İkindi Yağmurları – Şeytanı Bile Şaşırtanlar

İkindi Yağmurları – Şeytanı Bile Şaşırtanlar

İnsanın, imandan nasibi, mahlûkata -hususiyle insanlara- gösterdiği/göstereceği şefkat ile mebsûten mütenâsiptir; ne kadar şefkat duyuyorsa, Allah ile münasebeti o ölçüde engindir/derindir. Ne kadar şefkatten, re’fetten, merhametten, mürüvvetten mahrum yaşıyorsa, daha doğrusu gırtlağına kadar vahşet içinde sürüklenip gidiyorsa, o kadar da şeytanı memnun ediyor demektir. Şeytanları memnun ediyor, hiç farkına varmadan; kendisi de insan suretinde -belki- bir şeytandır onun. Onun için Kur’an-ı Kerim “cinnî ve insî” diyor: وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ اْلإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا  “Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler.” (En’âm, 6/112) Aldatmak, şaşkınlığa sevk etmek için, o ona, o da ona bir fit sokar/sokuşturur. Dolayısıyla insanlar, şeytanın güdümüne girince, onu memnun edecek, zil takıp oynattıracak şeyler yaparlar.

İnanın, şu anda o kulağınız varsa, şeytanın zil takıp oynadığını duyacaksınız. Ben duymuyorum da fakat zannediyorum veli olan kullar, duyacaklardır. Allah’ın dostu olan insanlar duyup söyleyeceklerdir: “Şeytan, şu anda zil takmış oynuyor!” Amnofis döneminde, Ramses döneminde, İbnü’ş-Şems döneminde, Sezar döneminde zil takıp oynadığı gibi, şimdi de Kapadokya’nın değişik vadilerinde zil takmış, hep oynuyordur. “İşin doğrusu ben bu insanların bu kadar hayvanlaşacağına ihtimal vermiyordum. ‘Kandıracağım!’ diyordum, ‘Sürçtüreceğim!’ diyordum fakat böylesine balıklamasına, dalaletin, küfrün, küfranın gayyasına gireceklerine ihtimal vermiyordum!” diyordur. Zannediyorum, onun da kafası karışmış herhalde. Zannediyorum, kulak verip dinleseniz, şeytanın böyle dediğine şahit olacaksınız. Ama veliler/Hak dostları dinliyorlardır; dinleyip dedikleri gibi inlere girenleri, gorilleşenleri; onlar görüyorlardır, söylüyorlardır. Ama öyle olanlar, o işin farkına varmadıklarından dolayı, onlar da o işin “Hel min mezîd!” (Daha yok mu?) deyicisi olmuşlardır; vahşileştikçe yine “Hel min mezîd!” diyorlardır: “Daha, daha, daha, daha, daha!..”

Evet, bakın, sizin menkıbe gibi, ironi zannedeceğiniz bir şey söyleyeyim size: Hani bir dolar hikayesi var ya!.. Üzerinde bir rakamı olan, bir dolar meselesi. Onun ile derdest edilenler, bazı kimseleri o mevzuda ciddî israfa sevk etmiş; adamların ellerinde bir dolar varmış, çokça. “Başımıza iş açarız!” diye, götürmüş çöplükte yakmışlar o bir dolarları. Çünkü üzerlerinde bir dolar bulunması, “Suç tamam; öyle ise, ceza da tamam verilmeli!” diye, insanların derdest edilmeleri için yetiyor.

Bundan daha komik bir şey var: Şimdi nüfus kütüklerine bakılarak tespitler yapılıyor; şu beş on sene içinde dünyaya gelen insanların isimleri sizin tarafınızdan konuyor diye… “Baba ile oğlun isimleri birer şiir mısraına kafiye olacak şekilde birbirini tutuyorsa, bu da bu mevzuda yeterli bir suç sayılır.” Mesela “Hakan ve Orhan; “İşi başlattı Hakan / Devam ettirdi Orhan!” “Ha, tamam, belli!.. Bu da, bu uğursuz şebeke tarafından… Bu da onlardan, falan!..” Evet, hilaf-ı vâki beyanda bulunmuyorum. Bu işi takip etmek için ekip, hususi bir ekip kurmuşlar.

