Yolda Dökülenler ve Sarsılmadan Yürüyenler

Yolda Dökülenler ve Sarsılmadan Yürüyenler

İnsanın iç dünyasının envâr-ı ilâhiye (ilâhî nurlar) ile aydınlanması çok önemlidir. İç dünyası Hz. Nuru’l-Envâr’ın saçtığı nurlarla aydınlanmayan insan karanlığa mahkûm olur ve bu karanlık zamanla onun bütün ufkunu karartır. Yürüdüğü yollar meşalelerle, projektörlerle dolu olsa bile böyle bir kişi sağa sola toslamaktan, taşa çakıla takılmaktan kurtulamaz. İç dünyası karanlık ve kirli olan bir insanın, duygu ve düşünceleri, söz ve tavırları da buna göre şekillenir. Böyle bir durumda kalb yenik düşer, ruh avare kalır. Bu durumda insan nasıl bir karanlığın içinde yaşadığını da anlayamaz ve kendisinin hâlâ aydınlık bir iklimde dolaştığını zanneder ama aldanır.

Cenab-ı Hak, gönderdiği peygamberler ve kitaplarla insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Niceleri o nura koşmuş, onunla bütünleşmişlerdir. Fakat onlardan bazıları bir süre sonra farklı sebep ve bahanelerle bu nurdan uzaklaşmaya başlamış ve kendilerini yeniden karanlığa mahkûm etmişlerdir. Hz. Âdem’den bu yana, peygamber arkasında saf bağlamış kimseler arasında bile yolda dökülenler olmuştur. Enbiya-i izâmın nurdan atmosferine girdikten sonra geriye dönüp yeniden karanlığın kurbanı olmuş bu zulmetzedeler sayılamayacak kadar çoktur. İlâhî nurdan uzak düşmüş bu karanlık ruhlar bir süre sonra dünyaya, cismaniyete, şehvete, mala mülke takılıp gitmişler dünyalarını da ahiretlerini de berbat etmişlerdir. Asr-ı Saadeti takip eden yıllarda, İnsanlığın İftihar Tablosu’yla (sallallahu aleyhi ve sellem) diz dize gelmiş ve O’nun arkasında namaz kılmış bazıları talihsizce irtidat girdabına kapılıp gitmişlerdir. Bunları münafıklarla karıştırmamak lazım. Zira onlar Münafık değillerdi; iman etmişlerdi ama yolun bir yerinde başları döndüğünden, bakışları bulandığından, düz yolda yürürken patikalara sapmış ve takılıp yollarda kalmışlardır.

İnsan çoğu zaman iç dünyasındaki karanlıkları fark edemez. Yürüdüğü yolda, çizdiği zikzakların farkına varamaz. Onun eksik ve gediklerini görebilmesi, ancak kendisiyle yüzleşmesi, kendini ciddi bir muhasebeye tâbi tutmasıyla mümkündür. Bu sebeple sürekli istikamet talebinde bulunması, ayağı kayıp sendelemekten de hep Allah’a sığınması çok önem arz eder.

Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselâm) en çok yaptığı dualardan birisi de şudur: يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلى دِينِكَ “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizî, kader 7; İbn Mâce, duâ 2) O’nun bu duasına, akrabü’l-mukarrabîn olarak kendi iç dünyasına yönelik bir talepte bulunma olarak bakılabilirse de rehberliğinin gereği olarak ümmetine bir talim ve hatırlatmada bulunması şeklinde anlamak bana daha doğru geliyor. Bu çerçevede, Efendimiz’in bu duası bize şu mesajı vermektedir: “Ben bile her gün Allah’tan böyle bir talepte bulunuyorsam sizler başınızın çaresine bakmalı, istikamet adına kılı kırk yararcasına bir hayat yaşamaya çalışmalısınız.”

Tarihî Tekerrürler Devr-i Daimi

Allah’ın havl ve kuvvetine dayanarak yürüyen insanlar hiçbir dönemde, en zor şartlar altında dahi takılıp yollarda kalmamışlardır. Onları ne dünyanın cazibedar güzellikleri yollarından döndürebilmiş ne de zorba ve zalimlerin baskıları. Bilakis onlar şartlar ağırlaştıkça hızlarını daha da artırmış, ihlasta daha da derinleşmiş, kendilerini unutmuş ve unutulmaması gereken temel dinamiklere tutunmuşlardır. Yolun sonunda yerinde sabitkadem kalabilenler kazanmış; bağışıklık sistemi zayıf olanlar ise baskılara dayanamayıp zalime temenna çekmiş ve kaybetmişlerdir. Onlar her ne kadar dünyada birkaç nefes oksijenle geçici bir rahatlığa erseler de ahirette Cenab-ı Hakk’ın, “Benim yolumda yürümenin ne kötülüğünü gördünüz ki zalimlere eyvallah çektiniz!” şeklinde bir itaptan kurtulamayacaklardır.

