Askerlik Çok Önemlidir

Askerlik Çok Önemlidir
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Askerlik mesleği için “Millî seciyemizin
önemli bir rüknüdür” değerlendirmesinde bulunuyorsunuz.
Bir başka yerde de “Şimdi askere çağrılsam
seve seve giderim” diyorsunuz. Günümüzdeki ordu-iktidar
ilişkileri, Irak’a asker gönderme ve benzeri konular
etrafında cereyan eden tartışmalar da
nazara alındığında hala aynı
düşüncelere sahip misiniz?

Cevap: Mutlak ve genel anlamda askeriyeyi,
temsil ettiği hakikat itibariyle mazi ruhu veya
şuuru ya da millet ruhu veya millet şuuru
diye adlandırabiliriz. Yıllardan beri artık
sabitleşen, adeta şuur altı müktesabatım
haline gelen düşüncelerim içinde “medrese-tekye-kışla”
sacayağının -ki bir milleti millet yapan
dinamiklerin hepsini içine alır bu üçgen- önemli
bir parçası olan askeriye, yeri başka bir
şeyle dolmayan/doldurulamayan bir konuma ve role
sahiptir. Bunu alternatifi olmayan bir kurum şeklinde
de ele alabilirsiniz. Evet, nasıl bir dönemler
tekye İslam’ın ruh ve gönül hayatını
temsil ve tedris etmiş ve medrese, pozitif ve dinî
ilimleri sırtlanmışsa, kışla
da, iç dünyada disiplin, dış dünyada da açılım
ve her türlü tehlikeye karşı devleti, milleti,
millî ruh ve düşünceyi muhafaza etme vazifesini
üstlenmiştir. Kışlanın asırlar
boyu yapageldiği bu hizmetler onu milletin karakteri
ile bütünleştirmiştir. Zaten başka türlüsü
de düşünülemezdi; zira o bu milletin bağrından
çıkan bir kurumdu. İşte bu düşünceler
bana yıllar önce sizin soruda işaret ettiğiniz
cümleyi söyletmişti: “Askerlik mesleği, millî
seciyemizin önemli bir rüknüdür.”

O günden bugüne söz konusu düşüncemi değiştirmeme
neden olacak hiçbir şey olmadı; dolayısıyla
şimdi de farklı düşünmüyorum. Bakın,
bu millet tarihte çeşitli devletler kurarken onu
adeta bir orta direk yapmış, devletini, devlet
düşüncesini, devlet sistemini onun etrafında
kurmuştur. Kışla, kendisini temsil edenlerin
adil olduğu dönemlerde sadece iç dünyaya değil,
dış dünyaya da hatta o günün şartları
hesaba alınarak ifade edilecek olursa bütün dünyaya
adalet dağıtmış, devletler muvazenesinde
adaletin yegane temsilcisi olmuştur. İşte
bu durum millî kabulün zeminini oluşturmuş
ve kışla-millet bütünleşmesi gerçekleşmiştir.
Bugün birileri şu ya da bu sebeple kışladan,
kışla düşüncesinden kaçıyorsa söz
konusu millî kabulün ve milli şuurun farkında
değiller. Veya şöyle de diyebilirsiniz; genlerinin
yani militarist bir geçmişten geldiklerinin farkında
değiller. Bugün yüzümüzü ak, alnımızı
açık eden şanlı tarihimizin, askerlerin
omuzlarında bayraklaştığını
unutmuşlar. Şahsen ben onların bu kaçışlarını
gafletlerine veriyorum. Bunu kendi millî kimliğinden,
millî şuurundan kaçma seklinde değerlendiriyorum.

