Artık Kimseyi Kıskanmayacağım!…

Artık Kimseyi Kıskanmayacağım!…
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Babam, televizyonda bir sürü kötü program olduğunu, bundan dolayı da onların bazılarını seyredemeyeceğimizi anlatmıştı. Biz de neleri izleyebileceğimize ailece karar verdik. Tabii ödevlerimizi bitirmiş olmak en önemli şartıydı babamın. Perşembe akşamları hataların insanı en sonunda nereye götüreceğini her hafta farklı insanların hayatlarından örnekler vererek öğreten bir film vardı. Ben de onu kaçırmamak için, okuldan döner dönmez ödevlerimi bitirdim. Bir hafta merakla bekleyip başlama anını iple çektiğim dizi nihayet başladı, kıskanç bir genç kızın hayat hikayesiydi bu haftanın konusu. Babam, kızın yaptıklarını gördükçe sürekli “Allahım bizi hasedcilerin şerrinden koru, Allahım bizi çevresindekileri çekmeyen kıskanç kimselerden eyleme!” diyerek dua ediyordu. Kıskançlığın ne olduğunu biliyordum da “hasedci”nin manasını anlamamıştım. Babama soracaktım ama hem babamı dinleyip hem de televizyonu seyredemeyeceğim için filmden sonra sormaya karar verdim.

Filmdeki kız insanların mutluluğunu, başarılarını çekemiyordu. Bir sürü insana zarar verdikten sonra da öldü ve bunların hesabını vereceği, vicdanıyla yüzleşeceği yere gitti. Hiç kimsenin yalan söyleyemediği o yerde, yaptıklarının her birini teker teker itiraf etti ve dünyaya geri dönüp hepsini telafi etmek için bir şans istedi. Artık geriye dönüş olmadığını öğrenince de çaresizlik içinde tevbe etmeye çalıştı. Fakat, pişman olsa da artık çok geç kalmıştı; çünkü, öldükten sonra yapılan tevbelerin hiçbir faydası olmuyormuş.

İzlediğim filmler beni her zaman çok etkiler. Oradaki insanlarla kendimi kıyaslarım, benim de onlar gibi olup olmadığıma bakarım; iyi hareketlerini kendime örnek alıp, kötü davranışları yapmamaya karar veririm.

Bu sefer de “Acaba o kızın yaptıklarını yaptım mı, insanları kıskanıp onlara zarar verdim mi?” diye düşünürken uyuyakalmışım. Rüyamda öğretmen olduğumu gördüm. Öğrencilerim bana hased ne demek diye soruyorlardı ama ben onlara bir türlü cevap veremiyordum. Manasını bilemediğimi söylemek de zor geliyordu. En sonunda “Bilmiyorum” derken uyandım. Bir soruya bile cevap veremeyince terlemiştim. Acaba ahirette sorulan sorulara nasıl cevap verecektim. Sabah oldu zannetmiştim, meğerse kanepenin üzerinde beş dakika uyuklamışım ve rüyayı da orada görmüşüm. Uyanır uyanmaz babama sordum; “Hasedci ne demek, babacığım?”

“Hasedci, kendinden başkasının güzelliklere sahip olmasını çekemeyen, onlardaki güzelliklerin yok olmasını isteyecek ve bundan da mutlu olacak kadar diğer insanları kıskanan kimseye denir oğlum. Filmden dolayı mı sordun?”

“Evet babacığım! Bir insan başkasının zarar görmesinden nasıl mutlu olabilir ki? Düşmanı değil, o insan ona hiçbir şey yapmamış. Anlayamıyorum baba…”

“Haklısın Talip! Anlamak çok güç. Fakat buna bir hastalık olarak bakarsak daha iyi anlayabiliriz sanırım. ”

“Nasıl bir hastalık baba?”

