Soru: 1) “Fiilî dua”, “kavlî dua” ve “kadere rıza” esaslarını günümüzde imtihandan imtihana koşan talebeler, bilhassa da üniversite imtihanına girecek gençler açısından değerlendirir misiniz?
-Dua ile alâkalı yapılan taksimattan biri de onun fiilî ve kavlî olarak ikiye ayrılmasıdır. Üstad Bediüzzaman hazretlerinin verdiği örnekle anlatacak olursak, bir çiftçinin toprağı işlemesi fiilî bir duadır ki, bununla hazine-i rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalmış olur. Cenâb-ı Hakk’ın hususî bir atiyyesi olmadıkça, toprağa tohum atmadan o tarladan bir ürün almanın mümkün olmadığı açıktır. Dolayısıyla esbap adına ne gerekiyorsa mutlaka ortaya konulmalıdır. Fiilî duaya riayet etmek sebepler dünyası içinde yaşayan biz insanoğlu için kaçınılmazdır. Dolayısıyla fiilî dua esbabı nazar-ı itibara almak ve o sebeplerin gerektirdiği şekilde davranmakla olur. Ayrıca Cenâb-ı Allah sebepleri izzet ve azametine perde yapmıştır. Bizim de o perdeye saygılı olmamız iktiza eder. Onları görmezlikten gelmek bu açıdan Allah’a karşı bir saygısızlıktır. (00:48)
-Diğer bir açıdan da, esbaba riayet etmeme bizi, insan iradesini reddeden Cebrîlik düşüncesi içine sürükler ki, bu da akîde ve inanç açısından çok tehlikelidir. Evet, irade ve şuur sahibi insanoğluna düşen, sebepleri görmek ve onlarla uyum içinde yaşamaya çalışmaktır ki buna “fiilî dua” da denmektedir. Talebeler için fiilî duanın en önemli esasları olarak şu hususlar sayılabilir: Sistemli çalışma, mesainin tanzimi (Allaha, nefse ve insanlara karşı sorumlulukların hepsini yerine getirme düşüncesiyle ne zaman ne yapmak gerektiğini güzelce tesbit edip çalışma ve dinlenme vakitlerini de gözeterek belli bir düzen tutturma), a’mâlin taksimi (yapılacak işleri belirleme, parçalara ayırma, bölüşme ve herkese kabiliyetlerine uygun bir iş yükleme), toplumun fertleri arasında teavün düsturunun teshili (yardımlaşma duygusunun canlandırılması ve fertlerin birbirinin işlerini kolaylaştırıcı olmaları). (01:21)
-Kavl, söz demektir; insanın istek ve dileklerini sözlerle ifade edip Cenâb-ı Hakk’a kalbiyle beraber lisanıyla da teveccühte ve niyazda bulunmasına “kavlî dua” denmektedir. Dua, sebepler üstü bir talebin Cenâb-ı Hakk’a arzı ve Hakk’ın gizli-açık her şeye nigehban bulunduğuna inancın da ilanıdır. Bu itibarla, biz, sebepler dairesinde esbâba riâyet etmekle beraber, ellerimizi O’na açar, içimizi O’na döker, nâçâr kaldığımız yerde “çare” der inler ve dertlerimizin dermanını da yine O’ndan bekleriz; kendi kudret ve irademizle elde edemeyeceğimiz bir kısım neticeleri sebepler üstü bir kudret ve inayete sığınarak, Müsebbibu’l-Esbâb’dan dileriz. Dolayısıyla, sebeplere riayet (fiilî dua) ile kavlî duayı birbirinden ayırmak mümkün değildir. Onlar birbirlerini tamamlayan iki unsur ve bir bütünün iki yüzünden ibarettir. (03:00)
-Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) de sürekli rıza talebiyle tazarru ve niyazda bulunduğu düşünülürse, şu talepler “kavlî dua”ya en güzel misaller arasında sayılabilir:
اللَّهُمَّ عَفْوَكَ وَعَافِيـَتَكَ وَرِضَاكَ اَللَّهُمَّ إِلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى
“(Benim isteğim) affın, afiyetin ve rızândır Allah’ım; sevip hoşnut olduğun şeylere beni hidayet buyur!”