Burada bana, “her şey güllük gülistanlık
mı, hiç menfiler ve menfilikler yok mu?” diyebilirsiniz.
Uzak ve yakın geçmişimize ait bir sürü örneği
de peşi peşine sıralayıp yukarıdaki
düşüncelerimden dolayı beni sorgulayabilirsiniz.
Ama ben bu çerçeveye girecek örnekleri özel anlamda
ele almanın gerekliliğine inanıyorum.
Parçalardaki yanlışlıkların bütüne
ve genele mal edilmesini doğru bulmuyorum. Toptancılık
anlayışına karşıyım sizin
anlayacağınız. Çünkü her kurumda, her
zaman genel yapıyı, genel gidişatı
zorlayan, genelin aksine kendine bir yön belirleyen
ve dolayısıyla ferdî düşünen, ferdî hareket
eden insanlar çıkmıştır, şimdi
de çıkıyordur, gelecekte de çıkacaktır.
Fakat bunlar bu milletin bağrından çıkmış
bir kurum hakkında genel ve menfi bir hükme varmayı
haklı kılmaz. Zira birbirinden ayrı meseleler
bunlar.

Şimdi Askere Çağrılsam
Seve Seve Giderim

Fıtratım itibarıyla
bende bazı şeylere karşı hassasiyet
çok fazladır. Yaratılışımdan
kaynaklanan bu duyarlılığımdan dolayı
baskıya ve tahakküme hiç tahammülüm yoktur mesela.
Aslında böylesi bir fıtratın askeriyenin
genel geçer kaideleri ile kolayca uyum sağlaması
oldukça zordur. Çünkü askeriyenin niçinini, nedenini
ve hikmetini kavraması zor, yer yer imkansız
kaide ve uygulamaları vardır. Sözü geçen kaideleri
aklî ve mantıkî ölçülerde bir yere oturtmak ancak
bilge kişilerin veya askerî alanda uzman olanların
işidir. İsterseniz bunu halk arasında
söylenen mesel ile izah edelim: Şeytanın aklı
her şeye erdiği halde askerliğe bir türlü
ermemiş. Anlayamamış, kavrayamamış
onu. Dolayısıyla âteşîn bir fıtratın,
hayatının en delikanlı döneminde bu yapı
ile uyum sağlaması çok zordur.

Bunlara, yirmi yaşında bir genç de olsa
sahip olduğu inanç; inanç ağırlıklı
o güne kadar almış olduğu eğitim
ve öğretim; akıl, mantık ve hikmet telakkisi
ve hepsinin ötesinde hayat felsefesi ve yaşama
şeklini ilave ederseniz bu gencin askeriye ile
ortak paydası neredeyse yok denecek kadar azdır.

Ama bütün bu gerçeklere rağmen ben askerlik sürem
içinde hiçbir şeye itiraz etmedim, hiç şikayette
bulunmadım. Zor gelmedi diyemem ama hiç yılmadım,
küsmedim, darılmadım. Bir vaaz sonrası
komutanım terhisime bir ay kala beni yanına
çağırdı ve “Seni terhis ediyorum” dedi;
dedi ama ben sevindiğimi hatırlamıyorum.

27 Mayıs sonrasının o çok sıkıntılı
dönemlerine rast gelmişti askerlik zamanım.
Şiddet, hiddet, öfke… ne ararsan var. Komuta
kademelerinde el değiştirmeler oluyor. Mamak’ta
iken farkında olmadan Talat Aydemir’in askeri oluyorsunuz.
Yedek subay okulu radyo evini teslim almak için harekete
geçiyor. Harp okulu bir yönüyle yedek subay okulu ile
müşterek hareket ediyor. Karda-kışta
günlerce nöbet bekliyorsunuz. Bazı subaylar muhalif
subayları teslim alıyor. Üzerinizde uçaklar
uçuyor, hem de bombardıman niyetiyle. Eğer
teslim olmazsak bombardıman yapacaklar. Tüfeklerinizin
mekanizmalarını alıyorlar. Hasılı
sıkıntı üzerine sıkıntı.
Bütün bunlara rağmen ben asker ocağından
şikayette bulunmadım. Aksine orayı adeta
bir laboratuvar gibi gördüm. Her gün farklı yerler
keşfettim, farklı dünyalara açıldım,
farklı insanlar tanıdım. Ben o kudsi
ocakta öğrendiğim şeyleri, elde ettiğim
tecrübeyi ne ailede ne okulda öğrenemezdim. Sokakta
öğrenmem zaten imkansızdı. Ama kışlada
insan ister istemez bir kalıba giriyor. Umumi bir
yerde, bir çok insanla beraber kalıyorsunuz. Yüzde
yüz düşüncenize ters, anlayışınıza
ters insanlarla birlikte oluyorsunuz. Dinleneceğiniz
zaman birileri kalkıp bağırıp-çağırıyor,
hopluyor-zıplıyor. Aslında bütün bunlar
insanı rahatsız edici faktörler. Fakat ben
o günden bugüne rahatsızlık izi bırakmış
hiçbir şey hatırlamıyorum, sanki güllük-gülistanlık
bir yerde yaşamışım gibi…

