifa ederek kanaatkar bir ömür sürdü. Şayet kendisine Beytü’l Mal’dan bir ganimet, yahut fütûhî şeyler gelse hemen ashabı arasında onları tevzi ederdi. Kendisine bir hediye takdim edilecek olsa vakit fevtetmeksizin iade ederdi.” Der.

Ramazanın ayının 4. Cumartesi gününde 583 yılında hastalıklarının ziyadeleşmesi sebebiyle vefat eden Ebu’l- Feth Hazretlerinin cenazesinde, sayılamayacak kadar farklı kabilelerden adete ardı arkası kesilmeyen bir insan seli vardı. İnsanlar arasında izdiham olmuş hatta bir fitneden korkulur hale gelmişti.

Allah’ın rahmeti onunla olsun…

VEZÎR CEMALUDDÎN EBU’L HASEN ALİ İBNİ YÛSUF EŞŞEYBÂNÎ EL-KIFTÎ

EL-HALEBÎ HAZRETLERİ

568’de doğar 646 da Helep’te ruhunun ufkuna yürür.

Hayatı ile alakalı malumatları dostu ve aynı zamanda sırdaşı olan Allâme Yakut el-Hamevî Hazretlerinin “ mu’cemul üdebâ ” sından temin ettik.

Dostu anlatıyor ; Kâdı’l Ekrem namıyla maruf Ebu’l Hasen ali ibni Yusuf ibni İbrahim eş-Şeybânî Hazretleri Mısırın yüksek kesimlerinde bulunan “Kıft” şehrinde doğdu. Fakat Kahirede neş’et etti. Ebu’l Hasen Hazretleri fazilet abidesi, asalet sahibi, kerîm, eli açık, güler yüzlü, tebessümü çok tatlı, âlicenab bir zat idi.

Evine mütemadiyn gelir giderdim. Bu süre zarfında kendisine, fazilet sahibi ehli ilimden gelen gidenler olur, onlarla nahiv – dil – hadis ilmi – kuran – kelam – mantık – riyazat – astroloji – matematik – tarih – cerh ve tadil gibi pek çok ilim üzerine aslına mutabık olarak ve çok sistematik bir şekilde müzakerelerde bulunurlardı…

Kadı’l Ekrem Hazretleri kitap koleksiyoncusu ve bu mevzuda son derece haris bir zat idi. Ben kitap ticareti yaptığımdan dolayı biliyorum, ondan daha ziyade bu mevzuya ehemmiyet veren birini görmedim. O kitaplardan ondan daha fazla istifade edeni de görmedim. Halep’te doğmuş olmasına rağmen Mısır’da neşet etmiş ve böylelikle her ilimden nasibdâr olmuş bir zat idi. Kendisinin 25’ten fazla musannefâtı vardır. Bunlardan bir kaçı ;

  • “Kitabu’d Dâd ve’z Zat” adlı eseridir ki ; lafzen birbirine benzeyen fakat yazılışları itibariyle farklı olan kelimeler üzerinedir.
  • Kitabu’d Dürri’s Semîn F3i Ahbâri’l Müteyyemîn
  • Kitabu’l Ahbâri’l Musannefîn Ve Ma Sannefûhu
  • Kitabu Ahbâri’n Nahviyyîn
  • Kitabu’l Mücella Fi İstîy’âbi Vucûhi Kella

Tarihçi İbni Şakir el-Kütübî “ fevatil vefiyyat” ında Ebu’l-Hasen hazretleri ile alakalı derki ; “Anlatılamayacak derece de çok kitap biriktirmişti. Dünyada kitaplarından gayrı ne bir gönül verdiği, ve ne başını sokabileceği bir evi ne de bir zevcesi olmuştu. Yaklaşık olarak elli bin dinarlık kitaplarını, kendisini farklı zamanlarda himaye eden Halep Valisine hibe etmiş ve 646’da ruhunun ufkuna yürümüştü.” der.

 

FÂZİLET SALÂH VE İLMİNE BÜTÜN ŞARK VE GARBIN ŞEHÂDET ETTİĞİ İMAM NEVEVÎ HAZRETLERİ

631’de Havran’da dünyaya gelen Nevevî Hazretleri 649’da henüz 18’li yaşlarda iken Şam’a gider. Burada Ravvâhe medresesinde kalan Nevevi Hazretleri bu süre zarfında medresenin kendisine tayin ettiği ekmeğin dışında hiçbir şey yemez. Ve dört buçuk ay gibi kısa bir süre zarfında “tenbîh” adlı eseri hıfzeder. Daha sonraları pederi ile hacca giden Nevevi hazretleri, akabinde bir buçuk ay kadar Medine-i Münevvere’de ikamet eder.