اَللَّهُمَّ وَفِّقْنَا إِلَى مَا تُحِبُّ وَتَرْضَى
“Allah’ım bizi nefsin hoşuna giden değil, Senin razı olacağın, rıza ve hoşnutluğunu kazandıracak işlere muvaffak eyle.”
اَللَّهُمَّ انْصُرْناَ فيِ شَأْنِناَ وَ فيِ أَمْرِناَ
“Allahım her türlü hal ve icraatımızda, bilhassa şu işimizde bize yardımcı ol.” (03:37)
-Sebeplere riayet etmek ve kavlî duayı yerine getirmek başka bir mesele, onların getirisini çok önemli görmek tamamen başka bir meseledir. Zira Cenâb-ı Hakk, hikmetinin iktizasına göre bazen verir, bazen de vermez. İşte bir insanın her iki durumdan da hoşnut olması, kadere rıza gösterdiğinin emaresi ve Allah’ın takdirine razı olduğunun ifadesidir. Zat-ı Ulûhiyet’in takdirini memnuniyetle karşılamanın yanında, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) nübüvvetine ve İslam dinine kanaat etme de çok önemlidir. Fiilî ve kavlî duadan sonra -netice ne olursa olsun- kader ve kazayı gönül hoşnutluğuyla karşılama bu kanaatin de gereğidir. Bundan dolayıdır ki, sabah akşam okunması sünnet olan dualar arasında şu ikrar da mevcuttur:
رَضِينَا بِاللهِ رَبًّا وَبِاْلإِسْلاَمِ دِينـــــاً وَبِمُحَمَّدٍ رَسُـــولاً
Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Hazreti Muhammed’den (aleyhissalâtü vesselâm) razı olduk.” (03:58)
-Çalışmayı biricik mesele haline getirmek mahzurlu olabilir; fakat sistemli çalışmanın hakkını da görmezden gelmemek lazımdır. İmtihanlarda derece yapan öğrencilerin hemen hemen bütünü başarılarının en büyük vesilesi olarak sistemli çalışmayı nazara vermektedirler. (06:46)
-Öğrenciler, bazen hangi sahalarda başarılı olabileceklerini, neyi nasıl çalışmaları gerektiğini ve kapasitelerinin nelere yetebileceğini bilemeyebilirler. Bu konularda öğretmenlere ve anne-babalara büyük vazifeler düşmektedir. Öğretmenler ve aileler, psikolojinin ve pedagojinin kurallarını da nazar-ı itibara alarak, öğrencilerin hem şımarıp küstahlaşmamaları hem de morallerinin bozulup başarısızlığa uğramamaları için bütün sebeplere riayet etmeli ve her vesileyi değerlendirmelidirler. (08:10)
-Fiilî dua, kavlî dua ve kadere rıza esasları sadece talebeler için değil, kendisini insanlığın saadetine adamış hizmet gönüllüleri, her seviyedeki devlet adamları, idareciler ve esnafıyla tüccarıyla iş adamları gibi her kesimden insan için söz konusudur. İnanan insan, hoşuna gitsin gitmesin, her meseleyi dini ölçülere göre ele almalı; her hadiseyi “Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur. Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olabilir. Netice itibarıyla neyin hayır ve neyin şer getireceğini sadece Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216) meâlindeki ayet-i kerime zaviyesinden değerlendirmeli ve her zaman Cenâb-ı Hakk’ın tercihi istikametinde tercihte bulunmalıdır. Sebeplere riâyet ettikten ve kavlî duayı yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’ın takdirine bırakmalı; kendisiyle alâkalı tasarruflarında Rahmeti Sonsuz’a inanıp O’na güvenmeli ve O’nun yaptığı her şeyden hoşnut olmalıdır. Evet, kader rüzgârları ne yandan eserse essin gönül rahatlığıyla karşılamak ve her hadiseye “Bunda da bir hayır vardır; bu da geçer!” inancıyla yaklaşmak mü’min olmanın gereğidir. (12:20)
