Otomobil hızla yol alıyordu. Bütün bir aile köyde güzel bir gün geçirdikten sonra şehir merkezindeki evlerine dönüyorlardı. Otomobil içindeki herkes güzel günün yorgunluğu ile etrafı seyrediyordu. Zeynep:
– Baba çok güzel bir gün geçirdik. Ama Tahsin Efendi’nin gün boyunca bize gösterdiği misafirperverlik en güzeliydi. Bizim için samimiyetle evini açması beni çok etkiledi. Hele bize ikram ettiği yemeklerin tadını hiç unutamayacağım. Babacığım köydeki bu insanlar ne kadar içten ve samimi oluyorlar.
Babası dikkatle arabayı kullanıyor ve bir yandan da kızını dinliyordu:
– Kızım, bu Tahsin Efendi’nin vefasıdır. İşte bu özellik çok büyük bir ahlaki zenginliktir. Ayrıca bizim onunla olan dostluğumuz oldukça eskidir. Babalarımız da bizim şimdi dost olduğumuz gibi birbirleri ile samimi idiler. Aralarında iyi bir arkadaşlık kurmuşlardı. Ayrıca babamın yani dedenizin, Tahsin Efendi’nin babasına önemli bir iyiliği olmuştu. Hem babası, hem de Tahsin Efendi bu iyiliği hayatları boyunca hiç unutmadılar. Şimdi isterseniz size o olayı anlatayım, o zaman “vefa” ile neyi kasdettiğimi daha iyi anlayacaksınız.
Bir sene, çiftçi olan Tahsin Efendi’nin babası ciddi bir zarara uğramıştı. Alacaklıları her gün onu sıkıştırıyor, onun bu sıkıntılı halinden daha çok istifade etmeyi planlıyorlardı. Elindeki arazilerini daha ucuza hatta ücretini ödemeden borçlarının karşılığı olarak elde etmek istiyorlardı. Bu halini gelip babama anlatmıştı. Aralarında kardeşlikten de öte bir samimiyet olduğunu daha önce size söylemiştim. Elindeki malları başkasına satmaktansa babama satmayı tercih edeceğini dile getirmişti. Hem böylece mallarının yabancıya gitmemesi kendisini daha memnun edecekti. Arkadaşının hislerini çok iyi anlayan babam ona ihtiyacı olan parayı dilediği zaman ödemek üzere borç olarak verebileceğini söyledi. Şüphesiz ki bu teklif, borç içindeki adama yapılacak en güzel teklifti.
Böyle bir yardımdan sonra adam borçlarını ödedi. Çok çalıştı, çok gayret etti. Gece gündüz kendisi, hatta çoluk-çocuğu ve hanımı devamlı çalıştılar. Arazileri iyi ürün verdi, durumları düzeldi. Adam ilk iş olarak babama olan borcunu ödedi. İşte o günden beri babalarımız arasındaki sıcak dostluk bize de geçti. Tahsin Efendi bu bağlılığını hiç unutmadı. Kızım eğer “vefa”nın kısa bir tarifini istersen sana bir cümle söyleyebilirim; ancak bu açıklamayı yeterli bir tarif olarak görüp bununla yetinmeyin. Eve döndüğünüzde sözlüklerinizden bu kelimenin anlamlarına bakmanız gerekir. Ne yapalım otomobil içinde ancak zihnimizdeki ile yetinebiliriz. Evet, vefa; herhangi bir şekilde iyiliğini gördüğünüz birisinin bu iyiliğini hayat boyu unutmamak ve o kişiyle münasebetlerinizi sürdürmekteki ısrarınızdır. Bu oldukça zor bir iştir. Zor olduğu için de mükafatı çoktur. Cenab-ı Hak ve Sevgili Peygamberimiz bu özelliğe çok önem vermişlerdir.
Daha yolumuz uzun, isterseniz bu konu ile alakalı Peygamber Efendimiz’in kendi arkadaşlarına anlattığı bir hikayeyi ben de size anlatayım.