Şeytanın aklına gelmemiştir bu. Çünkü şeytanın dediği şeyler Kur’an’da anlatılıyor; ben biliyorum onun dediklerini, biliyorum ben onu. قَالَ فَبِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقِيمَ ثُمَّ لَآتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ أَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَائِلِهِمْ وَلاَ تَجِدُ أَكْثَرَهُمْ شَاكِرِينَ  “Şeytan, devam etti: Öyleyse, madem Sen beni azdırıp saptırdın, ben de andolsun, o insanları saptırmak için Sen’in dosdoğru yolunun üzerine oturacağım. Oturup, kâh önlerinden, kâh arkalarından, kâh sağlarından, kâh sollarından kendilerine yaklaşacağım. Onların çoğunu şükredenler olarak bulmayacaksın!” (A’râf, 7/16-17) “Sağdan, soldan, önden, arkadan gelirim!” diyor, “Bunları, tepeden vururum, bazen!” diyor. Fakat aklına gelmemiştir böyle şey. Demek ki, bir müctehid derecesinde kötülük kabiliyeti var bunlarda. Sürekli, şeytanın borazanı haline geldiklerinden dolayı, dinlediğiniz nağmeler de şeytanın borazanından çıkan ses oluyor.

Böyle bir dönemde, siz, bu vahşeti, bu denâeti, bu şiddeti, bu hiddeti ancak re’fetinizle, şefkatinizle kırabilirsiniz. Zira mukabele-i bi’l-misil kâide-i zâlimânesine girerseniz, hatta sözünüzle/beyanınızla “Bunlara laf yetiştirelim!” derseniz, meseleyi büyütmüş olursunuz, ikiye katlamış olursunuz. Musibet ve bela, ikileşmiş olur. Basit iken, bir vâhid iken, bu defa muzaaf (katlanmış) olur. Siz, yerinizde durursanız, hatta onların uzaklaşmalarına rağmen, şöyle yarım adım, bir karış onlara yaklaşırsanız, mesafenin çok açılmamasına vesile olmuş olursunuz ve onun mükâfatını da mutlaka görürsünüz. Ama onlar kötülükleriyle on kilometre uzaklaştığında, “Biz de o kadar uzaklaşalım!” derseniz şayet, aradaki mesafe yirmi kilometre olur. Sonra bir gün pişman olursanız, onlar da pişman olurlarsa şayet, nedâmet duyarlarsa, yirmi kilometrelik bir mesafeyi kat’ etmek icap eder. Bence, arayı açmamak lazım; yeni mesafeler oluşturmamak lazım.

Durduğumuz yerde durmamız, yaptığımız şeyleri yapmamız, Allah’ın izni ve inâyetiyle, gelecekte karşımıza çıkacak devâsâ problemlerin halli adına çok önemli, müşkül-küşâ anahtarlardır, mülahazalardır. Hatta bazıları çok fazla bulabilirler: Bence şefkatiniz adına bile bir şey kaybetmeden, durduğunuz gibi durmalısınız, kucakladığınız gibi kucaklamalısınız. Bir gün birileri hiss-i nedâmetle dönüp geldiklerinde, hemen sizin bakışınıza, yüz çizgilerinize ve tebessümlerinize bakıp kendilerini sizin kucağınıza atmaya onları itmelisiniz. İtmeli mi? Çekmelisiniz!.. İle’l-merkez bir güç ile ki, bu “merkez-çek” demektir; “ile’l-merkez” bir güç ile kendinize çekmelisiniz. Çehrenize bakan, şayet önyargısı yoksa, inadında, temerrüdünde hâlâ ısrarlı değilse, güvenle dolacaktır. Abdullah İbn Selam gibi, bir kere bir çehreye bakış, yetecektir ona. Hemen kendisini o kucağa atacaktır; “Vallahi bu çehrede yalan yok, irdeme (beğenmemek, istememek, nefret etmek) yok, kovma yok, tard etme yok; emniyet var, güven var, şefkat var!” diyecektir.

***

Not: 17 Temmuz 2017 tarihli Bamteli’den hazırlanmıştır.