Zorluğuyla Beraber Sevabı da Katlanan Ameller

Zorluğuyla Beraber Sevabı da Katlanan Ameller

Soru: 1) Hazreti Ali’nin (radıyallahu anh) şöyle buyurduğu naklediliyor:

إِنَّ أصْعَبَ الأعْمَالِ أرْبَعُ خِصَالٍ
العَفْوُ عِنْدَ الغَضَبِ
وَالجُودُ فِى العُسْرَةِ
وَالعِفَّةُ فِى الخَلْوَةِ
وَقَوْلُ الحَقِّ لِمَنْ يَخَافُهُ أوْ يَرجُوهُ

Bu sözden hareketle, amellerin değeri ve onlardan elde edilen sevap bazı şartlara göre değişir mi?

 

-Amelin zorluğu ölçüsünde sevabı da artar. Şu kadar var ki, bu artış niyetteki samimiyete, ihlasa ve şikâyet etmemeye bağlıdır. (01:00)

-Hazreti Ali’nin (kerremallahu vechehu) sözü meâlen şu manaya gelmektedir: “Amellerin en zoru şu dört haslettir: Öfke anında affedebilmek; darlık zamanında cömertlik sergilemek; günahla başbaşa bulunduğu vakit iffetli olmak; kendisinden korktuğuna da bir menfaat umduğuna da hep hakkı ve doğruyu söylemek.” (03:14)

1. Öfke anında affedebilmek: Öfkenin tesirini icrâ edip insanı kötülüklere sürükleyebileceği bir hengâmda, bir dikeni, bir kaktüs parçasını yutuyormuş gibi gazap hissini de yutmaya çalışan, bir müddet yutkunup dursa da kızgınlığını iradesi ile bastırıp kontrol altına alan insanlar zorlardan zor bir işi başarmış olurlar ve ona göre de sevap kazanırlar. Çünkü, hiddeti bastırıp mülayim davranabilmek, ancak ciddi bir cehd ü gayretle iradenin hakkını verme sayesinde mümkün olabilecek bir davranıştır. (05:30)

-İnsanın başkaları tarafından gazaba sevk edilip içindeki kötülük duygusunun tetiklendiği anlarda dahi iradesinin hakkını vermesi ve mahiyetine muvafık bir tavır sergilemesi; küplere bindiği zaman bile nefsinin dizginlerini elinden bırakmayıp sabretmesi; daha sonra da değişik tedaîlerle (çağrışımlarla) yer yer hortlayıp ortaya çıkan hiddet sebeplerini unutmak için mücadele vererek “Allah onu da bağışlasın, beni de!..” deyip muhataplarını affetmesi, hatta üzerine daksil çekip o fenalıkları iz bırakmayacak şekilde silmesi çok büyük sevap olduğu gibi, kendi günahlarıyla alâkalı gazab-ı ilâhînin de geriye çekilmesine vesile olacaktır. (08:27)

-2. Darlık zamanında cömertlik sergilemek: Bir insanın elindeki imkânlardan infak etmesi mü’mince bir tavırdır ve kıymetlidir. Fakat, kendi imkanları dar olan bir insanın, içinde bulunduğu zorluklara rağmen infakta bulunması Cenâb-ı Hakk’ın Cevâd (çok ihsanda bulunan, cömertlik yapan) ismine bir çağrıdır. (09:33)

-Hazreti Ali’nin (kerremalluhu vechehu) bu sözünde ihtiyaç içinde kıvrandığı durumlarda bile “îsâr” ruhuyla hareket edip başkalarını düşünme hasletine işaret vardır. Îsâr, insanın, başkalarını kendisine tercih etmesi ve toplumun menfaatlerini şahsî çıkarlarından önce düşünmesi demektir. (11:02)

-Yermûk savaşında yaralı bir şekilde yerde kıvranan ve susuzluktan kavrulan Hâris b. Hişâm, İkrime b. Ebî Cehil ve Iyâş b. Rebîa’nın kendilerine verilen suyu, tam içmek üzere iken birbirlerine gönderişleri, nihayetinde de üçünün bir damla su içmeden şehid olmaları, îsârın ne güzel bir örneğidir. Bu ibretlik tabloyu Mehmed Akif Safahât’ında ne hoş anlatır:

