Vâdettikleri Açısından İman ve Küfür

Vâdettikleri Açısından İman ve Küfür

Soru: Vaad ve vaîd açısından iman ve imansızlık kıyas edilirse, hem mü’minleri hem de münkirleri mesleklerinde sabit tutan unsurlar nelerdir? İmanın vaadleri insanların duyuşlarına göre farklı farklı mıdır? Münkirlerin imansızlıktan beklentileri nelerdir ki onda ısrar ederler?



-Vaad, bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dâir söz vermektir; vaîd ise, iyiliğe sevketmek veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak menfi hâdiseleri haber vermektir. Vaad, iyilikte ve kötülükte, acıda ve tatlıda kullanılır. Fakat vaîd, sadece acı ve korkunç akıbetleri bildirir; tehdit ve uyarma ifade eder. (00.01)


-23. Söz’de denildiği gibi; iman öyle bir nurdur ki hem insanı ışıklandırır, onun üstünde yazılan bütün mektubât-ı Samedâniyeyi okutturur; hem de kâinatı ışıklandırır, geçmiş ve gelecek zamanı zulümâttan kurtarır. (01.20)


-İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. (04.00)


-İman, bağışlanmak için en büyük vesile ve çok önemli bir ümit kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de, mealen “Allah dilediğini affeder, dilediğini de azaba uğratır.” denilmesini Ehl-i Sünnet âlimleri imanı olan bir insanın günahlarının bağışlanabileceği müjdesi şeklinde anlamışlardır. (06.00)


-İman, insanı emniyet ve güvenin temsilcisi haline getirir; mü’min kâinata mehd-i uhuvvet (kardeşlik beşiği) nazarıyla bakar. Çünkü her şey “Bir”den gelmiş ve neticede “Bir”e dönecektir. (07.45)


-Küfür, netice itibarıyla hiçbir hayır vâdetmez. (11.35)


-Küfrün pek çok sebebi vardır; meselâ, kibir bunlardan biridir. Bir kudsî hadîste, Cenâb-ı Hak, “Kibriya, Benim ridâm, azamet ise Benim izârımdır. Kim Benimle bu mevzuda yarışa kalkışır ve bunları paylaşmaya yeltenirse onu Cehennem’e atarım!” buyurmaktadır. Evet, Allah, Zâtına has bir sıfatı paylaşma küstahlığına kalkışan birine iman nurunu nasip etmez. Onun kalbinde iman taht kuramaz, çünkü o haneyi kibir işgal etmiştir. (12.25)


-Haddini bilmeme de küfrün sebeplerinden biridir. (18.06)


-Bakış zaviyesindeki inhiraf ve meselelere yanlış açılardan bakma da bir küfür sebebi olagelmiştir. Bazen fizikî kıstaslarla metafiziği ölçme, bazen sadece metafiziğe ait mülahazalarla fiziği tartmaya kalkma insanı yanlış neticelere götürür. (19.12)


-Rabb’i tanıma yolunda, bakış açısının çok iyi ayarlanması şarttır. Yoksa, Firavun’un, yüksek kuleler yaptırıp o kulelerin başından Allah’ı bulmaya çalışması; Nemrud’un gökyüzüne ok atarak O’nu vuracağını sanması hep yanlış bir bakış açısı ve niyet bozukluğunun sonucudur. (20.16)


-20. asırda, firavunca bir düşünceyi de Gagarin seslendirmiş ve dünyanın etrafında tur atıp geriye döndüğü zaman, “Allah’a rastlamadım” diyebilmiştir. O’nun bu hezeyanına karşılık Necip Fazıl’ın şu sözü çok manidardır: “A be ahmak! Allah’ın fezâda dolaşan bir balon olduğunu sana kim söyledi?” (20.45)


-Hak erleri kibre düşmemek için çok temkinli olmalı, Cenâb-ı Hakk’ın mevhibelerinden dolayı bir taraftan şükrederken, diğer yandan da onların birer istidrac olabilecekleri ihtimalini düşünmeli, ürpermeli ve sürekli kendileriyle yüzleşmelidirler. (24.00)


-Küfrün temelinde aklî, mantıkî ve ilmî bir mesned olmadığı gibi, onun vâdettiği bir semere de söz konusu değildir. (27.22)


-İmanın vâdettiği pek çok dünyevî ve uhrevî mükafât vardır; fakat, herkes kendi imanının enginliğine göre onları duyup sezebilir. (29.51)


-Cuma yamaçlarında, Zât-ı Ulûhiyeti görmeye müyesser kılınmadan önce huzur-u Nebevîye mazhar olsanız, müşahede ettiğiniz güzellik karşısında “Acaba bu O mu?” dersiniz ve ancak Zât-ı Ulûhiyeti gördüğünüz zaman “Bu asıl, o da zılliymiş” diyebilirsiniz. (33.00)