Ebu’l Hasan ibni Attar Hazretleri naklediyor: “İmam Nevevi, meşayihına her gün mutad olarak şerh ve tashihi ile birlikte; fıkıhtan “vasît” adlı eserden iki ders ve bunun yanında “mühezzeb”. Hadisten “el-Cem’u Beyne’s Sahihayn”, yine hadisten “Sahihi Müslim”, Nahivden “ibni Cinnî’den “el-Lumeh”, dil adına “ Islahu’l Mantık”, Sarf ilmi adına “ İlmu’s Sarf” ve bunun yanında usulü fıkıh ve yine hadisten “Esmâu’r Ricâl ve akideye ait “ Usulü’d Din” dersleri olmak üzere toplamda 11 ders okumaktaydı.

Radî ibni Dehhân, Abdulaziz ibni Muhammed el-Ensarî, Zeynuddin ibni Abdiddâim, İmaduddin Abdülkerim ibnil Harestaânî, Takıyyuddin ibni ebi’l Yesr ve Cemâluddin ibni Sayrafî hazeratından ders dinledi.

Hafız Abdülganî el-Makdisi’den Kütübü Sitte, Müsned , Muvatta, Beğavinin Şerhu’s Sünne, Sünen’i Dârekutniî ve daha pek çok eser dinledi. Kadı et-Teflisi’den usul dersi alan Nevevi Hazretleri Kemal İshak el-Mağribi’den de fıkıh ilmi tahsil etti.

Devamlı olarak tedris, tasnif, neşr i ilim, ibadet evrad u ezkâr ile meşgul olan Nevevi hazretleri iaşe ve giyecek sıkıntılarına karşı da daima sabırlı bir zat idi.

Sadruddin Süleyman el-Ca’feri, Şihaâbuddin Ahmed ibni Ca’vân, Şihabuddin el-irbidî, Alâuddin ibni’l Attar gibi pek çok ulema rahle i tedrisinden geçmiştir. İbnü Ebil-Feth ve Hafız el-Mizzî ve ibnü’l Attar gibi zatlar kendisinden hadis rivayetinde bulunmuşlardır.

İbnü’l Attar şöyle der: “ O ne gece ne de gündüz vaktini zayi eder, yolda bile olsa daima bir işle iştigal ederdi.”

Hafız ez-Zehebî : “O nefsiyle daima kavgalı, amelinde ise vera sahibi, sürekli murakabe ve tasfiyetünnefs hali üzere bulunan, kalbî bir zattı.”der.

           İbnü’r Raşîd : “Bir gün Şeyh Muhyiddîni iaşesini ve giyecek mevzusunu dert etmemesi ve kendisine dikkat etmemesi gibi hususlar sebebiyle azarladım. Hatta meşgul olduğu bütün bu işlerinden kendisini meşgul edecek bir hastalığa düçar olması ihtimalini de nazara vererek biraz korkutmak istedim.” Bana dedi ki ; “ Benimki de ne ki.? Oruç tutmak ve ibadet etmekten cildi yemyeşil kesilen insanlar vardı.”

İmam Nevevi Hazretleri 676’da 45 yaşında dârı bekaya göç eyler.

Cenâb-ı Hak şefaatine nail eylesin!

ALLÂME – FAKÎH – MÜFESSİR – NAHVÎ – DİL ÜSTÂDI – HÂFIZ ŞEYH

BEŞÎR EL-ĞAZZÎ EL-HALEBÎ HAZRETLERİ

1274’te Halep’de dünyaya gelen Beşir el-Gazzî hazretleri, 1339’da burada vefat etmiştir. Henüz yedi yaşında iken hıfzını tamamlayan Beşir el-Gazzî hazretleri daha sonraları okuma ve yazmaya yöneldi. 13’ünde 20 günden az bir sürede İbni Malik’in “Elfiye”sini ezberleyen Beşir el-Gazzî hazretleri daha sonra ise Hanefi metin kitabı Kenz’in kahir ekseriyetini hıfzeder. Daha sonra Rıdâî medresesine başlar ve burada sesinin güzelliğiyle iştihar eder. Medresede Kur’an tilavet ettiği aynı zamanda mantık, edebiyat ve münazara gibi ilimlerle yanında astronomi ve felsefe gibi ilimler de okur.

Bir gün kendisine evlilik teklif edildiğinde, “zaman, evlad-ü ıyâl özlemi çekilecek ve şahsi hayat istenecek bir zaman değil” anlamında bir şiirle cevap verir. Sonra bu beyitle aynı mazmunu ifade eden pek çok şiir de kaleme alan Beşir El-Gazzi hazretlerini dünyaya ait işler meşgul etmiyor ve o dünyanın imtihan yeri, nimetlerinin de geçici olduğunu yakîn mertebesinde biliyordu. Dolayısıyla kalpleri dünya sevgisiyle dolu olan gafillerden farklı bir kalbi vardı. Halim bir fıtratı vardı. Kendisinin gıybeti yapıldığı ya da kendisini birilerinin kıskandığı haberini aldığı zaman “Allah onu affetsin” sözünden başka bir şey demezdi.