“Huzeyfetü’l-Adevî der ki: Harb-i Yermûk’ün,
Yaman kızıştığı bir gündü, pek sıcak bir gün.
İkindi üstü biraz gevşeyince, sanki, kıtâl,
Silâhı attım elimden, su yüklenip derhâl,
Mücâhidîn arasından açıldım imdâda,
Ağır yarayla uzaklarda kalmış efrâda.
Ne ma’rekeydi ki, çepçevre, göğsü kanadı yerin!
Hudâ’ya kalbini açmış, yatan bu gövdelerin,
Şehîdi çoksa da, gâzîsi hiç mi yok.. derken,
Derin bir inleme duydum… Fakat, bu ses nerden
Sırayla okşadım sîneler bütün bî-rûh…
Meğerse amcamın oğluymuş inleyen mecrûh.
Dedim: “Biraz su getirdim, içer misin, versem”
Gözüyle “Ver!” demek isterken, arkadan bir elem,
Enîne başladı. Baktım: Nigâh-ı merhameti,
“Götür!” deyip bana îmâda ses gelen ciheti.
Ne yapsam içmeyecek, boştu, anladım ibrâm;
O yükselen sese koştum ki: Âs’ın oğlu Hişâm.
Görünce gölgemi birden kesildi nevhaları;
Su istiyordu garîbin dönüp duran nazarı.
İçirmek üzere eğildim, üçüncü bir kısa “ah!”
Hırıltılarla boşanmaz mı karşıdan, nâgâh!
Hişâm’ı gör ki: O hâlinde kaşlarıyla bana,
“Ben istemem, hadi, git ver, diyordu, haykırana.”
Epey zaman aradım âh eden o muhtazarı…
Yetiştim, oh, kavuşmuştu Hakk’a son nazarı!
Hişâm’ı bâri bulaydım, dedim, hemen döndüm:
Meğer şikârına benden çabuk yetişmiş ölüm!
Demek bir amcamın oğlunda vardı, varsa, ümid…
Koşup hizâsına geldim: O kahraman da şehid.”
(12:27)

-Kur’an-ı Kerim, Ashab-ı Kirâm’ın îsâr ahlakını şu ayetle nazara vermektedir:

وَلاَ يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ

“Onlar, mü’minlere verilen şeylerden dolayı nefislerinde herhangi bir kaygı/içlerinde bir rahatsızlık duymaz ve muhtaç olsalar bile onları kendilerine tercih eder, önce kardeşlerinin ihtiyaçlarının görülmesini yeğlerler.”(Haşr, 59/9) (13:54)

 

-3. Günahla başbaşa bulunduğu vakit iffetli olmak: Kuvve-i şeheviye açısından istikamet ve itidal üzere bulunarak, meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-i meşru arzu ve iştihalara iradî olarak kapalı kalma tavrı “iffet” kelimesiyle ifade edilmektedir. İffet, umumî manasıyla, iradenin gücünü kullanarak cismanî ve behimî arzuları kontrol altına almak, zinadan, sefihlikten ve bunlara götüren kötülüklerden uzak durmak demektir. (15:25)

-Tam günah eşiğinde ve uçurumun kenarında iken geri dönebilen ve büyük bir felaketten kurtulan yiğitler de vardır. Mahşerin dehşet verici tehlikelerinden “zıllullah”a sığınarak korunacak olan yedi grup insan anlatılırken, böyle bir iffet kahramanına da işaret edilmektedir. Zira namus ve haysiyetini muhafazada fevkalâde hassas ve şehevî isteklerine karşı alabildiğine kararlı o babayiğit, güzellik ve servet sahibi bir kadının günaha davetini “Ben Allah’tan korkarım” çığlığıyla reddedebilmiş ve irade ile aşılamaz gibi görünen bir akabeyi aşabilmiştir. (15:30)

-Hazreti Yusuf aleyhisselam, vezirin hanımından gelen bir günah çağrısı karşısında “Allah’a sığınırım! Doğrusu, Efendim’in çok iyiliğini gördüm. Hıyanet ederek zalim olanlar asla iflah olmazlar.” (Yusuf, 12/23) demiştir. Sonra da, “Ya Rabbî! Zindan, bu kadınların beni dâvet ettikleri o işten daha iyidir.” (Yusuf, 12/33) diyerek, iffetine toz kondurmaktansa senelerce hapiste yatmayı göze almış ve kıyamete kadar gelecek olan bütün ehl-i imana bir hayâ timsali olmuştur. (16:23)

