Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin 16 Şubat 2017 tarihinde yapmış olduğu ilk kez yayınlanan sohbeti.
Soru: Muhterem Efendim, karanlığın artmasına mukabil ümidin de artıyor olmasının bizlere ifade ettiği hususları lütfeder misiniz?
– Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e inanmak çok önemli bir faktördür.
– Efendimiz (s.a.s.) zamanında vahy-i semavî kuvve-i maneviyeyi takviye ediyordu.
– Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) arkadaş olma insibağı ile münsebiğ olan insanlar, O’nun (s.a.s.) dudaklarından ne dökülüyorsa, bugün olmazsa yarın olacağına harfiyen inanıyorlardı.
– Bizler öyle bir takvim belirleyemediğimizden dolayı, zamanın çıldırtıcılığı karşısında ciddi sarsıntı yaşayabiliriz.
– Allah (c.c.) aldığı şeyleri yine verebilir. O inancı kaybetmemek lazım! Fakat inancı kaybetmeme, o recâ hissiyle oturup kalkma; hiç sarsılmamak, üzüntü duymamak demek de değildir!
– Ahzâb sûre-i celîlesi, sarsıntı yaşayan müminlerin tavırları ile sağlam müminlerin tavırlarını ifade etme mevzuunu net olarak ortaya koyuyor.
– Efendimiz’in (s.a.s.), Hak dostlarının ve yakın tarihimiz itibarıyla Allah’a yürekten inanan insanların, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve talebelerinin başına gelenleri görünce, başımıza gelenlere “bu yoldakilerin kaderi” demek lazım!
– Meseleye samimiyet ile nifakın savaşı nazarıyla bakabilirsiniz!
– Tarihî hadiseler ayniyet ile değil, misliyet ölçüsünde tekerrür eder. O yüzden ders alınmaz, ibret alınır!
– Durduğumuz yer itibarıyla başa gelen şeyleri tabii görmek lazım.
– Peygamberler ve kendilerine inananlar da aynı şeylere maruz kalmışlar. Fakat onlara “onlar hata yapmışlar da başlarına o türlü şeyler gelmiş” nazarıyla bakmamak lazım!
– Bizim kendimizi hesaba, sigaya çekmemiz lazım! “Acaba Cenab-ı Hakk’ın hangi lütuflarını rantabl değerlendiremedik? Hangi şeyden tam istifade edemedik? Daha akıllıca nasıl hareket edilebilirdi? Acaba bu hususlarda başka türlü nasıl davranılabilirdi? Ehl-i dalâlet ve ehl-i küfrün o kadar tahrik edilmemesi için neler yapılabilirdi?”
– Cenab-ı Hakk’ın bu eltâf-ı sübhânisini kendi kıdemimizden, kendi fetanetimizden, firasetimizden, başarılarımızdan mı gördük acaba? Kendimize mi verdik?
– Doğup büyüdüğünüz ülkede size hakk-ı hayat tanınmadı. Dünyanın yüz yetmiş ülkesindesiniz. O dar alanda başınıza gelen o şeyleri birer elmas düstur olarak değerlendirin ki aynı şeylere başka ülkelerde de maruz kalmayın!
– (Cenab-ı Hak) sizi daha önemli projeleri realize etme adına rehabilite ediyorsa şayet, gönül rızası ile ona da katlanmak lazım!
– Tekmeyi yiyip sarsıldığımız zaman, hem kendimize bakan sorumluluğumuzu; hem de “Bunlardan ne anlıyoruz, bunlar nasıl yorumlanmalı, nasıl analizlere tâbi tutulmalı, bundan sonra ne yapmalıyız?” gibi mülâhazaları nazar-ı itibara alarak, o yediğimiz tekmenin sarsıntısını tadil edebilir, vücudumuza saplanan mızrağı çuvaldız hâline getirebiliriz.
– Ârifin gönlünü Hüda gamgîn eder, şâd eylemez / Bende-i makbûlünü Mevlâ’sı âzâd eylemez!
Soru: Cebrî hicretle yurt dışına giden insanların belki pek çoğunda “Türkiye düzelirse geri dönme” düşüncesi var. Bu doğru bir düşünce midir, yoksa “Bizi Allah getirdi buralara.” deyip gittikleri yerlerde yeni bir düzen kurmaya başlanması mı gerekmektedir?
– Onu, o zaman düşünmek lazım!
– Bazılarını Deizm seviyesine getirmek bile bir kazanımdır!
– “Ateistim ama bu insanlarla anlaşma olabilir.” mülâhazası bile kazanımdır.
Soru: Efendimiz (s.a.s.) Kâbe ile tev’em deniliyor. Diğer yandan Efendimiz (s.a.s.) “Ey Mekke! Eğer beni çıkarmasalardı, senden ayrılmazdım!” buyuruyor. Ama Mekke’nin fethinden sonra Efendimiz (s.a.s.) kendi tercihi ile Medine’ye geri dönüyor. Bunun bize anlattığı ders ne olabilir?
– Efendimiz’in (s.a.s.) Medine’ye geri dönüşü kendi tercihi ama murad-ı İlâhî de o istikamettedir.
– Birincisi: Muhacirîn-i Kirâm yerleşmiş oraya… Artık Medineli olmuşlar… Çarşıda, pazarda, Kaynuka’da, Kureyza’da, Nadr’da hatta Hayber’e kadar bağ bahçe sahibi olmuşlar… Eskiden Mekke’de yaptıkları gibi Yemen-Suriye arası ticaretleri orada yapmaya başlamışlar… Onları yerinden oynatmak, sistemi bozmak demektir.
– İkincisi: Ensar-ı Kirâm Efendilerimiz, Kur’ân-ı Kerîm’den çok az âyet duymalarına rağmen bağırlarına bastılar onları. O insanların bazılarının akıllarına vefasızlık gibi gelebilirdi.
– Cenab-ı Hakk, Efendimiz’in Medine’ye dönüşünü murad etmekle “Bir dönemde sana bağrını açan o insanların bağrına dön yine.” buyuruyor adeta…
– Bir diğer manevî husus da: Efendimiz’in (s.a.s.) validesi Âmine Annemiz, Medîne-i Münevvere’lidir…Toprağı oradan alınmıştır. Toprağı oradan alındığı için de mübarek medfeni de orada olacak! İkinci mescid de orası olacak!… Kâbe hürmetini korumuş! Metâf-ı benim olmuş… Medine de Metâf-ı Âşıkân olmuş!…
– “Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ’dır bu;
Nazargâh-ı İlâhîdir, Makam-ı Mustafâ’dır bu.” || Nâbî
– Allâhümme Hakka’l-Yakîn… Allâhümme Hakka’l-Yakîn… Allâhümme Hakka’l-Yakîn…