Cenab-ı Hak, zaman zaman kullarını bazı denemelerden geçirir, bununla kullar Allah’a olan bağlılıklarını ortaya koyarlar. İşte hikayemiz de bununla ilgili:
Uzun yıllar önce üç adam vardı. Birisi bütün vücudunu kaplayan bir cild hastalığına yakalanmıştı. Ötekinin bütün saçları dökülmüştü. Üçüncüsünün ise gözleri görmüyordu. Bu halleri onlar için ciddi birer problemdi çünkü insanlar hep onlardan uzak duruyorlardı. Cenab-ı Hak ilk önce cild hastalığı olan adama bir melek gönderdi. O sırada bu adam bir ağacın altına oturmuş içli içli ağlıyordu. Melek ona yaklaştı:
– Şu anda en çok istediğin şey nedir? Şu hastalığından kurtulmak ve insanlar arasında eski itibarını kazanmak ister misin?
– Sen beni bu dertten kurtarabilir misin ki?
– Ben Allah’ın bir rahmeti olarak sana gönderdiği bir meleğim. Sana söylediklerimi yapabilirim.
– Eğer öyleyse, şu hastalıktan kurtulmak ve kadife güzel ve pürüzsüz bir tenim olmasını diliyorum. İnsanları benden kaçıran bu halimin düzelmesini istiyorum.
Melek “Bismillah” diyerek adamın tenine dokundu. Birden hastalığı iyileşiverdi. Adam sevinçten nerede ise kanatlanıp uçacaktı. Melek adamın bu sevincini görünce:
– İnsanlara muhtaç olmayacak kadar bir mala sahip olmak ister misin? Adam daha da çok sevindi:
– Evet!
– Hangi türden bir mal istersin?
– Deve isterim. Çünkü deve buralarda en kıymetli hayvandır.
Melek ona doğurmak üzere olan bir deve verdi. “Al! Senin için iyiliklere vesile olsun!”
Daha sonra Melek, önemli bir derdi olan diğer adama gitti. Bu adamın saçlarının tamamı dökülmüştü. Çok üzgün görünüyordu. Bir çöplüğün kenarına oturmuş, yiyecek bir şeyler arıyordu. Sinekler başının üzerinde dolaşıyor, adam elini başına götürüp bunları kovmaya bile gerek duymuyordu. Melek ona yaklaştı:
– Seni bulunduğun bu durumdan kurtarmamı ister misin?
– Söylediğin şeyler çok güzel. Ama sen bunları gerçekleştirebilir misin?
– Ben Allah’ın vazifeli bir meleğiyim, sana bu iş için gönderildim.
– Öyleyse çok güzel saçlar isterim.
Melek, adamın kafasına dokunur dokunmaz ışıl ışıl, göz alıcı ve simsiyah saçlar beliriverdi. Adam ne yapacağını şaşırmıştı, sevinçten oraya buraya koşuyordu. Sonra Vazifeli Melek daha önceki adama sorduğu gibi mal olarak ne istediğini sordu. Çok güzel saçlara sahip olan adam “inek” isteyince, bu isteği hemen yerine geliverdi…
Son olarak Melek, gözleri görmeyen adama uğrayacaktı. Adam elindeki eğri bir baston ile yürümeye çalışıyordu. Bazen ağaca çarpıyor, bazen taşlara takılıyor, kimi zaman da dengesini kaybediyor ve yere düşüyordu. Hiçbir kimse de ona yardım eder görünmüyordu. Melek ona yaklaştı, daha önceki iki adama yaptığı gibi onu bu halden kurtarabileceğini söyledi. Sonra da önceden yaptığı gibi Allah’ın adını anarak adamın gözlerine dokundu. Görmeyen gözleri açılan adamın ağzından çıkan ilk söz; “Yüce Rabbim’e sonsuz şükürler olsun!” idi. Bu adam diğer ikisine nazaran daha dikkatli davranıyordu. Meleğin kendisine, mal olarak ne istediğini sorması üzerine:
– Beni gözlerime kavuşturdun. Başka bir şey istemem, bu bana yeter.
– Ama mutlaka bir şey istemelisin. Bu Allah’ın bir emri.
