İçindekiler
Herkes Karakterinin Gereğini Sergiler
İnsanın karakterinin rengi, zor zamanlarda daha net ortaya çıkar. Rahat zamanlarda yaşayan insanların eline diline sahip olması, istikametini koruması kolaydır. Asıl, belâ ve musibetler gelmeye başladığında denge ve istikameti korumak zorlaşır. Maruz kalınan sıkıntının şiddetine göre farklı inhiraflar yaşanabilir. Mesela inanılan değerler sorgulanabilir, Zât-ı Ulûhiyet hakkında yakışıksız düşüncelere girilebilir. Böyle bir durumda hem musibetlere sabretmek suretiyle elde edilecek sevaplardan mahrum kalınır hem de yaşanan inhirafın derecesine göre farklı günahlara girilebilir. Bu, kazanma kuşağında yaşanan zarardır. Zira belâlara karşı gösterilen sabır, ibadet gibidir; kişiye normal zamanlarda elde edemeyeceği büyük sevaplar, yüksek dereceler kazandırır.
Ne var ki insanın maruz kaldığı olumsuzluklar karşısında dişini sıkıp sabretmesi hiç de kolay değildir. Bu, ciddi bir ceht ve mücadele gerektirir. Beşeriz; başkalarının tavır ve davranışlarına takılabiliriz. Başımıza gelen bela ve musibetlerde nefsimizi ve kaderi unutup her şeyi insanların hatalarından bilebiliriz. Yaşananlar karşısında huzurumuz kaçar, fikrî dağınıklık yaşar, ızdırapla iki büklüm olabiliriz. Hatta yer yer hayalimize, kalbimize, zihnimize inancımızla bağdaşmayacak olumsuz bir kısım duygu ve düşünceler hücum edebilir. Böyle durumlarda ciddi bir metanet ve inançla hemen irademizi ortaya koymalı ve bu olumsuzluklardan en kısa zamanda sıyrılmaya çalışmalıyız. Nöronlarımıza hâkim olmalı, sürekli düşüncelerimizi kontrol altında tutmalı ve Allah’ın hoşnut olmayacağı hiçbir şeyi orada misafir etmemeliyiz. İnanç sistemimizle telif edilemeyecek fikirlerin, değil duygu ve düşüncelerimiz, rüyalarımıza dahi girmesine meydan vermemeliyiz.
Başkalarının insanlık dışı tavır ve davranışları bizi de benzer düşünce ve hareketlere sevk ediyorsa, irademiz de imanımız da zayıf demektir. El âlemin yaşadığı inhiraflar bizim de benzeri savrulmalar yaşamamıza sebep oluyorsa, yaşadığımız tazyik ve tezyifler bizim de kalbimizi ve ağzımızı bozuyorsa, ayağımızı sağlam bir zemine basamamış, yürüdüğümüz yolda sabit kadem olamamışız demektir.
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا
“Ey bizim kerîm Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma!”(Âl-i İmrân Sûresi, 3/8)
hakikati her zaman vird-i zebânımız olmalı.
Şunu unutmamak gerekir ki herkes kendi karakterinin gereğini yapar. Varsın başkaları kendilerine göre yazsın, çizsin, konuşsun, hareket etsin! İsterlerse yalanın en katmerlisini söylesin, iftira ve karalamanın her türüne başvursun, ağza alınmayacak hakaretler etsin, zulümlerine zulüm eklesinler; onların bu ahlâksız ve günahkâr tutumları, iman ve Kur’ân hizmetine gönül vermiş adanmışları benzer davranışlara asla sevk etmemelidir. Birilerinin yüz, bin defa yalan söylemesi sizin tek bir defa yalan söylemenizi meşru kılmaz. Başkalarının kâfir sıfatı taşıması, çeşitli cürümleri irtikap etmesi size bunları mubah kılmaz. Haram her zaman haramdır. Bütün dünyanın balıklamasına bir haramın içine dalması, sizin için zerre haramı helâl yapmaz. İsterse başkaları deveyi hamuduyla götürsün, siz haramın damlasına bulaştığınız zaman çok şey kaybetmiş olursunuz.
Evet, Kur’ân İsra suresi 84. ayet-i kerimede;
كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ
buyuruyor. Yani herkes kendi mizacına göre hareket eder, karakterinin gereğini ortaya koyar. Âyetin devamında da şöyle buyruluyor:
فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلاً
“Kimin doğru yol tuttuğunu, hidayet üzere olduğunu en iyi bilen, Rabbinizdir.” (İsra sûresi, 17/84)
Madem her şeyi bilen ve işlediğimiz fiillerin mükafat veya cezasını verecek olan Allah’tır, o hâlde tavır ve davranışlarımızı buna göre ayarlamak zorundayız. Herkes yaptığının karşılığını görecektir. Birileri zulüm yolunu tutmuş gidiyorsa, ahirette karşılaşacakları cezanın bir mukaddimesi olarak dünyada iken de müstahaklarını bulacaklardır. Bugün masum insanlara “hain, terörist” diyenler, belki de bir gün aynı iftiralara kendileri maruz kalacaktır. Çünkü Allah adildir. Allah’ın adaletine O’nun varlığına inandığım kadar inanıyorum.