Daha sonraları fetva eminliği ve medrese hocalığında da bulunan Beşir el-Gazzî hazretleri bir dönem mebuslukta yaptı. Savaştan sonra meclis kapanınca mahkemede görev alan Beşir el-Gazzî hazretleri, sonrasında ise kadı oldu. Vefatına kadar bu vazifeyi ifa etti.

Çok ince kalpli birisiydi. Fakir halkı gördüğünde buna çok üzülür. Genellikle sükûtu tercih eden anlayışlı bir zat idi.

İMAM – ŞEYHU’L İSLAM İBNİ TEYMİYYE EL HARRÂNî ED-DIMEŞKÎ HAZRETLERİ

661’de Rebîu’l Evvel ayında Harran’da dünyaya gelen İbni Teymiyye Hazretleri henüz çok erken yaşlarda 667’de ailesi ile birlikte şama gelirler. Şam’da İbni Abdi’d Dâim- İbni Ebi’l Yüsr, Kemal ibnü Abd gibi devrinin önde gelen ulemasından hadis dinleyen İbni Teymiyye hazretleri himmetini daha ziyade hadise teksif etti. İlimde bir bahri umman olan İbni Teymiyye hazretleri rical ve hadisin illetleri ve hadisleri anlama mevzuunda temayüz etti. Hatta kendisi ile alakalı : “ Eğer bir hadisi İbni Teymiyye bilmiyorsa o hadis değildir” denildiği naklolunmakta.

Daha sonraki dönemlerde görüşlerinden dolayı devrin cebbar ve tiranlarınca Kahire ve İskenderiye zindanlarında hapse mahkum edilen İbni Teymiyye hazretleri sadece Şam’da iki kez hapse mahkum edilerek pek çok imtihan ve eziyetlere maruz bırakıldı. Ve yine ömrünü 728’de bir zindanda esir olarak noktalayarak rahmeti Rahman’a yürüdü. Cenazesine sayısız imam ve şeyhin iştirak ettiği İbni Teymiyye hazretleri kardeşi olan İmam Şerafuddin Abdullah’ın yanıbaşına, sufiler kabristanına defnedildi.

Hafız ez-Zehebi “ Mu’cemu Şuyuh” adlı eserinde İbni Teymiyye Hazretleri ile alakalı ; “ İlmen marifeten, şecaaten, zekaen ve nuraniyeti itibariyle “ferîdu’l Asr” olan İbni Teymiyye hazretleri bizim şeyhimiz olduğu kadar tüm Âlemi İslam’ın da şeyhidir.” der.

Hadisteki beraati müsellem olan ibni teymiyye hazretleri aynı zamanda da manalardaki inceliği ve maksıdı,suyun akışı rahatlığı ve sürati içinde kavrayabilmesi, ateşîn zekası, kendisinden öncekilere nasip olmayan nice hakikatlerin istinbâtının kendisine müyesser olması hasebiyle tefsirde de beraat sahibi devasa bir zattır. Arapçayı usul ve füruu ile illetleri ve ihtilafatı ile çok iyi bilmektedir. Bir ara akliyyata da nazar etmiş ve mütekelliminin sözlerini bakış açılarını öğrenip onlara reddiyeler vermiş ve onları hataları noktasında tenbih ve ihzar etmiştir. Böyle yapmakla da aslında o , en vazıh hüccetler ve en bahir bürhanlarla sünnetin müdafii oldu. Ve bu sebeple muasırlarınca eziyetlere, sadece sünneti müdafa etti diye alaya alınmalara maruz kaldı.

İbni Teymiyye hazretlleri Cenabı hakkın hurumatına karşı son derece tazimkâr, sürekli dili duada, devamlı Cenab-ı Hakk’ın inayetini isteyen son derece mütevekkil metanetli bir zat idi. İtiyâd edindiği bir evrâd u ezkârı vardı. Ulema, süleha, asker ve ümeradan, tüccar ve önde gelenlerden ve daha pek çok kesimden insan, onda kendisine yakınlık duyup ülfet edebileceği bir yön mutlaka bulurdu.

