İkindi Yağmurları – Ne Güzel Arkadaşlık

İkindi Yağmurları – Ne Güzel Arkadaşlık

Evet, وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ dedik; Allah karşısında kemerbeste-i ubudiyet içinde, upuzun durmaktan söz açtık; sonra Efendimiz’in upuzun durduğundan bahsettik; sonra selef-i sâlihînin upuzun durduğundan bahsettik, Hazreti Pîr-i Mugân’a kadar.

Hazreti Üstad, Allah huzurunda durduğu zaman -has talebelerinden dinlemiştim ben- her kelimeyi derinlemesine duymak için gayret ediyor. Yine antrparantez arz ediyorum: Camide, cemaate namaz kıldırırken, âciz vardır, zayıf vardır, hasta vardır. Hazret-i Rûh-u Seyyidi’l-Enâm buyuruyor ki, “Bazen namazı çok uzatmak istiyorum. Fakat bir çocuk sesi duyunca, annesinin ona karşı re’fet ü şefkatini düşünüyor, hemen -biz Türkçe’ye çevirecek olursak- geçiştiriyorum!” Zannediyorum o “geçiştirme” de, yine yirmi ayettir, otuz ayettir; öyle, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun geçiştirmesi. Fakat o tabir, belki yakışıksız düşüyor; “Hemen hızlı geçiyorum, o mevzuda.” denebilir.

Hazreti Pîr’in o has talebelerinden dinlemiştim: Her kelimeyi vicdanında derinlemesine duymak için gayret ediyor. Hatta Mustafa Sungur ağabey gibi, Tâhir ağabey gibi kimseler -daha diğerleri de, isim vermeyeceğim- onun arkasında namaz kıla kıla, âdetâ o insibağ ile münsebiğ olmuşlardı ve anlatırken de öyle anlatıyorlardı. Böyle dururken Allah karşısında, zaten asâ gibi iki büklüm âdetâ. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Tam diyemedim ben bunu!..” “Her bir hâmidin hamdi, kimden olursa olsun, kimden gelirse gelsin, yalnız O’na (celle celâluhu) mahsustur!” mülahazasını derinlemesine duyma.. “Gelse Celâlinden cefâ / Yahut Cemalinden vefâ / İkisi de câna safâ / Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” mülahazasıyla… Her şeye rağmen, اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Çünkü fedâil ve fevâdile karşı, vazife-i ubudiyeti edâ etme اَلْحَمْدُ لِلَّهِ ile ifade ediliyor. Gelip sana ulaşan nimetlere karşı ise “şükür” ile mukabelede bulunursun. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Onu vicdanında tam, derinlemesine duyuncaya, kalb o ritme göre bir âhenge girinceye kadar, onu (kendi kendine namaz kılarken) tekrar etmeye çalışma… Sonra, اَلرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ “Rahman”, neye taalluk ediyor; “Rahîm”, neye taalluk ediyor? مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ Bize hangi günü hatırlatıyor? “Din günü”, hesap verildiği gün… Onu vicdanında derinlemesine duyacağı âna kadar… Bazen belki bir kerede duyuyor: مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ derken, âdetâ “Oooh!” filan, der gibi.. “Oooh!” der gibi oluyor.

Sonra, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ Kendisinin de ifade ettiği gibi, orada, kendi şahsî ubudiyetini yeterli bulmuyor. Bir, saf halkası içinde bulunuyorum ki ben!.. O saf, Kâbe’nin etrafında halkalar halinde, halkalar teşkil etmiş; ben de onların içinde bulunuyorum.. tâ Sidretü’l-Müntehâ’ya kadar.. semada ruhânîlere kadar.. orada Cibril’lere, Mikâil’lere, İsrafil’lere, Azrail’lere, Hamele-i Arş’a kadar.. mukarrabîne kadar… Herkes, kemerbeste-i ubudiyet içinde halkalar teşkil etmiş ve hepsinin dediği, إِيَّاكَ نَعْبُدُ “Ben de işte onu diyorum. Hepimiz Sana kulluk yapıyoruz! Eğer gücüm yetse, onların yaptığı şeylerin hepsini, kulluk adına, ubudiyet adına, ubûdet adına burada Sana takdim etmek istiyorum!..” Diyor mu, demiyor mu?!. إِيَّاكَ نَعْبُدُ