Zalimlerin İbretlik Sonu
Bugün şahit olduğumuz zulüm tablolarını hazırlayanların, insanları birbirine musallat edenlerin, kendi istikballerini başkalarının kan ve gözyaşıyla inşa etmeye çalışanların derbeder olduklarını, kaderin şiddetli tokatlarına maruz kaldıklarını, zir u zeber olduklarını pek yakında göreceksiniz. Hatta onların bu perişan vaziyetleri karşısında ızdırap duyacak ve “Keşke zamanında bunca kötülüğü yapmasalardı, şeytanın oyuncağı hâline gelmeselerdi de kaybedenlerden olmasalardı!” diyeceksiniz. Size bunca kötülüğü yapanların, çeşit çeşit zulümleri reva görenlerin fırtınaya maruz kalmış ağaçlar gibi peşi peşine devrildiklerini, hazana maruz yapraklar gibi savrulup gittiklerini, saltanatlarının başlarına yıkıldığını gördüğünüz zaman nasıl “Yazık oldu!” demeyeceksiniz ki! Onların yüzünden kandırılan, sokaklara dökülen ve heder olup giden gençliğe nasıl acımayacaksınız ki!
Yaşanan bu karanlık dönemde o kadar çok zulmettiler, akla hayale gelmedik öyle kötülükler yaptılar ki hayırla yâd edilecek hiçbir şey bırakmadılar. Sonrasında dönüp yardım dileyecekleri bütün kapıları kendilerine kapattılar. Keşke içimizde en azından kendilerine bir Fatiha okuma duygusu bıraksalardı! Keşke bu kadar olsun bir irtibat bıraksalar, köprüleri bütün bütün yıkmasalardı! Yaşadıkları sürece işleri güçleri birilerine zift püskürtmek olan insanlar devrilip gittikten sonra Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)in;
“Ölülerinizi kötü yanlarıyla yâd etmeyin.”
hadisiyle amel etmekte zorlanacaksınız. Onların isimlerini duyduğunuzda insanlığın gereği olarak bir kere daha çektiğiniz acıları hatırlayacak ve duygularınız kabaracak. Belki o zaman iradenizin hakkını verecek ve dinin temel disiplinlerine aykırı hareket etmeme adına içinizdeki olumsuz duyguları kontrol edeceksiniz. Bir kere daha “Ya Sabır” diyecek, iç reaksiyonlarınızı dengeleyecek, arkalarından lânet okumayacak, kötü söz sarf etmeyeceksiniz. Çünkü bizim genel karakterimiz böyle olmayı gerektirir.
Herkes karakterinin gereğini ortaya koyacaksa, zalimler devrilip gidecekleri âna kadar zulümlerine devam edecek, fasıklar fısk u fücurlarını bırakmayacak, münafıklar nifaktan vazgeçmeyecek demektir. İsimler, şahıslar değişse de bu durum devam edecektir. Buna göre imana ve Kur’ân’a gönül vermiş mü’minlere de mü’mince davranmak, imana yakışır hâl ve vaziyetlerini devam ettirmek düşer. Bizler her türlü zorluğa rağmen kendi karakterimizin gereğini yerine getirmeli, ahlâkî duruşumuzdan taviz vermemeliyiz. Allah’a tevekkül, teslimiyet, tefviz ve sikamız sayesinde yaşadığımız badire ve gaileleri aşmaya çalışmalıyız. Yapılan denaet ve şenaatler bizi de benzer olumsuzluklar yapmaya sevk etmemeli. “Fırsat ele geçerse intikamımızı alırız” düşüncesi rüyalarımıza dahi girmemeli, aklımızın köşesinden dahi geçmemeli. İçimizde hiçbir şekilde kin ve nefretin vücut bulmasına meydan vermemeliyiz. Çünkü biz her şeye rağmen nezahet-i ruhiye, fikriye ve hissiyemizi korumak mecburiyetindeyiz.
Şunu iyi bilmeliyiz ki dinî mefkûrelerini bayraklaştırmaktan, yüksek gaye-i hayallerini realize etmekten başka hedefi olmayan insanlara çelme takan, el ense çeken, onları kündeye getirmek isteyen birileri hep olmuştur, sizin karşınıza da böyleleri mutlaka çıkacaktır. Buna maruz kalan hizmet insanları, bir taraftan profesyonel güreşçiler gibi kendilerine karşı yapılacak oyunları savma adına stratejiler geliştirecek, diğer yandan da yılmadan hizmetlerini devam ettirmeye çalışacaklardır. Şayet sağdan soldan, önden arkadan gelen toslamalara takılır kalırlarsa kaybederler.