Kadı Ebu’l Feth ibni Dakîk anlatıyor: “ İbni Teymiyye ile ne zaman bir mecliste bir araya gelsek onu hep bütün ilimler gözünün önünde, istediğini oradan seçip alan ve istediğini de oradan bırakan bir adam olarak görürdüm.” Denilir ki İbni Teymiyye hazretleri münazara meclislerine hiç iltifat etmezdi. Çünkü o hakikati konuşmayı yahut sükutu severdi. Hayatı boyunca hiç evlenmedi ve bir yardımcı da edinmedi. Genelde kardeşi ihtiyaçlarını görüp gözetirdi. Zaten çoğunlukla yemek de yemezdi. Dünya onun sırtında katlanılması gereken bir yükten başka bir şey değildi. İbni Teymiyye el-Harranî hazretleri geride yaklaşık olarak 105 ciltlik bir musannefat gibi dev bir hazine bırakarak 67 yaşında 728’de darı bekaya irtihal etti.

MÜTEFENNİN – MÜTEKELLİM – USULCÜ – FAKİH – İLMİ CEDELDE OLDUKÇA MAHİR – NAHİVCİ BÜTÜN ZAMANLARIN FAHRİİZZÜDDİN MUHAMMED İBNİ EBÎ BEKR İBNİ ABDİLAZÎZ İBNİ MUHAMMED İBNİ İBRAHİM İBNİ SA’DİLLAH HAZRETLERİ

749’da Arabistan’da Yenbu şehrinde dünyaya geldi. Hergün iki hizb (araplarda bir cüz iki hizbten müteşekkil) ezberlemek suretiyle 1 ay gibi kısa bir sürede hafız olan İzzüddin hazretleri aynı zamanda dedesi İzzülkerim Ebi’l Ferec, İbni’l Karî ve Nasıruddin el-Harevî hazeratından de hadis dinledi. İlerleyen dönemlerde ise Siracü’l hindî, Ziyau’l Kırmî, Alaussîrâmî, Carullah, ve Hattabi’den akli illimlerle meşgul oldu.

İslami ilimlere vukufufiyeti müsellem olan izzuddin hazretleri fennî ilimlerde de Mısır diyarında müşârun bil-benan olacak derecede de beraat sahibi idi. İzzuddin hazretleri kendi zamanının ders takriri mevzuunda naziri olmayan ender şahsiyetlerinden idi. Mutavvel mütevassıt ve muhtasar şerhler ve haşiyeler düştüğü bini aşkın telifatı olmakla beraber bizzat baştan sona kendi yazdığı bir eseri yoktur. Fıkıh, Tefsir, Hadis, Usul, Cedel, Sarf, Belağat, Mantık, Felsefe ve Tıbbi ilimler gibi daha pek çok sahada söz sahibi olan bir zat idi. Kendisi ile alakalı ; “ Kendi dönemimdeki ilim adamlarının isimlerini dahi bilmediği 30 farklı ilmi biliyorum” dediği naklolunmaktadır. Öyleki tasnif ettiği eserlerin bir kısmı başlı başına bu ilimlerin adlarından müteşekkil.

Kendisinden ilim tahsil edenler arasında; Şeyh Ruknuddin Amr ibni Kadîd, Kemal ibnü Hümam, Şemsul Kayât, Hafızu’l Asr ibni Hacer ve Kadı’l Kudat Alemuddin el-Bulkînî (rahimehumullah) gibi zaatlar vardır.

Ömrü hayatında hiç evlenmeyen İzzuddin hazretleri, geride hiçbir şey bırakmasızın 819 yılının ortasında darı bekaya göç eyledi.

ALLÂME – MUHAKKİK – HANEFÎ FAKÎHİ – MUHADDİS – USUL ÂLİMİ – KÂRİ – MÜFESSİR – VERA‘ SAHİBİ – ÂBİD – ZÂHİD ABDULHAKİM EL-AFĞANÎ HAZRETLERİ

1251’de, Afganistan’ın Kandehar şehrinde dünyaya gelen Abdülhakim el-Efgânî hazretleri 1326’da Şam’da vefat eder.

Abdülhakim el-Efgânî hazretleri kaynaklarda geçtiği üzere sadece kendi kazancını yer, kimseden bir şey kabul etmezdi. Pek çok Hanefi kitaplarına şerh ve haşiye yazan Abdülhakim el-Efgânî hazretleri’nin cenazesinde görülmemiş bir kalabalık vardı. İlmi ve faziletinin yanında, ibadet, zühd, takva ve iffet hususlarında benzeri yoktu. Onun hayatı İslam’ın ilk yıllarındaki hayatlara tamamen benziyordu. Şam’lılar ; “ Selefin ulemasına görmek isteyen, Şeyh Abdülhakim’e baksın” derlerdi. Ömrü boyunca elinin emeği ile kazanacağı işlerle meşgul oldu. Emirler, vezirler ve zenginlerden uzak durur ve kimsenin yemeğini yemezdi. Bazı zenginler kendisine hediye veya para göndermek istediklerinde bunu katiyyen kabul etmez, yanına bırakıldığında ise peşinden gider iade ederdi. Yaşlılık zamanlarında bile ulemanın huzurunda dizleri üzerine otururdu. Bidatlerden uzak durur vaktini boşa geçirmek suretiyle heder etmez, sürekli faydalı işler peşinde koşardı. Günde iki ders yapar ve dersi öğrencilerin tam olarak anlamasını isterdi. Kendine dersle ilgisiz soru sorulunca önce biraz celallenir, sonra sakin bir şekilde sorana izah ederdi. Vefat edinceye kadar derslerine devam etmişti.

