Soru: 1) Ashâb-ı Kirâm’ın her hadisede Kur’ân-ı Kerim’in yol göstericiliğine mazhar olduklarını ve her adımlarını Kurân’ın teşvik ve ikazlarına göre attıklarını görüyoruz. Kur’ân’dan her an hayatımıza yön veren bir kitap olarak istifade edebilmemiz hangi hususlara bağlıdır?
-Uzun zamandan beri Kur’ân bir gurbete mahkum edilmiştir. Son dönemler, âhirzamana ait hadis-i şeriflerde ifade edildiği üzere, “Kur’ân-ı Kerim’i okurlar ama gırtlaklarından aşağı inmez” sözleriyle tarif edilen insanların yaşadığı zaman dilimleri gibidir. (01:01)
-Esasen, kâinat, Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve irade’siyle yazdığı ve bir plân, program, ölçü ve dengeye göre tanzim ettiği eşya ve hâdiseler kitabıdır. Bundan başka, Allah’ın bir de Kelâm sıfatından gelen Kur’ân kitabı vardır. Kur’ân, kâinatı anlatır, kâinattaki eşya ve hâdiselere ışık tutar. Fakat, maalesef birkaç asır evvel biz bu iki hakikati ve iki kitabı birbirinden kopardık; kalb ve kafayı ayırdık. İslam’ın kalbi ve ruhî hayatından uzaklaştık. Dolayısıyla da Kur’ân’ın mesajlarını anlayamaz ve hayata hayat kılamaz bir hale düçar olduk. (01:43)
-Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bir hadis-i şeriflerinde, “İnsanlar, öyle bir zamanı idrak edeceklerdir ki, o dönemde Kur’ân bir vadide, onlar da başka bir vadide olacaklardır.” Yani, o devrin insanları Kur’ân’la aynı vadiyi paylaşamayacak, yeni ifadesiyle, aynı düzlemde buluşamayacak, farklı farklı kulvarlarda bulunacaklardır. Dolayısıyla Kur’ân, onu okumayan, onda ne olduğunu bile merak etmeyen ve ondan istifade etmeyi hiç düşünmeyen insanların evlerinde, gönüllerinde garip kalacaktır. (04:20)
-Kur’ân-ı Kerim’in muarızları da hiçbir dönemde eksik olmamıştır. Dünden bugüne Kur’ân’a hasım kimseler, onu ortadan kaldıramasalar ve tahrif edemeseler bile, insanları ondan uzaklaştırmak için var güçleriyle çalışmışlardır. Hatta bazı dönemlerde Kur’ân talimini bile yasaklamış; bir köy hanında ya da hayvan ahırında gizlice Kur’ân öğretildiği haberini alınca hemen orayı basmış ve küçücük çocukları tüfeklerin uçlarına takıp duvarlara, taşlara çarpmışlardır. Kaba kuvvete başvuramadıkları dönemlerde de değişik şüphe ve tereddütlerle müslümanlarda fikir kaymalarına sebebiyet vermişler ve müminleri Kur’ân’a yabancılaştırmışlardır. (05:15)
-Kur’ân’ı hayatımıza hayat kılabilmemiz için her şeyden önce yaratılışımızın gayesini iyi anlamamız, imanda derinleşmemiz, İslâmiyetin hakkaniyetine yürekten inanmamız ve sadece onu ikâme etmek için yaşamamız lazımdır. Bunun için de evvela kendimizle yüzleşmemiz, ihmallerimizi gözden geçirmemiz ve tamir edilmesi gereken hususları tamire çalışmamız gerekmektedir. Bu arada unutulmamalıdır ki, asırlardan beri rahnedâr olmuş, bütün surlarında gedikler açılmış ve burçları yıkılmış bir kaleyi çabucak tamir etmek mümkün değildir. (07:30)
-Kur’ân’da hayatın her birimine ait mesajlar ve her türlü probleme karşı çareler mevcuttur. O mesajları ve çareleri duyup görebilmek öncelikle buna gönülden inanmaya ve ciddi bir heyecanla Kur’ân’a teveccüh etmeye bağlıdır. Rasul-ü Ekrem Efendimize ve Ashâb-ı Kirâm’a çok şeyler söyleyen bir ayet, aynı inanç ve teveccühle onu okuyup dinleyen günümüz insanlarına da pek çok mesajlar verecektir. Mesela, İfk hadisesi üzerine nazil olan “O İftirayı çıkaranlar, içinizden küçük bir gruptur. Siz o iftirayı kendi hakkınızda fena bir şey sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır. O iftiracılara gelince, onlardan her birinin, kazandığı günah nisbetinde cezası vardır. Bu yaygaranın elebaşılığını yapan şahsa ise cezanın en büyüğü vardır. Siz ey müminler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip: “Hâşa, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!” demeniz gerekmez miydi?” (Nur Suresi, 24/11-12) mealindeki ayetler bugün de anlayabilenlere onlarca mesaj vermektedir. (11:44)