“İnsan sadece bedenden ibaret değil. Onun göremediğimiz daha pek çok yanı var; aklı, ruhu, vicdanı gibi… İnsanın midesi nasıl acıkırsa, ruhu da gıdaya ihtiyaç duyar; bedeni hastalandığı gibi, ruhu da hastalanır, yaralanır.”

“İnsan isteyerek hasta olmaz ki baba! Eğer haset de bir hastalıksa insanın sorumlu olmaması gerekmez mi?”

“Bu dünya bir imtihan yeridir, oğlum. Ahirette verilecek ebedi mükafatların ya da cezaların hak edileceği bir imtihan yeri. Tabii her sınavın soruları, zorlukları olacaktır. Testlerde şıklar olur da sen onlardan birini seçersin ya, işte Allah da insanları birbirinden farklı yaratarak önlerine bir sürü şık koymuş ve Şeytanın oyunlarına kanmamaları için de uyarmış onları. Allah her insana bazı özellikler vermiştir. Bedenimize eli tutmak, ayağı yürümek, gözü görmek için; ruhumuza da sevmeyi Allah’a yöneltmemiz, nefreti kötülükler ve şeytana karşı hissetmemiz, hırsı da zorluklar karşısında yılmamamız için yerleştirmiş. Elinle yürümeye kalkışsan elini incitirsin, aynen öyle de ‘hırs’ı ibadetleri yerine getirmek, şeytanla mücadele etmek için değil de dünyadaki malı mülkü kazanmak için kullanırsan ruhunu hasta edersin. Onu vaktinde tedavi etmezsen de hastalığın ilerler, kanser gibi ruhunun her tarafına yayılır, sağlam olan uzuvlarını da işe yaramaz hale getirir. Görüldüğü gibi manevi hastalıkların sebebi insanın kötü kullanımlarıdır. Bundan dolayı insan, manevi hastalıklarından sorumlu tutulur.”

“Hırs ile hasedin ne gibi bir bağlantısı var baba?”

“Dünya insanın bütün isteklerini karşılayamayacak kadar küçük bir yerdir! Bu dünyada elindekiyle yetinmesini bilmeyen ve hırsla daha fazlasını isteyen insan bunların hepsine ulaşamaz ve çevresindeki insanların sahip olduklarını kıskanmaya başlar. Aslında o kimsenin de sahip olduğu bir sürü güzellik vardır, ama elindeki güzellikleri görmek yerine başkalarınınkilere bakıp kıskanmayı tercih eder ve kendinde olmayan güzelliklerden dolayı da hep şikayette bulunur. Bu kanaatsizliğini tedavi etmez ve hırsından vazgeçmezse, hastalığı daha da ilerleyerek hasede dönüşür ve insanların elindeki şeylerin onlarda değil de sadece kendisinde olmasını arzu eder. Gerekirse onlara sahip olmak için hilelere ve zorbalıklara başvurur. Zaten, pek çok hırsızlık ve cinayet kanaatsizliğin sonucudur.” Babamın bu sözlerini dinlerken aklıma bir başka soru takıldı;

“Dünyada bazı güzellikleri istemenin ne zararı olabilir ki? Ben yüksek not almayı, kar yağmasını, okulların tatil olmasını ve arkadaşlarımla kar topu oynamayı istiyorum. Şimdi ben kötü bir şey mi yapmış oluyorum?” soruma annem cevap verdi;

“Dünyevi bazı şeyleri istemekte bir kötülük yoktur, ama dengeyi şaşırıp, bunlarda hırs göstermek ve hep memnuniyetsiz davranmak insanı bataklığa sürükler. Bu konuda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde; “İnsanın iki vâdi dolusu altını olsa, mutlaka bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ve mala karşı açlığını ancak toprak doyurur. Şu kadar var ki, Allah tevbe edenleri affeder.” buyuruyor. Okuduğum bir kitapta da, hırsın nimeti nasıl kaçırdığından bahsediliyordu. Nimetler, hırs gösteren insanları sevmez ve o insanlardan kaçarmış. Hem elindeki dünyevî şeyleri sürekli az gören bir kul Allah’a şükretmeyi de bilmez. Sürekli, durumu iyi kimselerle kendisini kıyaslayıp, halinden şikayet eden insan Allah’a bir çeşit isyan etmiş olduğu için cezalandırılır ve bazen elindeki her şey alınır.” Annemin cevabı beni biraz endişelendirmişti;