Ruhu Şâd Olsun.

ALLÂME – FAKÎH – KADI – HZ. HALİD B. VELİD (RADIYALLAHU ANH) IN SOYUNDAN GELEN ŞEYH EBU’L-VEFÂ HALÎL EL-HÂLİDÎ HAZRETLERİ

Viladet tarihi tam olarak bilinemeyen Ebu’l-Vefa Halil El-Hâlidi hazretleri Halep’te dünyaya gelmiştir. Ebu’l-Vefa hazretleri çok iyi bir hafızaya sahipti öyle ki Hanefi metinlerinden Kenz ve başka metinleri hıfzetmiştir. Bir süre Halep kadılığı yapmış ve sonrasında ise bu vazifeden ayrılarak Şark diyarını dolaşmıştır. Ebu’l-Vefa hazretleri İlim için yolculuk yapmaktan çekinmez, yolculuğun bütün zahmetlerine katlanırdı. İstanbul’da Şer‘i Kaza medresesini bitirmiştir. Osmanlı şehirlerinin birçoğunda kadılık yapmış ve akabinde ise Meşihat-ı İslamiye’ye Mushafları İnceleme Kurulu’na âzâ olarak seçilmiştir. Uzun yolculuklar yapmış olması vesilesiyle bilinmeyen mahtutât eserlere de vakıf olmuştur. Müsamahalı, mütevazi, kibar ve iffetli birisiydi. Hiç evlenmedi. Ancak ömrünün sonuna doğru ailesinin bu mevzudaki aşırı ısrarı sebebiyle mecburen kabul etmiş, zifaf gecesi hanımından kitaplarla meşgul olmak için izin istemiş, uzun süre kitaplarla meşgul olmuş, hanımın yanına gitmemiştir. Daha sonra da boşanmış ve bekar olarak yaşamıştır. Kitaplara olan bağlılığı, aile sevgisinden çok daha fazla idi. Edebiyat hakkında yazmış olduğu, yazılarının yekûnu 30 defter kadardır. Hadler, usul-ı fıkh ve başka alanlarda da eserler telif etmiştir. Ömrünün son zamanlarında bile yaşlılığına rağmen sürekli kitaplarla meşguldü. 1360 ‘da Kahire’de vefat etmiştir.

Allah’ın Rahmeti Onunla Olsun.

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ HAZRETLERİ

Allâme, büyük müctehid, abid, yüce kamet, pek çok sıkıntıya maruz kalan, baskı ve zor zamanlarda dinin emin mübelliği, Bediüzzaman lakabıyla meşhur, Şeyh Said Nursi. Said b. Mirza el-Kürdi 1293’te Bitlis’in Hizan nahiyesinin Nurs köyünde dünyaya geldi. Urfa ilinde, Ramazan ayının 25. inde 1379 yılında ruhunun ufkuna yürüdü.

Çocukluğundan beri ateşin zekası ve kuvvetli hafızası ile iştihar eden Bediüzzaman Hazretleri buluğ çağına gelmeden önce çok farklı ilimleri öğrendi. Farklı alanlarda pek çok kitap ezberledi. Daha sonra alimlerle münazaralar yaptı. Hocası Molla Fethullah Efendi zeka ve hafıza kuvvetini görünce çok şaşırmış ve “böylesi bir zeka ve hafızanın bu seviyede bir kişide cem olması çok nadirdir” demiştir.

Bediüzzzaman Hazretleri farklı bir fıtrata sahipti, dinin emirlerine muhalif olan kim olursa olsun karşısına dikilirdi. Devrinin zalimleri ile hayatı pahasına da olsa mücadele etmiştir. Din düşmanları kendisine çok farklı zulümler yapmış, sürekli mahkeme ve hapislere gönderilmiştir. Ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar sabretmiş ve dine davete devam etmiştir. Evlilik hakkında sorulunca dağdağalı bir hayatı varken evliliğin gerekliliklerini yerine getiremeyeceğini söylemiştir.