Evet, tarihî tekerrürler devr-i daimi içinde dün olanlar bugün de olmaya devam ediyor. Allah’ın değişmeyen âdet-i ilâhiyesi bütün toplumlar hakkında hükmünü icra ediyor. Faust ile Mefisto mücadelesi Hz. Âdem’den bu yana devam ediyor. Allah’a sağlam inanmış ve sımsıkı sarılmış mü’minler, baskılara, zulümlere, mahrumiyetlere aldırmadan inandıkları yolda yürüyorlar. Buna karşılık iman zaafı yaşayan kimseler güç, kuvvet, iktidar, makam, mansıp ve dünya nimetleri karşısında âdeta zehirleniyor ve yolun bir yerinde dökülüyorlar. Öyle ki inandıkları değerleri bile dünyevi saltanatlarına vasıta yapıyorlar. Makyavelist mülâhazalarla hareket ediyor, kendi çıkarlarına odaklanıyor ve yaptıkları zulüm ve vahşetlere bile dinden kılıf buluyorlar. Mihrap hâline getirdikleri putlarına bağlılık adına insanlara akla hayale gelmedik eza ve cefaları reva görüyorlar.

Evet, yolda dökülme, tarihin her döneminde yaşanan bir üzücü vakadır fakat günümüzde tehlike daha da büyümüştür desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Enaniyetin çılgınlaştığı, dünya muhabbetinin insanları sarhoş ettiği, dünya hayatının bilerek ve isteyerek ahiret hayatına tercih edildiği günümüzün insanı büyük bir tehlike altındadır. Dünya nimetleri, güç ve iktidar şehveti nicelerinin başını döndürüyor, nicelerini zehirliyor. Bunlar belki camiye gidiyor, namaz kılıyor, oruç tutuyorlar fakat içlerinde ahirete iman, hesap endişesi taşımıyorlar. Dertleri ve davaları kendi debdebe ve saltanatlarını, hâkimiyetlerini devam ettirebilmekten başka bir şey değildir. Bu tür kimseler münafıkça tavırlar ortaya koyuyor, çok rahat yalan söylüyor, insanları aldatıyorlar. Saltanatlarını devam ettirmenin önünde engel gördüklerini ya dünyalık vaatleriyle yanlarına çekiyor ya da onlara her tür zulmü yapmaktan geri durmuyorlar. Yürüdükleri şeytanî güzergâhta yol emniyetini temin edebilmek için karşılarına melek dahi çıksa ezip geçmeyi yeğliyorlar. Sırf kısacık dünya hayatı adına geleceklerinin kararabileceği korkusuyla masum insanların dünyalarını karartıyorlar. Yeri geliyor, harami gibi düşman ilan ettikleri bu insanların ellerindeki malları gasp ediyor, yeri geliyor onları özgürlüklerinden mahrum ediyorlar. Onların bu fitnesi karşısında maalesef bağışıklık sistemi yeterince güçlü olmayan kimseler de yol ve yön değiştirebiliyorlar.

Kazananlar ve Kaybedenler

Samimi mü’minlere düşen vazife, doğru bildikleri yolda sabitkadem olabilmek, inandıkları değerler uğruna kendilerine reva görülen baskı ve zulümler karşısında dişlerini sıkıp sabretmektir. Günümüzde bunun binlerce misalini görüyoruz. Allah’a binlerce şükürler olsun ki kadınıyla erkeğiyle kardeşlerimiz tasallut ve tahakkümlere aldırmadan inandıkları değerlere olan sadakatlerini ve metanetlerini yiğitçe ortaya koydular. Zalime eyvallah etmediler. Haklarında verilen mahkûmiyet kararlarını tebessümle karşıladı, zindanlara gülerek gittiler. İbadet ü taatleriyle, evrad u ezkârlarıyla hapishaneleri halvethaneye, medreseye çevirdiler. Kayıp yaşanacak yerlerde bile büyük kazançlar ortaya koydular. Zaten şimdiye kadar kazananlar hep mazlum ve mağdurlar, kaybedenler ise zalim ve zorbalar olmamış mıdır? Milletin tepesine binen, malını mülkünü elinden alan, her tür zulmü ona reva gören, vehim ve paranoyalarla hareket eden zalimler, tıpkı iç âlemleri gibi dünya ve ahiretlerini kapkara hâle getirmiş, zindana çevirmişlerdir.

Bu arada yürüdüğü hak yola kahreden ve sonra zulme meyledip ona alkış tutanlar da olmuştur. Onlar, önlerine konulan kağıtları imzalamış, itiraf adı altında masum insanlara iftira atmışlardır. Böyle yapmakla dinlerine, vatanlarına, milletlerine hizmet edebilmek için yaptıkları güzel işleri suç gibi göstermişlerdir. Olmayan bir suçun itirafında bulunduğunu zanneden kimseler bunu hangi niyetle yaparsa yapsınlar bunun düpedüz iftira ve iftiranın da büyük günahlardan biri olduğunda şüphe yoktur. Bir de işledikleri bu günahı mahzursuz görüyorlarsa durum daha da tehlikeli demektir. Masumları karalayan, onlara iftira atan bu insanlar dünyalarını kurtarmak isterlerken farkına bile varmaksızın ahiretlerini karartabilirler.