“Peki güzelliklere sahip olmanın hiçbir yolu yok mu anne?” Annem o tatlı eliyle başımı okşarken bir yandan da sorumu cevapladı;

“Bize her şeyi veren Allah olduğu için, dua ederek Allah’tan istememiz gerekiyor. Bazen istediğimiz şeyler bizim için hayırlı olmayabilir. Bunu da Allah’tan başkası bilemez. Bundan dolayı da Allah’ın her zaman bizim iyiliğimizi istediğini bilmeli ve O’ndan her zaman bizim için hayırlı olan şeyleri istemeliyiz. Eğer elimizdekileri yeterli görmezsek Allah’a yeterince güvenmiyoruz demektir. Bazen filmlerde de gösteriyorlar, fakir bir çocuk zengin olmayı çok istiyor, hatta bu konuda o kadar hırs gösteriyor ki kötü işlere bile kalkışabiliyor. Sonunda zengin oluyor ama o kadar paraya sahip olunca hepten şaşırıp daha da büyük belaların içine düşebiliyor. Zaten insanı mutlu eden zenginlik değildir; nice fakîrler vardır ki, bir lokma ekmek kazanınca, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyarlarına birkaç milyar daha ekleyemediği için üzüntü içindedir. Elindekilerle yetinmenin faydalarından birini bize gösteren bir Hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz “ Kim Allahın verdiği az rızka razı olursa, Allah da onun az ameline razı olur.” buyuruyor.” Babam annemden bir bardak daha çay isteyip sözü devraldı;

“Bu kıskançlık ve haset, ilk insan Hazreti Adem’den beri var olan hastalıklardır. Haset şeytanla ortaya çıkmıştır ve şeytan, insanı çekemeyerek Allah’ın emrine karşı gelmiştir. İnsanların Cennet’e gidememeleri için elinden geleni yapacağına, insanları çeşitli tuzaklarıyla kandıracağına söz vermiştir ve hâlâ bu sözünde durmakta, sürekli bizimle uğraşmaktadır.” Babam anneme çay için teşekkür ederken annem de başka bir örnek verdi;

“Yûsuf aleyhisselâmı, öz kardeşleri kıskanmış ve kuyuya atmışlardı. Kıskançlık insana kardeşini bile kuyuya attırıyor, görüyorsun değil mi oğlum? Peygamber Efendimiz bir hadislerinde “ Sakın hased etmeyiniz! Zîrâ hased , ateşin odunu yediği gibi sevapları ve iyilikleri yer bitirir. ” buyuruyor. Hırs insanın gözünü kör eder ve doğruyla yanlışı ayırdedemeyecek hale getirir onu.”

“Hased de gıybet gibi iyilikleri, sevapları silip götüren bir hastalık demek ki değil mi babacığım? Peki, Hazreti Adem’den bugüne kadar bu biliniyorsa, niye engel olunmuyor? Bir tedavisi yok mu?” Babam yüzünde bir tebessümle cevap verdi;