Fakat bu öyle ağır bir şey ki, işin doğrusu altından kalkılacak gibi değil. Onun için, وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ Hem de oradaki “iyyâ” kelimelerinin başa alınması meselesi, “hasr” ifade ediyor: “Yalnız Sen’den yardım istiyoruz!..” Ayrıca, وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ derken “isti’âne” kelimesini ele alacak olursanız; “istif’âl” babından geliyor. “Efendim sin-i istif’âl gelir bir nice manaya / Âna bir hoş nazar eyle, ersin bir yüce manaya / Sual ile talep, vicdan, tahavvül, itikad, iman / Tamam, teslim olur el-ân, rücu kıl Rabb-i A’lâya!..” Belki bunların birkaçı birden mülahazaya alınıyor. Talep, tahavvül, teveccüh, istikamet, karardîde olma orada… وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ Seçilen şey, Allah o kelimeleri seçmiş. Söylerken de o kelimelerin manalarına bağlı olarak, onların ruhuna uygun olarak, bir yönüyle iç musikî ile o meseleleri öyle ifade etmek lazım. وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

Ondan sonra da, “Sen’den, benim istediğim en önemli şey nedir?” اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Allah’ım, ifrat ve tefrite değil; beni, sırat-ı müstakime hidayet eyle!” “Hidayete erdirmiştin; hidayette derinleştir! Belli derinleşme lütfeylemiştin; öyle derinleştir ki, ben boğulayım artık o derinleşme içinde!..” Başa dönebilirsiniz; derinleşme, doyma bilmeden derinleşme. اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ Ee nasıl derinleşme?!. صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ “Sen’in in’âmlarına mazhar olan insanların sırâtına…” Kim?!. وَمَنْ يُطِعِ اللهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا “Kim Allah’a ve (o şanı yüce) Rasûl’e gerektiği şekilde itaat ederse onlar, Allah’ın kendilerini (tam hidayet) nimetiyle serfirâz kıldığı şu seçkin insanlardan (en azından biriyle) beraberdirler (ve Cennet’te de onlarla beraber olacaklardır): Nebîler, bütün duygu, düşünce, inanç ve davranışlarında dosdoğru ve Allah’a karşı tam bir sadakat içinde bulunan, özü sözü bir kimseler (sıddîklar); başkalarının inandığı gaybî gerçekleri bizzat tecrübe eden ve onların doğruluğuna hayatlarıyla şahadet edenler (şahitler/şehitler) ve inanç, düşünce, söz ve davranışları itibariyle doğru yolda, sağlam, bozgunculuktan uzak, ıslah ve tamir gayesi güdenler (Salihler). Ne güzel arkadaşlardır bunlar!..” (Nisa, 4/69) Allah’ım, Sen’in in’âm ettiğin insanlar; مِنَ النَّبِيِّينَ Peygamberler.. وَالصِّدِّيقِينَ Sâdık kullar; Ebu Bekir’ler.. وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ Şahitler/şehitler ve sâlih kullar.. وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا Bu ne güzel arkadaşlık ve ne güzel arkadaşlardır bunlar!.. Hadis ifade buyuruyor: الْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Kimin yolunda isen, onlarla berzah hayatında da, öbür dünyada da beraber olursun. Kimin çizgisini takip ediyorsan şayet, onlarla beraber olursun. Efendim, bakınca, numara-drop uyuyor; “Tamam, bu da bizdendi!” derler, “Belli…” Çizgilerini korumuşsan, orada sahiplenileceğin -Allah’ın izniyle- muhakkaktır; “Emin olabilirsin!” demedim, çünkü, بِفَضْلِ اللهِ، بِفَوْزِ اللهِ، بِمَنِّ اللهِ، بِمِنَّةِ اللهِ، بِشَفَاعَةِ النَّبِيِّ، وَبِشَفَاعَةِ أَصْحَابِ رَسُولِ اللهِ “Allah’ın fazlı, başarı lütfetmesi, nimetlendirmesi, iyilikte bulunması, Peygamberin şefaati ve Rasûlullah’ın ashabının şefaatiyle, Cenâb-ı Hak, imanda nâmütenâhî derinleşmeye bizleri muvaffak kılsın!..

