Bir gün Hasan Basri Hazretleri’nin yanına biri gelir. “Filanca senin hakkında kötü söylüyor!” diye şikâyette bulunur. Hasan Basri hazretleri bunun üzerine “Sen onu nerede gördün?” diye sorar. Adam, “evinde gördüm” yanıtını verir. “Orada ne yapıyordun?” diye sorunca da adamın evinde misafir olduğunu ifade eder. Hazret bu sefer de, “Misafirlikte ne yediniz?” sualini yöneltir. O da büyük bir iştahla misafirlikte yediklerini anlatmaya başlar. Hasan Basri Hazretleri muhatabını sabırla dinler ve şu sözleriyle büyük bir ders verir ona:
“Ey mürüvvetten nasipsiz kişi! Bu kadar yemeği karnında sakladın da, bir sözü mü saklayamadın? Şayet doğru söylüyorsan benim de ona dört sözüm var. Birincisi, dilimle ondan şikâyet etmem. İkincisi, kalbimden ona kin duymam. Üçüncüsü, dünyalık sözlerle ona karşılık vermem. Dördüncüsü, kıyamette ona hasım olmam, hak talep etmem. Belki onsuz cennete girmem. Kalk ey fâsık, bu sözleri de ona götür! Zira söz getiren, söz götürücü olur!”
Evet, menkıbe, birilerinden kendisine laf taşınması gibi hadiseler karşısında, hususiyle inanan insanların takınması gerekli olan ideal tavrı ifade eden oldukça manidar bir menkıbedir. Hasan Basri hazretleri gibi Hakk’a kurbiyeti müsellem zatların bu türden hadiseler karşısında takınmış oldukları bu kemâl tavrında, başta onların insan-ı kâmil olmalarını görmek gerekse de, Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in bu mevzuda sakındıran, uyaran hadis-i şeriflerinin varlığının tesirini de göz ardı etmemek lazımdır.
Söz taşıma gibi (nemime) nice basit, önemsiz görülen günahlar vardır ki bunlar insanlar arasında fitneye, kırgınlıklara dargınlıklara sebebiyet verebildiği gibi insanın kendi ahireti yahut başka insanların ahiretleri adına çok üzücü neticelere badi olabilir. Bu önemsiz olarak vehmedilen günahlardan en önemli ikisini Nebiyy-i Zîşan Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) İbn-i Abbas (radıyallahu anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerinde şöyle beyan buyurmaktadırlar:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: مَرَّ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى قَبْرَيْنِ فَقَالَ:
«أَمَا إِنَّهُمَا لَيُعَذَّبَانِ وَمَا يُعَذَّبَانِ فِي كَبِيرٍ، أَمَّا أَحَدُهُمَا فَكَانَ يَمْشِي بِالنَّمِيمَةِ، وَأَمَّا الْآخَرُ فَكَانَ لَا يَسْتَتِرُ مِنْ بَوْلِهِ»، قَالَ فَدَعَا بِعَسِيبٍ رَطْبٍ فَشَقَّهُ بِاثْنَيْنِ ثُمَّ غَرَسَ عَلَى هَذَا وَاحِدًا وَعَلَى هَذَا وَاحِدًا ثُمَّ قَالَ: «لَعَلَّهُ أَنْ يُخَفَّفُ عَنْهُمَا مَا لَمْ يَيْبَسَا»
İbn-i Abbâs (radıyallahu anh) şöyle demektedir; Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) iki kabrin yanına uğradı ve “Dikkat edin, bunlar muhakkak azap görüyorlar. Hem de (kendilerince) büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar. Bunlardan biri kovculuk yapardı; diğeri de bevlinden korunmazdı.” buyurdular. Sonra yaş bir hurma dalı isteyerek onu ikiye yardı, birini birinin birini de diğerinin üzerine dikti ve “Umulur ki, bu dallar kurumadıkça onların azapları hafifletile.” buyurdular.[1]
***
Evet, öncelikle hadis-i şerif ile alakalı işaret edilen bu iki şahsın Müslüman olup olmadığı ihtimalini değerlendirmek yerinde olacaktır. Zira bu husus ulema arasında mevzubahis olmuş ve üzerinde farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Evvela nassların bize sunduğu veriler ışığında ifade edecek olursak, kabirde metfun bu iki zatın Müslüman oldukları kesindir denilebilir. Zira Ahmed İbni Hanbel hazretlerinin tahric ettiği Ebu Ümame hadisinde “Rasûlullah Efendimiz Bakı’ kabristanına uğradı ve ‘Bugün buraya kimi defnettiniz?’ diye sordu.” şeklinde bir kayıt mevcuttur. Bakı’ kabristanı bir Müslüman kabristanı olduğuna göre, buradan hareketle “kabirde metfun iki zat Müslümandı” denilebilir.