– Peki, mutlaka öyle gerekiyorsa, bana yetecek bir koyun olursa bu bana yeter.
Melek ona istediğini verdi ve dua ederek ayrıldı.
Bu olanlar üzerinden aylar ve yıllar geçti. Cilt hastası olan adam kısa bir süre sonra zengin oldu. Vadiler dolusu devesi olmuştu. O kadar ki, kendisi bile sayısını bilmiyordu.
Başından hasta olan adamın sahip olduğu inekler de ovalar ve çayırlar dolusunca idi. O da zenginleştikçe zenginleşmişti.
Koyun isteyen son adamın durumu da oldukça iyi idi. O da diğer iki arkadaşının sahip olduğu zenginliğe ulaşmış, koyunların sütü, yünü ve bunlardan elde ettiği gelirler dillere destan olmuştu.
Hikayenin burasında baba, bir açıklama yapma ihtiyacı duydu:
– Hikayeye başlarken, zaman zaman Cenab-ı Hakk’ın kullarını imtihan ettiğinden, onları denediğinden bahsetmiştim. İnsanların başına gelen felaketler de kendilerine bahşedilen mal, mülk ve sıhhat de bu imtihanın değişik görünümünden ibarettir. Bununla kulların Allah’a bağlılık dereceleri ortaya çıkmış olur.
Hikayemizde, kendilerine sağlık ve zenginlik verilen kişiler için şimdi bir imtihan bekliyordu.
Cilt hastalığı olan adam, çadırında oturmuş zengin bir sofrada karnını doyuruyor ve bütün bir vadiyi kaplayan develerini seyrediyordu. Vadi, develerin seslerine karışan çobanların şarkıları ile adeta inliyordu. Melek, cildi hastalıktan dökülmüş bir adam görünümünde çadıra girmeye çalıştı. Hakikaten görüntüsü deve sahibinin hasta halinin nerede ise aynısı idi. Melek adamın yanına yaklaşarak:
– Ben fakir bir adamım, bütün malımı mülkümü kaybettim. Memleketime varabilmem için senin yardımına ihtiyacım var. Sana bu güzelliği ve böylesine rahat bir hayatı bahşedenin hatırına bana bir deve verirsen, onunla memleketime varabilirim. Sana da çok dua ederim. dedi.
Adamın birden kaşları çatıldı. Bütün neşesi kaçmıştı:
– Hadi başka kapıya! Ben zaten yeterince hayır ve iyilik yapıyorum. Başka insanların ihtiyaçlarını temin ediyorum.
– Ben seni tanıyor gibiyim. Hani sen bir zamanlar, bütün vücudu hastalıktan pul pul dökülen ve insanların kendisinden tiksinerek kaçtığı, sokaklarda dilenen adam değil misin?. Sonra Allah acıyarak seni dertlerinden kurtarmış ve sana çok mal vermemiş miydi.?
– Yok, hayır! Sen yanılıyorsun. Gördüğün bütün bu zenginlik benim babamdan ve dedelerimden kaldı.
– Eğer sen bu hususta yalan söylüyorsan, Allah seni daha önceki durumuna geri döndürecek.
dedi Melek ve yoluna devam etti. Saçları dökülen adam da bir çayırda kurulmuş olan çadırında oturuyordu. En güzel elbiselerini giymişti. Çayırı dolduran hayvanlarını seyrediyordu. Melek ona da fakir bir insan suretinde gelmişti:
– Ben fakir bir adamım. İnsanlar beni aralarına almıyor ve bana yardım etmiyorlar. Günlerdir ağzıma bir tek lokma girmedi, açlıktan ayakta duramayacak haldeyim. Ne olur, sana bu güzelliği veren ve seni bu derece zengin eden Cenab-ı Hakk’ın hatırı için bana yardımcı ol. dedi.
Adam, daha öncekinden daha kaba ve nezaketten uzak idi. Kendisine ihtiyaç için gelen birine yardımdan kaçınıyordu. Fakir adam kılığındaki melek:
– Ben seni tanıyorum. Sen daha önce saçları dökülmüş, kötü görünümlü bir adam iken Allah seni bu derdinden kurtarmış ve sana şimdi sahip olduğun serveti vermemiş miydi?