“Olmaz mı oğlum? Tabii ki var. İlk önce istediğimiz şeyi niye istediğimizi düşünmemiz lazım. Başkalarında olup biz de olmayanlara bakacağımıza, elimizde olanların güzelliğini farketmemiz ve elimizdekilerin bize fazla fazla yeteceğine inanarak şükretmemiz gerekir. Buna kanaat denir. Kanaat ilacını kullanmamıza rağmen şeytan hâlâ bizimle uğraşıyorsa, bu sefer de dünyanın kısa olduğunu ve bir gün öleceğimizi hatırlamak şart. Zira insan ahirette her şeyin hesabını vereceğini her an hatırlasa, Allah’ın emanet olarak bağışladığı nimetlerden hesaba çekilme korkusuyla bile dehşete kapılır, şaşırır ve yeni şeyler istemekten vazgeçer. Çevremizdeki zengin olarak kabul ettiğimiz insanlar da aslında hiçbir şeye sahip değil, onlardaki şeyler de onlara ödünç olarak verilmiş. Her an Allah onları geri isteyebilir. Öyleyse biz neyi kıskanıyor, dünyadaki geçici şeyler için niye hırs gösteriyoruz ki? Ahiret için hırslı davransak daha mantıklı olmaz mı? Orada bize hiç bitmeyecek hazineler verilecek, orası dururken buradaki geçici nimetler için yarışılır mı?”

Babamın sözünü kesmek istemiyordum ama merakımı yenemedim;

“Ahiret için hırslı olmak da sevapları silmez mi?” Babam cevap verdi;

“Bir hadiste Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor; “Yalnız iki kişiye gıpta edilir. Biri, Allâh’ın, mal verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allâh’ın, kendisine verdiği ilimle amel eden ve onu başkasına da öğreten (yâni ilmini paylaşan) kimsedir . ” Gıpta, hasedin ahiret için yapılan ve iyi olan şeklidir. Allah’ın rızasına ulaştıracak davranışlara, örnek şahsiyetler olan peygamberlerin ve Allah dostlarının hâllerine gıpta edilir. Fakat, Allah sadece kendini düşünen bencil insanları sevmez. Bir hadiste ” Bir müslüman, kendisi için istediği bir iyiliği, başka bir müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olmaz” buyruluyor. Zaten dinimizin en güzel yönlerinden birisi de bu. Mutluluksa hep beraber, rahatlıksa hep beraber, yemekse hep beraber, Cennet’e gitmekse hep beraber… Başkası ağlarken, bir müslüman gülemez. Onun sıkıntısını gidermek için yol araştırır. Hiçbir şeye gücü yetmezse, kimsesizlerin Kimsesi olan Allah’a dua eder ve o ağlayan kişiyi güldürmesini ister. O filmdeki kız Allah’ı gerçekten sevseydi, ahirete inansaydı, zerre kadar iyilik yapanın iyiliğinin, zerre kadar kötülük yapanın da kötülüğünün hesabını vereceğini bilseydi, değil hased edip başkalarına zarar vermek, kıskanmayı bile büyük günah sayar ve ondan kurtulmaya çalışırdı. Neylersin ki, insan kendisinin hiç ölmeyeceğini zannederek hep hataya düşüp günahlar işliyor. Rabbim bizi, başkalarını dünya için kıskanmaktan ve hasedcilerin şerlerinden korusun.”

Annemle ikimiz “Amin” diyerek babamın duasına katıldık. Saat çok geç olmuştu, ertesi gün de erken kalkmamız gerekiyordu. Konuşmamızı bu duayla tamamlamış olduk.

Farkında olmadan yaptığım hataları ve onların hangi hastalıklara dönüştüğünü öğrendikçe daha çok okumam ve kendimi düzeltmem gerektiğine karar veriyorum. Önceleri, arkadaşlarımın oyuncaklarını, kıyafetlerini, aldıkları güzel notları görünce içten içe “Keşke benim de böyle şeylerim olsaydı!” derdim ve böyle düşünmenin kalbimde, ruhumda yaralar açacağını hiç düşünmezdim. Yanılmışım, acaba bilmeden yaptığım daha ne kadar hatam var? Daha çok okumalı ve öğrendiklerimi güzel şekilde uygulamalıyım. Zira kimin ne zaman hesap vermek için bu dünyayı terkedeceği belli değil?