Öte yandan mevzumuza temel aldığımız hadis-i şerifi metin açısından bir kritiğe tabi tutacak olursak yine aynı kanaate varırız. Şöyle ki; öncelikle Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kabirde metfun iki zatın azap gördüklerini haber vermiş ve akabinde de onların bu azabı görmelerine sebep olan günahlarını “söz taşıma ve idrardan korunmama” şeklinde beyan buyurmuşlardır. Şayet kabirlerdeki zatlar iman etmemiş insanlardan olsalardı, onların azabının gerekçesi olarak söz taşıma ve idrardan korunmama gibi esasa ait olmayan şeyler değil de Allah’a iman etmemiş olmalarının nazara verilmiş olması gerekirdi. Zira iman gibi olmazsa olmaz bir şartın noksan olduğu bir yerde başka günahların zikrine hacet yoktur. İmansızlık en büyük ve en başta gelen azap sebebidir.
Günahlarını Küçük-Basit-Önemsiz Görüyorlardı
Kendilerini bu elim azaba düçar kılan şeyler, önemsiz gördükleri, -tabiri caizse- “bundan da ne olacak ki” dedikleri amelleridir. Oysa Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz bu tür günahları küçük görmeyi insanların helâkine bâdi olabilecek potansiyelde tehlikeli bir yaklaşım olarak beyan buyurmuşlardır. Ahmed bin. Hanbel hazretlerinin naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: “Küçük görülen günahlardan sakının! Çünkü o (küçük günahlar) bir kimsede birikir de neticede onu helak eder!”[2] Yine zayıf olduğu yönünde kanaat ileri sürenler olsa da mana itibariyle doğru olan bir sözde لَا صَغِيرَةَ مَعَ الْإِصْرَارِ وَلَا كَبِيرَةَ مَعَ الِاسْتِغْفَارِ yani; “Israr, küçük görülen günahları büyük günahlar haline getirir, samimi bir tevbenin karşısında da hiçbir günah duramaz.” tespiti bu hususu beyan adına son derece hikmetli bir sözdür.
Söz Taşıma (kovculuk) Kabir Azabı ve Cehenneme Girme Sebebidir
Evet, kovculuk yapan cennete giremez. Zira Rasûlullah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde “Söz taşıyan cennete giremez!”[3] buyurmaktadırlar.
Lügavi mana itibariyle laf-söz taşıma, fitnecilik, fitçilik yapma gibi manalara gelen kovculuk; insani değerler açısından hoş karşılanmadığı gibi, İslami kıstaslar muvacehesinden günah kategorisinde değerlendirilen mezmum davranışlardandır. İmam Nevevi hazretleri bu mevzuda, “Kovculuk zarar vermek kastıyla sözü başkasına taşımaktır ki kabahatlerin en çirkinlerinden biridir.” diyor. Fakat İmam Kirmani, Nevevi hazretlerinin kovculuk ile alakalı getirdiği tanımlamaya şöyle itiraz etmektedir: “Fukahanın kaidesine göre bu söz doğru değildir. Çünkü fukaha; ‘büyük günah hadd-i şer’iyi icap eden suçtur’ derler. Hâlbuki kovculuk yapana had vurulmaz. Bununla beraber ‘kovculuk yapmakta ısrar etmek onu büyük günah yapar’ denilirse o başka. Çünkü küçük günahı ısrarla yapmanın hükmü büyük günahın hükmü gibidir. Yahut buradaki kebireden ıstılahi manası kastedilmemiştir.” demektedir.