-Her seviyedeki öğrencilerin, özellikle üniversiteye gidecek gençlerin imtihana girdikleri yerlerdeki heyecan manzaralarını; anne babaların tehalüklerini, ellerini ovuşturmalarını ve çocukları imtihanı kazanamazsa sanki kıyamet kopacakmış gibi telaşlanmalarını biraz abartılı buluyorum. Oysa çok iyi donanımla imtihana girmiş bir talebe bile dilediği yeri kazanamayabilir; kalemini silgisini unutur, moraline dokunacak hadiseler olur, evden çıkarken anne babanın beklenti dolu sözleri karşısında onları memnun edemeyecek olma korkusuyla psikolojik bir yıkım içinde bulunur ve neticede istediği puanı tutturamayabilir. Bunlar normal karşılanmalı, gençlere öyle psikolojik bir baskı yaşatmamalı ve menfi bir netice karşısında kadere taş atılmamalıdır. Ne var ki, bu konuda da anne-babalara ve öğretmenlere rehber olabilecek rıza kitapları, mevcuttan hoşnut olma kitapları yazılmalıdır. (14:52)
-Bediüzzaman’ın ifadeleri içinde; harbe giderken vezirleri Celâleddin Harzemşah’a demişler: “Sen muzaffer olacaksın!”; o da onlara, “Ben Allah’ın emriyle cihad etmekle mükellefim. Galip veya mağlup etmek Allah’ın vazifesidir.” diye cevap vermiş. Hazreti Üstad’ın burada Cenâb-ı Hak için de “vazife” kelimesini kullanması belâgâttaki “mukabele” sanatıyla alâkalıdır. Bu açıdan mukabelenin bahis mevzuu edildiği bir yerde “Allah’ın vazifesi” demekte şer’î bir mahzur olmayabilir. Bununla beraber, Allah Teâlâ’ya saygının gereği olarak belâgâttaki mukabeleyi hiç gözetmeden “şe’n-i Rubûbiyet” demek de tercih edilebilir. (16:56)
-Aslında sebepleri yerine getirip hem fiilî hem de kavlî duanın hakkını verdikten sonra netice ne olursa olsun Allah’ın takdirine rıza gösteren insanlar, Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanmış kimselerdir. Zira Ehlullah’tan bazıları meseleye tedellî (en âlâdan başlayıp aşağı doğru gitme) zaviyesinden yaklaşmış ve “Allah sevmeyince siz sevemezsiniz; O sizden razı olmayınca, siz rıza ufkuna ulaşamazsınız.” demişlerdir. Onlar biraz da eşyanın perde arkasına göre hüküm verdiklerinden dolayı, Cenâb-ı Allah’ın rızasının önce geldiğini, kulun Allah’tan hoşnut olmasının ise onu takip ettiğini söylemişlerdir. Nitekim ayet-i kerimelerde “Allah onlardan, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.” (Maide, 5/119; Beyyine, 98/8) denilmiş ve önce Allah’ın hoşnutluğu zikredilmiştir. (19:18)
-Selef-i salihînden bazıları hâfızayı güçlendirip unutkanlığı azaltma adına bir kısım dualar okumuşlardır. Ezcümle okuma, anlama ve müzakere etme gayretine girişirken şu dua genel manada yapılabilir;
رَبَّناَ زِدْنَا عِلْمًا وَإِيمَانًا وَيَقِينًا وَتَوَكُّلاً وَتَسْلِيمًا وَتَفْوِيضًا وَثِقَةً وَاطْمِئْناَناً وَمَعْرِفَةً وَمَحَبَّةً وَعِشْقًا وَاشْتِيَاقًا إِلَى لِقَائِكَ وَعِفَّةً وَعِصْمَةً وَفَطَانَةً وَحِكْمَةً وَصَدَاقَةً وَإِخْلاَصاً وَوَفاَءً وَحاَفِظَةً وَذاَكِرَةً وَصِحَّةً وَعاَفِيَةً داَئِمَةً كاَمِلَةً.