İşte onun için demiştim “Şimdi
askere çağrılsam seve seve giderim” diye.
Yine de diyorum: altmış altı yaşıma
basıyorum, bugün çağırsalar koşa
koşa giderim asker ocağına. Sadece bir
ricada bulunurum; o da şu: “Kalbimin üç damarı
tıkalı. Onu zorlayacak emirler vermeyin. Marş-marş
demeyin mesela. Yat-kalk diyerek yormayın. Ama
25 kişilik koğuşlarda, ranzalarda yatmaya
gelince seve seve. Bin kişinin yemek yediği
gürültülü yemekhanelerde yemek yemeye âmenna.” Ruh hâletim
benim bu ve bunu ifade etmeyi kendi hesabıma bir
borç biliyorum.

Bu düşüncelerimi dile getirmemin sebebi merak
edilebilir. Bazen insanın içinde bulunduğu
konum bazı şeyleri söylemeye mecbur ediyor:
Bu inancını, bakış açını,
düşüncelerini, yorumlarını söylemelisin
diyor. Eğer senin gözünün içine bakan dünya kadar
insan varsa, sana göre tavır alacaklarsa düşüncelerini
kendine saklamanın ne anlamı olabilir ki?
Onun için kutsal bildiğim bir müessese hakkındaki
düşüncelerimi ifade etmem yadırganmamalı.
Askere giderken hacca, umreye gidiyor gibi gidilmeli.
Tıpkı Osmanlılar gibi. Bazı dönemlerde
Osmanlılar umreye de hacca da gitmemişler;
gitmemişler zira İslam Aleminin karakolculuğunu
yapmışlar. Bir çok mütefekkir; “Alem-i İslam’ın
şimalinde Türk milleti olmasaydı bugün yeryüzünde
İslam olmazdı.” diyor.

Yeri gelmişken istidradî bir düşüncemi arzedeyim;
bedelli askerlik peşinde olmayı -halk tabiriyle-
askerlikten kaytarma olarak yorumluyorum. Şu kadar
var ki devlet bir taraftan ekonomik sıkıntılarını
aşmak, bir taraftan ihtiyaç fazlası gençleri
eritmek düşüncesi ile bedelli askerliğe evet
diyorsa ona bir şey demem, bunlar devlete ait işlerdir,
karışmam. Fakat gençlerimizin bedelli peşinde
koşmasını istiskal ediyorum, içimde bu
düşünceye ve böyle düşünenlere karşı
rahatsızlık duyuyorum. Bizim zamanımızda
en az iki seneydi askerlik. Ve biz arımızla,
namusumuzla o iki seneyi doya doya yudumluyorduk. Bundan
kaçmamak lazım. Askerlikten kaçmak ruhta dalâlete
işaret eder. Önceden belirttiğim gibi bu durum
milli şuurun, milli ruhun farkında olunmadığını,
bu milletin üç temel unsurundan birinin hafife alındığını
gösterir. Bu benim felsefem. İster kabul edin,
ister etmeyin.