– Ben doğuştan böyle güzelim ve saçlarım da bildim bileli hep böyle güzeldi. Mal ve servetim de babamdan bana kaldı.
– Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni daha önce olduğun hale çevirecek.
diyen Melek, daha sonra da yoluna devam ederek üçüncü kişi olan ve gözlerine kavuşan koyun sahibine uğradı.
Bu adam, bir ağacın altında oturmuş,bütün bir ovayı dolduran koyunlarını seyrediyordu. Yanında ne bir yardımcı ne de bir çoban vardı. Anlaşılan koyunlarına kendisi bakıyor, işleri ile kendisi ilgileniyordu. Melek ona da daha öncekilere yaptığı gibi fakir bir adam kılığında gelmişti:
– Ben fakir bir yolcuyum. Günlerdir yollardayım. Sığınacak bir yer bulamadığım gibi ağzıma koyacak bir kaşık sıcak çorba da bulamadım. Sana gözlerini bahşeden ve sana bunca mal veren Allah hatırına bana bir koyun verebilirsen, onunla ihtiyaçlarımı gideririm. Böylece sıkıntılı günlerim sona ermiş olur, ben de sana dua ederim.
– Doğru söylüyorsun. Benim daha önce gözlerim görmüyordu. Allah gözlerimi açtı ve bana çok mal verdi. Ey garip adam, değil mi ki Allah adına istiyorsun, bir değil, dilediğin kadar koyun al ve bana da dilediğin kadar bırak. Çünkü bunların hepsi Allah’ın bana bahşettiği şeyler.
– Malların sana mübarek olsun. Allah seninle beraber üç insanı bir imtihana tabi tuttu. Senin dışındakiler eski durumlarını unutup, malları ile gurura kapıldılar. dedi.
Nefesini tutmuş büyük bir dikkatle babasını dinleyen Zeynep:
– Baba, diğer iki kişi nasıl bir cezaya çarptırıldılar?
– Kızım, deve sahibinin o davranışından hemen sonra, develer arasında bir salgın hastalık başladı. Birbiri ardına sürüler telef oldu. Adam da eski hastalığına tekrar yakalandı.
İnek sürüleri olanın da sonu, talihsiz arkadaşı gibi oldu. Bir gün gökyüzü iyice kapandı. Simsiyah bulutlar çayırın üzerini kaplamıştı. Şimşekler çakıyordu. Ardından şiddetli yağmurlar yağdı ve seller meydana geldi. İnek sürüleri azgın sularda boğuldular. Bu ani felaket karşısında adam, deliye döndü ve başındaki saçları birden bire önüne döküldü. Yani eski hastalığına tekrar yakalandı. Daha sonra onu yine çöplüklerde yemek için bir şeyler ararken gördüler.
Böylece bir kez daha Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de sık sık uyardığı, nimetler ve felaketlerle imtihan neticelenmiş oldu.
Otomobil eve dönüş yolunda uzun bir yol kat etmişti. Şehre girdiklerinde, trafik sıkışık olduğu için, yavaşlamak zorunda kalmışlardı. Ömer:
– Baba, Tahsin Amca’nın durumu ile gözlerine kavuşan adamın “vefa” sı arasında biraz fark var gibi görünüyor.!
– Evet oğlum, onu sen çok iyi anlamışsın. Tahsin Amca, insanlıkla ilgili ve bu dünyaya ait bir vefa örneği sergilemektedir. Diğer kişi ise bu dünya hayatı ile ilgili ve düşünceleri bir kenara bırakıp sadece Allah’a ait kulluk borcunun gereğini yerine getiriyor. Ama her iki halde de “vefa” olarak isimlendirdiğimiz bu davranış güzel ahlakın bir göstergesidir. Bu, olgun insanın en güçlü özelliğidir; ne mal ile, ne kuvvet ile ne de başka bir şey ile elde edilebilir.
Bunlar babanın otomobildeki son sözleri oldu. Çünkü artık eve gelmişlerdi.