Bakın, ondan sonra geliyor: وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ Evet, hep istikamet içinde, sıdk içinde bulunma ve sözleri ile doğru konuşma. Demek bunların zıddı, sâdıkînin zıddı, “kâzibîn, mürâîn, ucub insanları, kibir insanları.” Cenâb-ı Hak, sadakat ile serfirâz kılsın, doğruluk ile, istikamet ile.

Sonra, وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ diyor. Sabır da yine orada meselenin bir buudu olarak zikrediliyor. Kadimden bu yana, İslam dünyasında İbn Miskeveyh, sonra Hazreti Üstad sabır meselesinin üzerinde de ısrarla duruyor ve onu genelde üç sınıfa ayırıyorlar: “Belâ ve mesâibe karşı dişini sıkıp sabretmek.. ibâdet ü tâatin ağırlığına rağmen, hiç birinde kusur etmeden dişini sıkıp hepsini vaktinde, yerli yerinde yerine getirmek.. ve aynı zamanda mâsiyete karşı, günahlara karşı, bohemliğe düşmemeye karşı dişini sıkıp sabretmek.

Ayrıca, bir şeyin vakt-i merhûnûna karşı sabretmek; beklediğiniz şeyler vardır; o da ayrı bir sabır meselesi oluyor. Ve aynı zamanda “vuslata karşı sabır”; belki sabırların en büyüğüdür. İştiyak ile yanıp tutuşuyor; Cenâb-ı Hakk’a “Beni bir an evvel şeb-i arûs ile serfirâz kıl!” diyor. “Ne olur, Efendimiz’in huzuruna, o berzaha hemen bir an evvel gideyim; yüzümü ayaklarının altına süreyim O’nun. O halkasının arkasında bulunan halkanın içinde ben de kendime göre yerimi almaya çalışayım!..” Delice arzu ediyor, sonra dönüp Cenâb-ı Hakk’a karşı saygısının gereği “Beni bu talimgâha Sen gönderdin; tezkeremi de Sen doldurmayınca, benim buradan ayrılmam Sana karşı saygısızlık olur!.. Emre itaatteki incelik, aşkın da ötesindedir, iştiyakın da ötesindedir!” diyor. Ciğeri cayır cayır yanarken, diyor ki, “Ben şimdilik, bu şeb-i arûs sevdasını hele bir bastırayım; demek askerliğe biraz daha devam etmem lazım burada, bu talimgâhta. Başkalarına -ama onbaşı seviyesinde, ama çavuş seviyesinde, ama başçavuş seviyesinde- askerlik öğretmem lazım benim; onları da öbür tarafa hazırlamam lazım!” Bir de sabrın o türlüsü var.

Sırasıyla bütün bunları yaparken, öyle şeyler ki bunlar, huşu olmadan da olmaz. وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ Mü’minûn Sûresi’nde ifade edildiği gibi. قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ* الَّذِينَ هُمْ فِي صَلاَتِهِمْ خَاشِعُونَ “Mü’minler, muhakkak kurtuldu ve gerçek mazhariyete ulaştılar. Onlar, namazlarında (Allah’ın huzurunda bulunuyor olmanın şuuruyla) tam bir saygı, tevazu, içtenlik ve teslimiyet içindedirler.” (Mü’minûn, 23/1-2) Ve aynı zamanda derin bir iç saygıyla.. Allah’a karşı içteki saygıyla… Eğilirken, kimin karşısında eğiliyor?!. El-pençe divan dururken, kimin karşısında duruyor?!. Secdeye kapanırken, kimin karşısında secdeye kapanıyor?!. Başını kaldırırken, kim tarafından görülüyor?!. Onu derinlemesine vicdanında duyarak edâ etme. خَاشِعِينَ – خَاشِعَات Kadın ve erkek.