-Hazreti Ömer’in (radıyallahu anh) gözünün nuru olan delikanlı da o ismet ufkunun temsilcilerindendir. O da bir tuzağa düşüp günaha karşı hafif bir temayül gösterecek gibi olunca birdenbire “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara şeytandan bir dürtü ilişince, hemen düşünüp kendilerini toparlar, basiretlerine tam sahip olurlar.” (A’raf, 7/201) mealindeki ayeti hatırlamış; Cenâb-ı Allah’tan hayâ etmiş; gönlü Allah korkusundan hâsıl olan heyecana dayanamamış ve genç oracığa yığılıp kalmıştır. Hazreti Ömer, gencin ölüm sebebini anlayınca hemen gömüldüğü yere gider ve orada ona şu ayetle seslenir: “Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki Cennet vardır.” (Rahmân, 55/46) O, sözlerini bitirdikten sonra herkesin duyacağı şekilde mezardan şöyle bir ses yükselir: “Yâ Emire’l-Mü’minîn! Allah bana onun iki katını verdi.” (18:16)

-4. Kendisinden korktuğuna da bir menfaat umduğuna da hep hakkı ve doğruyu söylemek: İnanan insanlar, yalanın revaç bulduğu ve herkesin yalan söylemede rahat olduğu günümüzde doğruluğu bir âbide gibi başlarında taşımaya ve onu namus gibi korumaya mecburdurlar. Ne vadedilen dünyalıklar ne de tehdit ve korkular mü’minleri doğruluktan ayırmalıdır. (21:28)

Soru: 2) Az önce nazara verdiğiniz,

اَلَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

ayet-i kerimesinde tavsiye buyurulan hususlarla fezlekede zikredilen “ihsan” kavramı arasında nasıl bir münasebet vardır? (23:40)

 

-Zikredilen ayet-i kerimede –mealen– şöyle buyurulmaktadır: “O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda infakta bulunur, kızdıklarında öfkelerini yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, böyle iyi davranan ihsan ehlini sever.” (Âl-i İmrân, 3/134) (23:40)

-İlahî beyanda, imkânları geniş olduğu zaman da darlık içinde kıvrandığı vakit de Allah yolunda infakta bulunan, bolluk içinde yaşarken de sıkıntıyla mücadele ederken de tavrını hiç değiştirmeyen, hâsılı her dönemde cömertliğinin gereğini ortaya koyan insan, hüsn-ü misal olarak sunuluyor. (25:38)

-Mezkûr ayette, öfkenin tesirini icrâ edip insanı kötülüklere sürükleyebileceği bir hengâmda, bir dikeni, bir kaktüs parçasını yutuyormuş gibi gazap hissini de yutmaya çalışan, bir müddet yutkunup dursa da kızgınlığını iradesi ile bastırıp kontrol altına alan insanlar, Cenâb-ı Allah’ın verdiği bütün nimetlerden -kendi cinslerine uygun şekilde- bollukta da darlıkta da infak edip duran cömert kullarla aynı çizgide anılmışlardır. (26:43)

-Bu ayette ayrıca, Allah indindeki mükâfatı elde etmek için öfkesini yutan, gayz ve kine teslim olmayan, bağışlamayı tabiatının bir buudu haline getiren insanlar nazara verilmiştir. Kötülükler karşısında bile iyilikten ayrılmama ve hasımları dahi candan dost yapabilecek tavırlar içinde bulunma hedefi gösterilmiştir. (27:40)

-Beyan-ı ilahînin sonunda meseleler “ihsan”a bağlanmıştır. Zira, şartlar ne olursa olsun infakta bulunma, öfkeyi yutma ve insanları bağışlama çok zordur. Bu zorluğun altından kalkabilenler, ancak ihsan ehli olanlardır; Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğuna muvafık ve rızasına uygun güzel ameller yapanlar, insanlığının ve iradesinin hakkını verenler, bir hadis-i şerifin ifadesiyle “her zaman Allah’ı görüyormuş gibi davranan ya da en azından O’nun tarafından görülüyor olma şuuruyla hareket edenler”dir. İman hakikatinin, tesirini tam olarak ortaya koyması ancak İslâm’la mümkündür. Ne var ki, mü’min o seviyede de kalmamalı, nazarîyi amelî ile taçlandırıp derinleştirmeli ve ihsan ufkuna göre yaşamalıdır ki Din-i Mübîn’in vadettiklerini tam duyabilsin. (28:45)