Daha sonraları Van’a giden ve orada ders veren Bediüzzaman hazretleri Van’da 15 yıl kadar kalmış ve burada da modern ilimleri okudu. Tabii ilimlerin de okutulmasını gerekli gören Bediüzzaman hazretleri, bunun için de Medrese-i Zehra isminde bir okul kurmak için çalıştı. Bu gayesi adına İstanbul’a gidip, orada da düşüncelerin anlatmak için şehrin âlimlerini davet etmiştir. İstanbul’da iken kısmen siyasetle ilgilenen Bediüzzaman hazretleri, inkılaptan sonra ise kitap yazmakla meşgul oldu. İstanbul’da kendisi hakkında ölüm planları olduğu haberini alınca “ecel birdir, teğayyur etmez” demiştir. Daha sonra Şam’a giden Bediüzzaman Hazretleri, orada meşhur Hutbe-i Şamiye’yi okudu. Van’da ders verirken harp çıkmış, kendisi ve talebeleri bizzat savaşa katılmıştır. Bu savaşta birçok talebesi esir olmuş, kendisi de esir düşmüştür.

Esaretten sonra Ankara Hükümeti kendisini Ankara’ya davet etmiş fakat Ankara’ya gelişinde, hükümetin tutumunu görüp çok üzülen Bediüzzaman hazretleri, mecliste vekilleri irşad eden bir hutbe irad etmiştir.

Daha sonraki yıllarında ise mahkemeden mahkemeye gönderilmek suretiyle daima tazyik altında tutulup eziyete maruz bırakılmış ama buna rağmen, dine davetten bir ânı seyyale geri durmamıştır.

Uzun yıllar komünizmle de mücadele eden Bediüzzaman hazretleri’ne göre İslam’ı anlamak isteyen, Risaleleri okumalıdır. Zira Üstad hazretleri İslam’ı Modern asrın anlayışına göre izah etmiştir.

Son asırda Türkiye’de Müslümanlar çok büyük zulümlere maruz kalmışlardır. Devletteki zalimler bütün bir halkın kendilerine itiraz etmemelerini istiyor, bunun için çok fazla baskı uyguluyorlardı. Ancak cesur bir ses yükseliyordu. Küfrün bütün hırçınlığına rağmen Bediüzzaman korkmuyor, dine davete devam ediyordu.

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, oysaki Allah kafirlerin rağmına nurunu kesinlikle tamamlayacaktır” ayeti kerimesi bu seste tecelli etmekteydi.

MUHTEREM HOCAMIZ’IN UFKUNDAN BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ

(RUHUMUZUN HEYKELİNİ DİKERKEN \ “DÜŞÜNCE VE AKSİYON İNSANI” MAKALESİ)

…Ve hele imanı, düşüncesi ve baş döndüren aksiyonuyla küfür ve ilhad dünyasının bütün planlarını altüst eden Bediüzzaman’ı hatırlamamak mümkün mü?

Bediüzzaman, üzerinde titizlikle durulup düşünülmesi, araştırılıp insanlığa tanıtılması gerekli olan bir simadır. O, İslâm âleminin, inanç, moral ve vicdanî enginliğini hem de en katıksız ve müessir şekilde ortaya koyan çağın bir numaralı insanıdır.

Dış görünüş itibarıyla sade ve basit görünen Bediüzzaman, gerek düşünce hayatında, gerek aksiyonunda hemen her zaman başkalarında bulunmayan engin bir karakter sergilemiştir… O hemen her zaman, davranışları itibarıyla, masum bir ikili görünüm sergilerdi: Biri, engin bir vicdan eri, derin bir aşk ve heyecan timsali ve olabildiğince mert bir insan görünümü; diğeri de fevkalâde dengeli, çağdaşlarının çok önünde ileri görüşlü, büyük plan ve projeler üretebilen sağlam bir kafa yapısına sahip mütefekkir görünümü…

Bazı kimseler görmezlikten gelseler de gerçek şu ki; Bediüzzaman çağdaşlarınca, kendi kuşağının en ciddî düşünürü ve yazarı kabul edilmiş; kitlelere hem bir sözcü hem de önder olabilmiş; ama kat’iyen kendini beğenmemiş, gösterişe girmemiş ve hep âlâyişten uzak kalmaya çalışmıştır. Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır…”[1][1] sözü, onun bu konudaki altın beyanlarından sadece bir tanesi…

Bediüzzaman, materyalist düşüncenin, fikir hayatımızı hercümerç ettiği, komünizmin en çılgın dönemini yaşadığı, dünyanın en bunalımlı, en karanlık, en sıkıntılı günlerden geçtiği çok tâli’siz bir zaman diliminde, iman ve ümit tüten eserleriyle, sarsıntı üstüne sarsıntı yaşayan insanımıza Hızır çeşmesine giden yolları gösterdi ve gezdiği her yerde yığınlara hep “ba’sü ba’de’l-mevt” üfledi.