Sonra, وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ Bu da sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar. Burada da “tasadduk” kelimesi gelince, iki şeyi düşünebilirsiniz: “Tefe’ül babı”, malum orada tekellüf içindir biraz. Biraz zorlama mevzuu var. Hatta bazı Sarfçılar, orada bile esasen, إظهار ما ليس في الباطن manasını mülahazaya alırlar. Önce içinden gelmiyor; içinden gelmemesine rağmen öyle yap! Hani, “Ağlayın! Ağlama içinizden gelmiyorsa, ağlamaya kendinizi zorlayın!” “İzhâru mâ leyse fi’l-bâtın.” Şimdi “tasadduk” kelimesini “tefe’ül” kipinden ele alacak olursanız, “tekellüf” içindir esasen; orada “Kendinizi tasadduk etme mevzuunda biraz zorlayın!” demek söz konusudur. Bir diğer mevzu da işin zorluğuna ima yapılmış olmasıdır; demek ki insanın yapacağı zor şeylerden bir tanesi de tasadduktur. Fiilin kipi şunları hatırlatmaktadır: “Efendim, bu zor mevzuda dişinizi sıkın, sabredin, her şeye rağmen. İçinizden gelmese bile tasadduk edin. Yapacağınızın üstünde; yani son kerteye kadar!.. Hazreti Ebu Bekir gibi, Hazreti Ömer gibi, Hazreti Ali gibi; neyiniz varsa, hepsini i’lâ-i kelimetullah istikametinde, mücâhede ruhuyla verin. ‘Allah yolunda!’ falan deyin; tereddüt etmeden, Hazreti Osman efendimiz gibi infak edin!..” Öyle diyorlar, beş yüz deveyi yüküyle veriyor.

Daha sonra, وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ geliyor; biliyorsunuz, “savm” oruç demek; bu ifade de “oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar” manasına geliyor. Buraya kadar zikredilenlerin hepsi pozitif hususlar, müspet sıfatlar; vazife ve sorumluluklar.

Bir de -yine sabırda da üzerinde durulması gerekli olan şeylerden bir tanesi- münkerâta karşı, fuhşiyâta karşı, bohemliğe karşı dişini sıkıp sabretmek: وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ Irzlarını, namuslarını muhafaza eden erkekler ve kadınlar. “Aman, gözüm harama kayar!.. Aman, ağzımdan batılı tasvir adına bir şey çıkar; safi zihinleri idlâl etmiş olurum!.. Aman, yazdığım çizdiğim şeylerle nefsânîliği tetiklemiş olurum!..” Buna kadar yolu var bu mevzunun. Irzlarını namuslarını öylesine koruyan insanlar…

Ondan sonra da وَالذَّاكِرِينَ اللهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ “Allah’ı çokça zikreden erkekler ve zikreden kadınlar!..” Ki, أَعَدَّ اللهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا Allah onlara bir yarlığama lütfeylemiştir, onları mağfiret buyurmuştur ve bir de onlara ecr-i azim vaad etmiştir.”

Allah’ım bu evsâf-ı âliye ile -liyâkatimiz olmasa bile- bizleri serfirâz kıl! وَإِنْ لَمْ نَكُ أَهْلاً، فَأَنْتَ أَهْلٌ لِذَاكَ “Biz buna liyakatli değilsek de Sen fazl ü ihsan ile marufsun, meccanen ihsan buyurursun.” Bu evsafta bizleri sabit-kadem eyle! Bu evsâf ile hayata göz kapamaya muvaffak eyle! Bu evsâf ile berzah hayatını geçmeye muvaffak eyle! Bu evsâf ile mizanı geçmeye muvaffak eyle! Bu evsâf sayesinde Kendi fazlınla, kereminle, lütfunla, Efendimiz’in şefaatiyle Sırât’ı geçmeye muvaffak eyle!.. Cennet’e girmeye muvaffak eyle!.. Cemâl-i Bâ-Kemâlini müşahedeye muvaffak eyle!.. İştiyak, “iştiyak-ı likâullah” dediğimiz şeyle şereflenmeye muvaffak eyle!.. Âmin. وَصَلَّى اللهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلَّمَ (Efendimiz Hazreti Muhammed’e, O’nun güzîde ailesine ve Ashâb-ı Kirâmına salat ü selam edip bunu vesile kılarak talebimizi seslendiriyoruz Rabbimiz!..)

***

7 Mayıs 2017 tarihli Bamteli’den hazırlanmıştır.