İrtica Paranoyası ve Duanın Esası

İrtica Paranoyası ve Duanın Esası

Birinci Bölüm: İrtica Geri Döner mi? (00.28 – 37.48)

Soru: Aslında Anadolu insanından beslenmesi mümkün olmayan Hizbü’t-Tahrir, Hizbü’l-Vahşet ve son zamanlarda da el-Kâide gibi örgütler tarafından işlendiği söylenen cinayetler yakın geçmişte ülkemizde de sıkça duyuldu ve çeşit çeşit vahşetler müslümanlara isnad edilerek irtica tehlikesi gündemlerin ilk maddesine konuldu. Neyse ki, şimdilerde fâillerin hemen hepsinin birer figüran ve yapılanların da entrika olduğu ortaya çıkıyor. Dahası, seçim sürecinde irtica meselesi hiç gündeme getirilmedi. Bu açıdan, artık Türkiye’de irtica oyununun sona erdiği söylenebilir mi? Yoksa, bundan sonra da benzer senaryoların kullanılması ihtimal dahilinde midir? Mütalaalarınızı lutfeder misiniz?

-“İrtica” tabiri Arapça’dan dilimize geçmiştir; menşei, “dönüş, geriye dönme” manalarına gelen rücu’ kelimesine dayanmaktadır; temelde “geri dönmek” manasını çağrıştırdığından dolayı, gericilik, muhafazakarlık, tutuculuk, eskiyi koruma, yeniye karşı tavır alma, medeniyeti kabul etmeme, moderniteye karşı çıkma ve tarihin tekerleğini geriye döndürerek eski olanı canlandırmaya çalışma gibi manaların hepsini birden ihtiva eden bir kavram olarak kullanılır hale gelmiştir. (01.40)

-Öteden beri belli bir kesim, irtica sözünü sıradan bir kelime olarak istimal etmekten daha ziyade, onu siyasî ve ideolojik bir suçlama ve sindirme aracı olarak kullanmaktadır. Bu talihsiz kimseler, bazen kolay anlaşılması için “gericilik” ifadesini dillerine dolamakta, çoğu zaman da, meseleyi daha korkunç göstermek maksadıyla manası daha az bilinen “irtica” tabirini tercih etmekte ve kötü şekilde algıladıkları, kötü bir mazmunun karşılığı olarak kullandıkları, toplum nazarında da bir heyula haline getirdikleri bu laflarla her fırsatta müslümanları karalamaya çalışmaktadırlar. (04.25)

-Tarihi gerçekler açısından meseleye bakılırsa, aslında gericilik ve irtica kelimeleri Allah, peygamber ve din kabul etmeyenlerin durumunu daha güzel ifade etmektedir. (06.16)

-Kartezyen (Dekartçı) felsefenin tâbileri dini ve bilimi ayrı iki alan olarak ele almış ve alan ihlali yapılmaması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Belki onların tenkitleri ve kaba din telakkisine “gericilik” deyişleri bir yönüyle doğru olabilir; fakat, kainat kitabını okumayı takvanın bir buudu sayan müslümanlar için bir ilim ve din ayrımından da, “irtica”dan da bahsedilemez. (11.00)

-28 Şubat post-modern darbesi (!) evvelinde bir kısım şaşkınlar zuhur etti. Giyim-kuşamdan zikir ve ibadet tavırlarına kadar pek çok hal ve hareketleriyle tam bir aykırılık sergileyen bu kimseler figüre edildi. Onlara bir kısım roller verildi; kimisi tarikat şeyhi kisvesine bürünüp medyada boy gösterdi, kimisi teokratik düzeni hâkim kılma sevdalısı bir gerici numarası yaptı, kimisi mürtecîlerin ağına düşürülüp kandırılmış bir kurban rolü oynadı ve kimisi de karanlık güçler tarafından kiralanan bir tetikçi, silaha sarılıp elini kana bulayan bir kanlı kâtil olmasına rağmen, irticâ piyesinde “Allah’ın ordusu”nun sadık bir eriymiş gibi sahne aldı. Bütün figüranlar rollerini öyle gerçekçi ortaya koydular ki, hemen herkes oynananın bir oyun olduğunu unutup sahiden ülkenin elden gittiği zehabına kapıldı. (15.27)

-Dün olduğu gibi bundan sonra da, -dışarıdan da beslenen- bazı şer şebekeleri en samimi mü’minleri ve hakiki müslümanları terörist gibi gösterek yeni bir irtica yaygarası koparabilirler. (25.00)

Soru: Daha önceki bir sohbetinizde, “İrtica küfrün takıyyesidir” buyurmuştunuz. Karanlık güçlerin mazideki komplo ve tuzaklarının ortaya dökülmekte olması günümüzde bu takıyyenin bir kere daha işlettirilmesi ihtimalini güçlendirir mi? (29.50)