Evet, Bediüzzaman milletin fikrî seviyesizliklerle sürüm sürüm yaşadığı ve içtimaî dertlerin birer buhran hâlini aldığı, ülkenin hemen her yanında ürperten yüzlerce hâdise ile yüz yüze kalındığı, her tarafta İslâmî ve millî değerlerin enkaz enkaz üstüne yıkılıp gittiği ifritten bir dönemin, düşünen, çareler arayan, teşhis ve tespitlerde bulunan sonra da bu rahatsızlıklara reçeteler sunan bir hekimi olmuştu. Onun fıtratı, yanlış ve dinî değerlere ters şeyler karşısında fevkalâde müteheyyiç, ufku âlî ve himmeti de olabildiğince “ulü’l-azmâne” idi. Koskoca bir milletin mahv u izmihlâline göz yumup lâkayt kalmak, bu aslan yürekli insanın tabiatına zıttı. O, milletçe kusurlarımızı ve felaket sebeplerimizi, hem de en derin, en gizli noktalarına kadar açarak, millete kendini sorgulama yollarını gösterdi. Sık sık ona inkıraz sebeplerini hatırlattı ve kurtuluş reçeteleri sundu.. sundu ve en acı hakikatleri hiç tereddüt etmeden haykırdı.. yanlış kanaatlerin, küflü düşüncelerin, küfür ve ilhadın üzerine at sürdü.. ve hayatı boyunca da, hakikat nurlarının inkişafına mâni bütün engellere karşı sürekli mücadele etti.

O, hemen her kesime, sürekli cihad için kınından sıyrılacak kılıçtan evvel, fikir ve ruhlarımıza vurulan zincirlerin kırılması lâzım geldiğini ihtar etti.. ve bir “ba’sü ba’de’l-mevt” müjdesiyle, genç nesillere İslâmî düşünceye giden yolları gösterdi. O, coğrafî olarak ülkenin bölünmesinden, parçalanmasından, küçülmesinden korkuyor ve titriyordu ama, daha çok bu tür tersliklere sebebiyet verecek olan fikirlerin daralmasından, ruhların sefilleşmesinden, batı taklitçiliğinden ve şablonculuktan ürperiyordu.

Eğer Bediüzzaman soluk soluğa ülkenin dört bir yanına mesajlarını sunduğu zaman, onu anlayacak birkaç yüz aydın, düşüncelerinde ona destek olabilseydi, ihtimal bugün en zengin ülkelerden daha zengin, en medenî milletlerden daha medenî hâle gelmiş ve daha sonraları karşımıza çıkan her engeli aşabilecek güce ulaşarak, şimdilerde girilmiş gibi görülen bu nurlu yola ta asrın başında girmiş ve bugünkü problemlerin pek çoğuyla karşılaşmamış olacaktık..

“Dehâ için intihap yoktur.” derler; yani dehâ sahibi “Şunu yapayım, şunu yapmayayım.” demez; “Şunu yapmak yararlı, şu da zararlı.” diyerek, bir şeyin yapılacağına veya terk edileceğine hüküm vermez. O, ilâhî bir mevhibe, ledünnî bir sâika ve şâika ile, çevresinin en derin, en şümullü ve zâhirî, bâtınî, ruhî, içtimaî ihtiyaçlarını kucaklayacak çok üniteli bir güç kaynağı gibi pek çok şeyi omuzlayabilecek kuvvetleri ruhunda toplamış bir fıtrat harikasıdır. Bediüzzaman ve onun arkada bıraktığı eserlerini tetkik edenler onda dehânın bütün hususlarının var olduğunu görürler. O, gençlik döneminde, çevresine sunduğu ilk dehâ solukları sayılan eserlerinden, mahkemeler, zindanlar ve sürgünlerle geçen çileli bir hayat içinde inkişaf edip gelişen olgunluk dönemi kitaplarına kadar hep o seviyeler üstü seviyesini korumuş ve her zaman dâhiyâne konuşmuştur.

ALLÂME – MUHAKKİK – FAKİH – MUHADDİS – MUNAKKİD – KARİ – SEYYİD – KÂDİRÎ – HANEFÎ – ABDU’S SÂLİH EŞŞEYH EBU’L VEFÂ EL- AFGÂNÎ HAZRETLERİ

1310’da Afganistan’ın Kandehar şehrinde dünyaya gelen Ebu’l Vefa Afgânî hazretleri, henüz küçük denilebilecek yaşlarda ilim öğrenmek talebiyle için Hindistan’a gitti. Birkaç yer dolaştıktan sonra Haydarabad’a gelen Ebu’l Vefa Afgânî hazretleri burada Nizamiye Medresesi’ne girdi. Buradan mezun olduktan sonra ise hadis, tefsir, fıkıh, ve kıraatten icazet aldı.