“Rabbimiz ilmimizi, imanımızı ve yakînimizi ziyadeleştirmeni diliyor; tevekkülümüzü teslim, tefviz, sika ve itmi’nan zirvelerine yükseltmeni talep ediyor; marifetimizi, muhabbetimizi, hizmet aşkımızı ve Sana kavuşma hususundaki iştiyakımızı artırmanı arzuluyor; bizi birer iffet, ismet, fetânet ve hikmet insanı kılmanı istiyor; sadâkatimizi, ihlasımızı ve vefamızı azamî seviyeye çıkarman için yalvarıyor; algılama, öğrenme, akılda tutma ve hatırlama melekelerimizi kuvvetlendirerek, maddî-manevî, tam ve daimî sıhhat ve âfiyet vererek ilahî muradını anlama kasdıyla başladığımız müzakeremizi bütün bu mazhariyetlere vesile kılmanı sonsuz rahmetinden dileniyoruz. Duamızı kabul buyur Rabbimiz…”
Sonra da özellikle konumuzla ilgili şu talep çokça tekrar edilebilir:
اللَّهُمَّ زِدْنَا حاَفِظَةً وَذاَكِرَةً
“Allahım algılama, öğrenme, akılda tutma ve hatırlama melekelerimizi kuvvetlendir.” (21:41)
-Uzmanlar, bazı besinlerin beynin çalışmasını doğrudan etkilediği üzerinde dururlar. Sabah kahvaltısının beynin performansını artırdığını ve kahvaltı alışkanlığı olmayan kimselerde konsantrasyon kaybı olduğunu belirtirler. Unutkanlığı yenmek ve hâfızayı güçlendirmek için beynin ihtiyaç duyduğu oksijen, glikoz ve bazı enzimlerin yeterli miktarda sağlanmasını ve kuru üzüm gibi içinde beynin ana yakıt maddesi olan glikoz barındıran gıdaların alınmasını tavsiye ederler. Ehlullahtan bazıları da her sabah 21 tane siyah, çekirdekli kuru üzüm yemeyi itiyad edinmişlerdir. Bütün bunlar, bu konuda yapılması gereken fiilî dualar arasında sayılabilir. (22:15)
-Dünden bugüne bazı İslam âlimleri, zihin kirliliğinin hâfızayı zayıflattığına inandıkları için mâlâyânî işlerden, faydasız muhaverelerden, çer-çöp sayılabilecek bilgi kırıntılarından ve kontrolsüz hayal kurmaktan uzak kalınması gerektiğini vurgulamışlardır. Zannediyorum, hâfızayı zayıflatan sebeplerin en tehlikelisi şehevî hisleri galeyana getiren ve behimî duyguları tehyiç eden faktörlerdir. Bugün, aile ve içtimaî çevre özellikle gençlerin güzel yetişmeleri hususunda yetersiz kaldığı gibi, bir de etraftan akıp akıp gelen ve ruhu örseleyen telkinler zihinleri adeta felç etmektedir. Kafalara pompalanan onca kir, hayvanî hisleri ve beşerî garîzeleri tahrik edip yüce duygular üzerine bir balyoz gibi inince, kudurtulmuş şehevî arzu ve ihtiraslar, çağımızın zavallı nesillerinde okumaya, öğrenmeye, düşünmeye hiç mecal bırakmamakta ve adeta hâfızaları bütün bütün kurutmaktadır. Hak dostları, harama nazarın nisyan (unutkanlık) sebebi olduğu hususunda ısrarla durmuşlardır. Gözlerine hâkim olamayan ve daimî surette şehevî duyguları kamçılayan manzaralara bakan bir insanın hâfızasının yavaş yavaş köreleceğini belirtmişlerdir. (22:57)
-Allah Teâlâ inâyetini üzerimizden eksik etmesin, bizi ağır imtihanlara mübtela kılmasın ve neslimizi sıyânet buyursun.
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَۤا إِنْ نَسِينَۤا أَوْ أَخْطَأْنَا وَلاَ تُعَذِّبْناَ بِذُنُوبِناَ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَۤا أَنْتَ مَوْلَانَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِۤي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ آمِينَ وَصَلَّى اللهُ عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ
“Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma! Bizi günahlarımız sebebiyle azaba uğratma! Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! Ey bizim kerîm Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affet! Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım eyle. Dualarımızın kabul edilmesine en büyük vesile olarak gördüğümüz Rasûl-i Ekrem aleyhissalatu vesselam Efendimize, temizlerden temiz nezihlerden nezih aile fertlerine ve ashabına salat ü selam eylemeni dergâh-ı uluhiyetinden diliyoruz ya Rab!” (25:03)