Yurt Dışına Asker
Gönderme

Irak’a asker gönderme meselesine gelince. Bunlar sivil
irade ile askerlerin birlikte oturup karar vereceği
şeyler. Ama genel manada şunları söyleyebilirim;
temenni demek belki daha uygun bu sözlerim için; eğer
devletimiz devletler muvazenesinde önemli bir konumda
bulunsaydı, günümüzde Amerika’nın üstlendiği
rolü üstlense/üstlenebilseydi, yeryüzünde hakkaniyetin
takipçisi, mazlum milletlerin kendisine sığındığı
bir melce, mağdurlar için bir sera olsaydı,
zaten askerimiz aktif askerlik yapma mecburiyetindeydi.
Bir başka tabirle hadiseler onu aktif asker olmaya
zorlayacak, dünyanın dört bir yanında değişik
haksızlıklara müdahale edecekti. Osmanlı’nın
bir zamanlar yaptığını yapacaktı.
Malum Osmanlı, tarihi boyunca sulh ve sükûnetin,
adalet ve hakkaniyetin temsilcisi ve muhafızı
olmuş, zulmü engellemiş, tağallübe karşı
çıkmış, tahakküme baş kaldırmıştı.

Ama devletimiz bu konumunu kaybetmiştir ve buna
parelel olarak askerimiz de malesef o güçte değildir
şu anda. Bununla beraber son zamanlarda sadece
Güneydoğu’da memleket içi asayişin teminiyle
alakalı mini müdahalelerimiz oldu. Ama esas Türk
askerinin genel misyonu -hatırlatma bana düşmez-
dünyadaki genel dengesizlikler ve ahenksizlikler karşısında
sorumluluk duygusu içinde davranmaktır. Fakat bunu
da yaparken usulünce yapmak çok önemlidir. Zira bazı
şeyler konjonktüreldir. Şartlar belirler nasıl
davranılacağını. Onun için iyi düşünmek,
devleti ve milleti maceraya atmamak gerekir; gerekir
çünkü bu maceraların acı ve ağır
faturalarını hep birlikte ödüyoruz. Bana göre
İttihatçıların devleti yıkmakla
neticelenecek şekilde kalkıp Rusların
donanmasına bomba atıp Birinci Cihan Harbine
girmemize sebebiyet vermesi bir maceradır. Bazı
küçük yanlışlıklarla Balkan ve 93 Harbine
girmemiz de maceradır. Bu maceraların bedellerini
bizler aradan geçen onca seneye rağmen hala ödemeye
devam ediyoruz. Dolayısıyla bugünkü ve yarınki
nesilleri ile bütün bir millete fatura edilecek, onun
yakın ve uzak sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel
geleceğini etkileyecek bu gibi önemli hususlarda
devletin sivil-asker hemen her kademesindeki kurumlar
çok sıkı iş birliği yapmalı,
sıcak dirsek teması halinde bulunmalı,
askeri tabirle yanaşık düzen içinde pozisyon
almalı ve daha dikkatli, daha temkinli bir biçimde
karar vermelidirler.

Asker (Çağ ve Nesil, “Asker”,
Haziran 1979)

Askerlik yüksek bir pâyedir, Hakk’ın katında
da, halkın katında da… Ona denk yüce bir
topluluk ve gördüğü vazifeye denk yüksek bir vazife
yoktur şu fânî âlemde. Yüklendiği iş
itibâriyle, zaman onda başkalaşır, muammalaşır
ve bir sır haline gelir. Saati seneler sayılır
askerin.. talimiyle, terbiyesiyle ve serhat boylarında
nöbetiyle geçirdiği saati.

***

Onu vatanın bekçisi diye anlatırlar. Bence,
ona topyekûn mukaddeslerin; mâzînin, harsın, hürriyet
ve emniyetin en emîn muhâfızı demek daha uygun
olacaktır. Zira, endişelerimiz ancak, onun
mevcudiyetiyle zâil olur. Huzursuzluğumuz onun
türkü ve haykırışlarıyla huzura
ve emniyete inkılâb eder.

***

Milletlerin ölüş ve dirilişinde büyük tesiri
vardır askerin. Bütün kaynaşmalar, huzursuzluklar
ve nihayet yıkılışlar, hep onun
kendinde olmadığı zamanlara rastlar.
Bütün bir irfana eriş, kendine geliş ve diriliş
ise, onun zinde ve canlı olduğu günlerde görülür.
Çağlayanlar gibi akıp akıp gittiği,
tepeleri düz, ovaları bereketli kıldığı
günlerde…