-Cenab-ı Hak, “(Bu Kur’ân,) müttakîler için bir hidayet kaynağıdır.” (Bakara sûresi, 2/2) buyuruyor. Bu âyet-i kerimedeki هُدًى mânâ-yı masdarîdir. Bu ise, “Fert hidayeti bulma adına kendi çabası, gayreti olmaksızın hidayete eremez ve onunla hedeflenen noktaya ulaşamaz.” mânâsını taşır. Diğer bir ifadeyle, içinde şüphenin şemmesi olmayan bu kitapta müttakilere, aşkın bir hidayet-i rabbaniye vardır.. muttakilere vardır, zira onlar reyb ü şüpheden ârî oldukları gibi hem şeriat-ı garranın emirlerini yerine getirme konusunda, hem de şeriat-ı fıtriyenin prensiplerine riayet bakımından hazır ve hakkı kabule teşne, dahası ön yargılı olmadıklarından böyle bir hidayetten istifade de ancak onlara müyesserdir. Ancak sayfanın sonundaki اُولٰئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ cümlesindeki هُدًى hâsıl-ı bi’l-masdardır. Yâni Allah’ın, kullarını hidayete mazhar etme adına yarattığı illet-malul münasebeti söz konusu olmaksızın dilediği kullarına bahşettiği ve هُدًى ile ifade edilen vâki bir hidayettir. Buna ulaşabilmenin, bu kapıyı aralayabilmenin ve Kur’ân’dan istifade edebilmenin yolu ise, لِّلْمُتَّقِينَ kaydından anladığımız kadarıyla, takva dairesi içinde bulunmaktır. (13:45)
-Kur’ân-ı Kerim’i hem okuma hem de dinleme mevzuunda değişik seviyeler, farklı farklı duyuş ve hissedişler vardır. Hak rızasına ulaştıracak bir okumada, okuyan insan her şeyi nazarından silip sadece Allah’a müteveccih olmalı; dinleyenler de, ses ve nağme kime ait olursa olsun, Kur’ân’ın kendisini, ilahi kelamın mana ve muhtevasını dinlemeye çalışmalıdır. Üstad Hazretleri’nin ifadesiyle, Kur’ân-ı Kerim’i, Mütekellim-i Ezelî’nin Rasûlü Ekrem’e tekellümünü dinler gibi; Cebrail (aleyhisselam) ile Peygamberimiz arasındaki tebliğ-tebellüğü dinler gibi, Efendimiz’in fem-i mübarekinden dinler gibi dinlemek esas olmalıdır. (20:00)
Soru: 2) Ümmet-i Muhammed’in bükülen kaddinin doğrulması yolunda yapılan faaliyetlerin Kur’ânî olup olmadığını belirlemek herkese müyesser midir? Kur’ân-ı Kerim’le irtibatın bu vechesi ile alâkalı mülahazalarınızı lutfeder misiniz? (24:14)
– مَنْ طَلَبَ وَجَدَّ وَجَدَ – Bir şeyi talep eden, talebinde ciddi olur ve gereken gayreti gösterirse istediğini elde eder. (24:44)
-“İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez. Bu gayretinin semeresi de ileride ortaya çıkacaktır. Emeğinin karşılığı kendisine tam tamına ödenecektir.” (Necm sûresi, 53/39-41) (25:08)
-Yollar yürünerek alınabilir; zirvelere azim, irade ve plânlarla ulaşılabilir; azimle yola koyulan ve yolculuğun gereklerini yerine getirenler hedeflerine nail olurlar. (25:21)
-Şiddetli talep çok önemlidir. “Ne olur, bahtına düştüm; bana anlaşılması gerekli olan şeyleri doğru anlamayı lutfeyle. Beni onda muvaffak eyle. Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ı (aleyhi efdaluttahiyyât ve ekmelütteslîmât) doğru anlayayım. O’nun yolunu doğru anlayayım!..” diyerek Allah’a teveccüh eden ve bu mevzuda çırpınıp duran bir insan katiyen eli boş dönmez. (27:00)
-Maturîdî akîdesi zaviyesinden meseleyi şöyle de değerlendirebilirsiniz: Bir kısım mevhîbe-i ilahiye, kulun iradesinin hakkını vererek ortaya koyacağı yüksek bir performansa karşılık Cenâb-ı Hakk’ın önceden bahşettiği bir avanstır. Zira Allah Teâlâ insanların ne yapacaklarını ve nasıl hareket edeceklerini ilm-i ezelisi ile bilir. Bu türlü bir tecellî bazen kulun teveccühünün önüne geçer; bazen de kulun ciddi bir im’an-ı nazarını ve kararlı bir konsantrasyonunu takip eder; ne var ki, her iki durumda da, zihin, his ve şuur üstü bir ekstra teveccüh söz konusu olur. Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımıyla, “Allah Teâlâ, Râsul-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in istikbalde yapacağı şeyleri bildiğinden dolayı O’na sanki bir avans vermiştir.” Aynı mülahaza sair enbiya ve evliya için de söz konusudur. (28:05)
-Kendime küskünüm ben!.. O Kelâm-ı kadîme karşı.. (vefalı olamadım.) Hâfızıyım, senelerden beri de namazımı onunla kılıyorum ama kendime küskünüm ben!.. Ona karşı öyle vefalı olunmazdı.. ona karşı. Bir iki saat uyku yeterdi. Kalkıp sokak sokak dolaşmak ve her kapıyı çalmak gerekirdi. Delice değil, üslubuyla, akıllıca.. o insanların hissiyatı da hesaba katılarak, ciddi bir empati mülahazasıyla… Küskünüm kendime.. vefasız insan.. keşke hep Kur’ân için yaşasak!.. (34:10)