-Takıyye, kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve tehlikelerden korunmak için hileli yola başvurmak demektir. Bazıları, takıyyeyi müslümanlığa mal etmek isteseler de, İslam’da takıyye yoktur. Dinimizde, bir müslümanın savaş anında düşmanın zülmünden kurtulmak ve canını kurtarmak maksadıyla imanını gizleyerek müdarâtta bulunması şeklinde ifade edebileceğimiz, “İllâ en tettekû minhum tükâh – Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!” (Âl-i İmran, 3/28) hakikatına bağlı bir disiplin var ise de, Şiilik’te söz konusu olan takıyyenin müslümanlıkta yeri yoktur. Takıyye, Şii anlayışında, özellikle de İran Şiiliğinde bir esastır; dolayısıyla, Anadolu’daki saf Alevî vatandaşlarımız da takıyye bilmezler. (30.07)

-İslam’da böyle bir takıyye yoktur; yoktur ama günümüzde takıyyenin katmerlisi yapılmaktadır. Camideki müslümana “müslim” yerine “mürtecî” diyen, Cenâb-ı Hakk’ın kemale erdirdiği ve insanlar için yegâne din olarak seçtiği İslam’ı ya da onun bazı emirlerini “fundamentalizm” ve “gericilik” şeklinde karalamak isteyen kimseler bu çağın en sinsi takıyyecileridir. Evet, bir kere daha ifade etmeliyim ki, “mürtecî, gerici, yobaz” türünden isnatlar belli bir kesimin takıyyesidir; bu çirkin yakıştırmalar, hileli bir oyunun maskesidir. (31.22)

-Bizim terminolojimizde, “İslam”, “müslüman”, “mü’min” tabirleri vardır; ama, dine hasım kimseler tarafından kasıtlı olarak dilimize sokuşturulan ve cahillerin kullandığı “İslâmcı” ve “dinci” gibi ifadeler yoktur. Dine göre, günah işleyen bir Müslüman günahkâr olsa da yine mü’mindir; İslâm esaslarını inkâr etmemek şartıyla, onlardan bazılarını terk etse de yine müslimdir. Bu itibarla, bazı dinî vecibelerini yerine getirmeyen kimselere “küfürcü”, “dalâletçi”, “fıskçı”… demek münasebetsiz olduğu gibi, dini bütünüyle yaşamak isteyene “İslâmcı” veya “dinci” demek de en az o kadar saygısızca bir ifadedir. (34.27)

İkinci Bölüm: Yakarışın Özü (37.49 – 58.32)

Soru: Cevşen-i Kebir ve el-Kulûbü’d-Dâria gibi mecmualarda yer alan münacatları okurken Rabb’e iç dökme duyguları ile beraber onların tefekkür, marifet ve irşat yanları da nazar-ı itibara alınmalı mıdır? Duaları çok mülahazalı okuma hakkındaki düşüncelerinizi lutfeder misiniz?

-Duada insan kime teveccüh ettiğini ve kendi konumunu çok iyi belirlemeli, gafletten sıyrılıp söylediği her kelimeyi vicdanında duymalı ve her sözü kalbe dokunan bir mızrap gibi telaffuz etmelidir. Herkes bu ufku yakalayamayabilir ama her kul o zirveyi hedeflemeli ve ona ulaşmak için gayret etmelidir. (38.37)

-“Ey bizim kerim Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik (hasene) ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver.. ve bizi cehennem ateşinden koru!..” (Bakara, 2/201) duasının çağrıştırdıkları… (40.15)

-Namazın içinde ayet ve duaların kelime manalarıyla ve muhtevalarıyla meşgul olmak, namazın özüne mahsus olan huzuru ihlal edeceği düşüncesiyle mahzurlu sayılmıştır; fakat, namazın dışındaki yakarışlarda derin derin mülahazalara dalmak ve her kelimeyi susuz bir insanın içtiği zemzem gibi yudumlamaya çalışmak lazımdır. (43.05)

-Hazreti Üstad’ın dua ederken kıvrım kıvrım kıvranışı… (46.09)

-Cevşen-i Kebir ve el-Kulûbü’d-Dâria gibi mecmualarda yer alan duaları okurken, bir taraftan acz, zaaf ve fakrımızı dillendirerek Cenâb-ı Hak’tan ihtiyacımız olan şeyleri istemeli; diğer yandan da o satırlar, cümleler ve kelimeler arasına girerek mülahaza ve tefekkür seyahati yapmalıyız. (48. 36)

-Fatiha suresindeki “iyyâke na’budu” sözünün ve bu sözdeki çoğul ifade eden “nûn” harfinin gönülde hasıl ettiği duygular… (50.03)

-Üstad Hazretleri, İmam Şâzelî ve Ahmed Bedevî gibi zatların, namazda “Sübhane rabbiye’l-azim” dedikleri zaman, bütün zerrât-ı kainatı mülahazaya alabildiklerini nakleder, onlara imrenir ve onların seviyesini yakalamak istediğini söylermiş. O ufka ulaşabilmek için yıllarca gayret etmiş, Allah’a karşı teveccühünü derinleştirmiş ve dudaklarından dökülen her kelimeye, vicdanının ve şuurunun mührünü vurmuş; vurmuş ama sonunda aradığını da bulmuş… (51.58)

-“Mukarrebîn sehvi” sözüyle ne kastedilmektedir? (56.07)