Bazı samimi mü’minler zalime hoş görünmek, onunla geçinmek ve onun yanında yer almak suretiyle emniyette olacağını, yakasını kurtaracağını zannediyorlar. Oysaki zalimler şeytana külahını ters giydirir. Muhataplarını çok iyi tanır, onların niyetlerini, düşüncelerini çok iyi okurlar. Kendi arkadaşlarına ihanet eden müfterilere güvenilemeyeceğini çok iyi bilirler. Ayrıca onlar paranoyak karakterlerdir. Her şeyden korkarlar. Küçücük de olsa risk almak istemezler. Onların, yarın öbür gün kendi başlarına belâ olabileceğinden, güzergâh emniyetlerini tehlikeye atabileceğinden endişe ederler. Bu yüzden alacaklarını aldıktan sonra istifade ettikleri bu insanların da hakkından gelirler.

Dünyaya tapan, dinî değerlerini dünyevi menfaatlerine alet eden kimselerin sözünü dinlemek, onlara yaranmaya çalışmak, onlardan özür dilemek, onların dediğini yapmak ne büyük bir tali’sizlik ve ne büyük bir vebaldir! Bugüne kadar Allah davasına omuz vermiş büyük zatlar içinde, dininden, diyanetinden ötürü gördüğü baskılardan, eza ve cefalardan ötürü zalimlerden özür dileyen bir kimse olmuş mudur? Şunu unutmamak lazım, zalimin zulmünü kolaylaştırmak da bir çeşit zulümdür. Haksızlık yapan kimselere yaptıkları işte kolaylık sağlamak, onlara imkân ve fırsat tanımak bir çeşit zulümdür. Zalimin işini zorlaştırma, ona imkân ve fırsat vermeme ise bir çeşit ibadet sayılır.

Yürünen Yolda Sabitkadem Olabilme

Bu itibarladır ki kazananlar, yürüdükleri yolda sarsılmadan yürüyebilenler, yerinde sabitkadem kalabilenler olacaktır. Tekme de tokat da yeseler durmaları gerekli olan yerde durabilenler, davaları uğruna her tür eza ve cefayı göğüsleyebilenler dünyada da ahirette de kazançlı çıkacaklardır. Kur’ân-ı Kerim’in şu beyanını iyi anlamak gerekiyor: “Ey Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma!” (Âl-i İmrân sûresi, 3/8) Aynı şekilde namazlarımızda sürekli Allah’tan sırat-ı müstakim talebinde bulunmanın hikmetini iyi kavramak gerekiyor. Bunu kavrayan başına gelenlere katlanmasını bilir, zalimin zulümden ötürü yol ve yön değiştirmez.

Peygamber kıssalarının bize anlattığı en önemli hakikatlerden biri budur. Zira o yüce kametler, kavimleri tarafından her tür saldırı ve işkenceye sabır ve azimle katlanmasını bilmişlerdir. Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe-i kiramın hayatlarına bakacak olursak, Allah yolunda nelere katlanıp sonunda neler elde ettiklerini açıkça görürüz. Putperestler onları sıcak kumlara yatırıp üzerlerine ağır taşlar koymuşlar, hapsetmişler, boykota maruz bırakmışlar, dövmüşler, tartaklamışlar ama hiçbirini yürüdükleri yoldan döndürememişlerdir. Neticede bütün bu zulümleri yapanlar kaybederken inananlar kazançlı çıkmışlardır.

Sabır, kurtuluşun sırlı anahtarıdır. Kim dişini sıkıp sabrederse er geç zaferyâb olur. Gerektiğinde Şi’b-i Ebî Talib’de boykota maruz kalan mü’minlerin sabrettiği gibi sabretmesini bilmek gerekiyor. Kızgın güneş altında sıcak kumlara yatırılmasına ve bir de üzerine ağır taşlar konulmasına rağmen Allah Resûlü’nün yolundan dönmeyen Bilâl’i, Ammar’ı örnek almak gerekiyor. Sırf Allah’a iman ettiklerinden ötürü gözü dönmüş zalimler tarafından içi ateş dolu hendeklere atılmalarına rağmen dinlerinde sabitkadem olmasını bilen Ashab-ı Uhdud’dan ders almak gerekiyor. Zira dönekliğin insana kazandıracağı hiçbir şey yoktur ama o pek çok şey kaybettirir.

  • https://s1.wohooo.net/proxy/herkulfo/stream
  • Herkul Radyo