Hocalarından bir kaçı ise ; Nizamiye Maarifi Osmanî dairesi Şeyh Enverullah -Şeyh Abdusssamed Fakih ve Şeyh Ruknuddin’dir. Nizamiye Medresesi’nden mezun olur olmaz yine aynı yerde hocalığa başlayan Ebu’l Vefa Afgânî hazretleri hazretleri burada Arap Edebiyatı, fıkıh, ve hadis, dersleri verdi.

           Fakih ve muhaddislerden mütekaddimuna ait eserleri neşretmek gayesiyle “ Lecnetu İhyai Mearifi’n Numaniyye” adıyla bir heyet oluşturdu ve vaktini, malını ve ilmini bu uğurda harcadı.

İmam Ebu Yusuf’un (rahimehullah) Kitabu’l Âsâr’ı , Kitabu’r Red ala Siyeri’l Evzâi, Kitâbu İhtilafı Ebi Hanife ve İmam Muhammed’ in Kitabu’l Asl’ı gibi pek çok önemli eser onun neşrettikleri arasındadır.

Tahavi’nin Muhtasar’ı, Buhari’nin Tarihi Kebir’i, Cessas’ın Nafakatı, Serahsi’nin Usulu’l Fıkh ve Ziyadat Şerhi gibi kitapların tahkiklerini yapmıştır.

Ebu’l Vefa Afgânî hazretleri tek başına yaşamış âbid, zâhid, verâ sahibi bir zat idi. Gece hayatında dikkatli, sünnete ittiba mevzuunda fevkalade hassastı. İpten örülmüş çok sade bir yatağı vardı velokmaları sayılacak kadar azdı. Onun bu mütevazı ve fakirâne hayatında kanaat ve rıza iki sâdık yol arkadaşıydı…

1395 ‘te vefat etti. Ruhu Şâd Olsun.

KERÎME BİNTİ AHMED BİN MUHAMMED BİN HÂTİM BİN MERVEZÎ VALİDEMİZ

363’te Merv’de dünyaya gelen Hz.Kerime Validemiz, ömrünün büyük bir kısmını Mekkei Mükerreme’de mücavir olarak geçirdi.

Kendisinin derin bir idrak ve marifet ufkuna sahip olduğu zikredilmektedir. Daha ziyade hadisle iştigal eden Hz. Kerime Validemiz, Buhari’yi Ebu’l Heysem el-Kuşmîhenî hazretlerinden sema yoluyla almıştır. Zahir bin Ahmed es-Serahsi, Abdullah bin Yusuf bin Bâmûyef’de hadis dinlediği diğer zaatlardır.

Kendisinden ; Hatîb el-Bağdadî, Ebu’l Ganâim en-Nersî, Ebu Talip Hüseyin bin Muhammed Ez-zeynebî, Muhammed bin Berakât es-Saîdi gibi zaatlar da (radıyallahu anhüm ecmain ) rivayetlerde bulunmuşlardır.

463’te 100 yaşında vefat eden Hz. Kerime Validemiz hiç evlenmemiş hayatının sonuna kadar ilim ve ibadetle meşgul olmuştur.

Cenab-ı Hak Şefaatine nail eylesin.!

HATİME

Burada hayat serencâmeleri zikredilen ulemayı kiram hazeratı, İslami ilimlerde zirve, şer’i ilimlerde umde oldukları gibi aynı zamanda din-salâh ve takva erkanındandırlar. Onlar evliliğin faziletlerini gayet iyi biliyor olmaları ve bunları kitaplarına da almış olmalarına rağmen îsar düşüncesiyle uzubeti tercih etmişlerdir. Bütün hayatlarını dine ve ilme adamışlar, İslamın şehbâl açması ve hakikatlerin neşri uğruna evlilikten ferâgat etmişlerdir.

Evlilik sayesinde haramdan sakınma ve fuhşiyata düşmeme gibi durumları onlar, zühd, takva ve salâh libası ile aşmışlardır.

Ebu Muhammed Bin Hazm bir beytinde ;

من لم يرى العلم اغلى     من كل شئ يصاحب

فلن يفلح حتى           يحثي عليه التراب  

Onlar geride evlilik hasadı olan evlat ve nesil yerine ciltlerle kitap ve talebe bırakmışlardır. Geride bir nesil bırakmamalarına rağmen onlar şu sözdeki mana gibidirler;

قد مات قوم و هم في الناس احياء