Evet, bir başkasına yetiştirilen bir bilgi, velev ki doğru bile olsa, mümin basiretli davranmalı bu mevzuda ihtiyatı asla elden bırakmamalıdır. Zira menkıbede de anlatılmak istenen husus budur. Bir başkasının seninle alakalı nahoş şeyler ifade ettiği doğru olsa bile sen:
Onun seninle alakalı söylediği sözlerden şikâyet etmemelisin.
Onunla alakalı nahoş sözler söylememelisin.
Nahoş sözler sarf etmediğin gibi kalben buğz da etmemelisin.
Kıyamette de ona hasım olmayıp, herhangi bir hak da talep etmemelisin.
İşte bu dört esas, kâmil mümin olmanın gereği ve toplumsal huzurun en yanıltmaz teminatıdır. Zira gerçek mümin başkalarının yanlış ve hatalarına da üzülebilen, önemsiz gördüğü böyle günahlarla dahi Huzur-i İlahi’ye varmasın diye peygamberane bir şefkatle muamelede bulunandır. Aksi takdirde kötülüğün başka bir kötülükle bertaraf edilmesi mümkün değildir. Böyle bir davranış mürüvvet sahibi müminin şiarı da değildir. Zira asıl yiğitlik kötülüğe iyilikle muamelede bulunma cengâverliğidir.
Daha evvel, laf-söz taşıyıcılığı yaparak insanları birbirine düşürmek ve adavet tohumları ekmek suretiyle, insanlar arasındaki uhuvvet (kardeşlik) bağlarını zedeleme gibi pek çok vahim neticelerin müsebbibi olan insanların büyük günah işlediklerini ifade etmiştik. İşte toplumda huzurun bendine kasteden bu türden günahları irtikâp edenlerin cezası kabirde başlayıp cehenneme ulaşacaktır.
Bevlden Sakınmama
Bevlden (idrar) sakınmamanın kabir azabını mucip büyük bir günah olmasının sebebini ise ulema; böyle bir hassasiyet eksikliğinin namazın batıl olmasını gerektirmesi ile izah etmektedirler. Zira namazın sıhhat şartlarından birisi de necasetten taharettir. Binaenaleyh bevlden sakınmama gibi bir günah ile necasetten taharet şartının yerine gelmediğine, necasetten taharetin olmadığı bir elbise ile de namazın kabul olmayacağına hükmetmek gerekmektedir. Namazları kabul olmamış bir kul olarak kabre girmenin de büyük günahlardan olması anlaşılabilir bir durumdur. Bu açıdan bevlden içtinap ve ihtiraz etmeme kabir azabını gerektirecek kadar büyük bir günah olarak kabul edilmiştir.
Nokta-ı İltisak?
Son olarak laf-söz taşıyıcılığı ile bevlden sakınmama hususları arasında şöyle bir nokta-ı iltisak kurulabilir: “İşledikleri günahları ve hataları önemsemeyen, basite alan ve küçük gören çok insan vardır. Hadis-i şerifteki iki kişinin de bir anlamda, söz ile idrar damlacıkları arasında bir ilgi kurarak, ‘Bir iki söz değil mi, bir iki damlacık değil mi ne çıkar bundan’ anlayışı içinde davrananlardan olduklarına işaret edilmektedir. Hatasını küçük görme hâlet-i ruhiyesine Hz. Aişe validemize iftira edilmesi olayı dolayısıyla yüce kitabımızda şöyle işaret buyurulur: “Siz önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.”[4]
Hadis-i şeriften, kovculuk niyetiyle ağızdan çıkacak kelimelerin, ortalığı berbat etmek bakımından idrar damlacıklarına benzetildiği izlenimini edinmek mümkün gözükmektedir. Bu da bizi, nemîmenin (kovculuk) mutlaka korunulması, temizlenilmesi gereken bir pislik olduğu sonucuna götürür. ”[5]
Cenâb-ı Hak, kabrimizi bir azap yurduna döndürecek bu türden gafletlerimizden arındırsın bizleri!..
Sefa Salman
[1]. Sahih-i Müslim, Taharet 111
[2]. Ahmed b. Hanbel I, 402-403; V,331
[3]. Buhari, Edep, 50; Sahih-i Müslim, İman, 169-170.
[4]. Nur suresi, 24/15
[5]. Riyazussalihin Tercüme ve Şerhi, bkz. İlgili Hadis Şerhi