Onlar, asırlardır rahnedar olan (harap olmuş) bir kaleyi tamir ve ıslah adına gayret ederken, birilerinin engellemeleriyle, saldırılarıyla karşılaşabilirler. Yapılan saldırıların büyüklüğüne göre yer yer bünyede yıkıntı ve çöküntüler oluşabilir. Samimi mü’minlerin genç nesillere sahip çıkma adına himmetleriyle, alın teriyle, göz yaşıyla, bin-bir emekle kurdukları müesseseler gasp edilebilir. Bütün bunlar karşısında bizler öyle bir imana, ümide, azim ve kararlılığa sahip olmalıyız ki bir kayba karşılık on tane kazanç elde etmeye bakmalıyız. Yeni yeni alternatif yollar bularak yolumuza devam etmeliyiz. Bir kişiyi bizden koparıp aldıklarında on kişinin etrafımızda halkalanmasını sağlamalıyız. Zalimler hınçla, öfkeyle üzerimize geldikçe bizde temkin ve heyecan daha da artmalı, hizmetlerimize daha fazla zaman ayırmalı, hızımızı daha da artırmalıyız.
Bir gün gelecek, Cenab-ı Hak böyle bir azme, kararlılığa, adanmışlık ruhuna eltâf-ı sübhaniyesiyle teveccüh buyuracaktır. Tenasüb-ü illiyet prensibiyle izah edilemeyecek şekilde, bizim iradelerimizi ortaya koyarak yaptığımız işlerin çok çok ötesinde ilâhî lütuf ve nimetlerle karşılaşacağız.
Hak, Adalet ve İstikamet
İşin özü; hak, adalet ve istikamettir. Kendi aleyhimize bile olsa hak karşısında dize gelecek kadar hakka-hakikate saygılı olmak zorundayız. Adaletten bir an dahi ayrılmamalıyız. Kılı kırk yararcasına istikamet içinde yaşamakla mükellefiz. Fertlerin, milletin hukukuna tecavüz etmeme noktasında ölesiye bir hassasiyet göstermeliyiz. Bir an olsun adanmışlık mülâhazasından ayrılmamalı, iman ve Kur’ân hizmetine hiçbir zaman ara vermemeliyiz. Dünya bütün debdebe ve şatafatıyla karşımıza gelse, hâlihazırda yaptığımız hizmetleri ona tercih edecek kadar kararlı olmalı, gönüllere girmeyi dünya sultanlığına tercih etmeliyiz.
İşte o zaman Cenab-ı Hak attığınız adımları size kat kat fazlasıyla geri döndürecek, emeklerinizin karşılığını katlayarak verecektir. Size hiç ummadığınız açılımlar lütfedecektir. İnsanlığın beklediği evrensel insanî değerleri sizin elinizle ikame edecektir. Bütün bunları nereden biliyoruz? Çünkü bu; peygamber yoludur, sahabe yoludur. Allah onların yolunda yürüyenleri yollarda bırakmaz, onlara akamet yaşatmaz.
Hak, adalet ve istikametten ayrılan; makamına, kiyasetine, siyasetine, güç ve kuvvetine aldananlara gelince, bunlar geçici bir kısım başarılar elde etse, zaferler yaşasalar da eninde sonunda kaybedeceklerdir. Daha dünyada iken rezil ü rüsva olacak, korkudan tir tir titreyecek, kaçacak delik arayacak ve yaptıklarına bin pişman olacaklardır. Manevî hayatlarını kirleten ve levsiyat içinde yaşayan insanların, yaptıkları şeyler bir gün suratlarına çarpılacaktır. Öbür tarafa gittiklerinde de hâlleri yaman olacak, kendilerine eman verilmeyecektir.
Evet, âyetin ifadesiyle akıbet müttakilerindir. Fakat onu beklemek ciddi bir sabır ister ve bu da oldukça ağırdır. Neticede elde edilecek mükafatlar bundan daha ağır, daha büyük olacak ve insanın sevap kefesindeki ağırlığına ağırlık katacaktır. Yeter ki en acı şeyleri bile gönül inşirahı içinde karşılayabilelim, canımız yandığı anlarda bile;
“Küfür ve dalalet dışındaki her şeye elhamdülillah”
diyebilelim. Bizi korkunç şeytanî sukutlara maruz bırakmayan, kalbî ve ruhî hayatımızı makam hırsına feda ettirmeyen, hırsızlık ve haramiliklerden bizi muhafaza buyuran, zulmü alkışlayıp zalime yahşi çektirmeyen Rabbimize binlerce hamd ü sena olsun.