Vera’ Ehli ve Sorumluluk Şuuru

Vera’ Ehli ve Sorumluluk Şuuru
Mp3 indir

Mp4 indir

HD indir

Share

Paylaş

Soru: Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)
bir hadis-i şeriflerinde, adalet, cömertlik, vera’, sabır, tevbe ve hayânın
güzel hasletler olduğunu ancak sırasıyla, yöneticide adalet, zenginde cömertlik,
âlimde vera’, fakirde sabır, gençte tevbe ve kadında hayânın bulunmasının çok
daha güzel olduğunu ifade buyuruyor. Zaten zatında güzel olan vera’nın âlimlerde
çok daha güzel olmasını nasıl anlamalıyız?


Cevap: Hadis-i şerifte güzel oldukları ifade edilen
bu altı hasletin, bazı insanlarda daha güzel olması mevzuunu, usul-u fıkıhta
temel bir kaide olan; “bi hasebil-mağrem el-mağnem” düsturuna bağlayabiliriz.
Yani bir meselenin ceremesi, riski, meşakkat ve sıkıntısı ne kadarsa, ganimeti
de o ölçüdedir. Buna göre bir insan, aşması gereken imtihanlar, karşı koyup
direneceği günah ve meâsî, dişini sıkıp sabredeceği bela ve musibetler ve ibadet
ü taatindeki hassasiyet ve derinliği nispetinde amûdî (dikey) olarak kalb ve ruh
ufkuna yükselebilir. Mesela savaşta ölen bir insanın şehitlik pâyesini
kazanması, “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis, onlar
diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.”
(Bakara, 2/154) ilâhî
hitap ve müjdesine mazhar olması ve ötede o kişinin doğrudan doğruya Cennet’e
girme lütfuyla serfiraz kılınması, onun çok riskli bir ma’rekede yani harp
meydanı ve cenk sahasında kendini tehlikeye atmasındandır.


İşte hadis-i şerifte ifade edilen bazı güzel hasletlerin, bazı kimselerde
daha bir güzellik kazanması hususunu da (Kenzu’l-ummâl, 15/896) bu zaviyeden
değerlendirebiliriz. Mesela, genellikle gençlik döneminde hâkim olan sağlık ve
sıhhat, güç ve kuvvet, enerji ve dinamizm insan için birer gaflet kaynağı
olabilir. Bu açıdan o dönemde insanın hata ve kusurlarının farkına vararak
Allah’a dönmesi, O’na tevbe ve istiğfarda bulunması çok ciddi önem arz eder.
Hayâ ve iffetin, kadınlarda ayrı bir güzelliğe ulaşması mevzuu da aynı zaviyeden
değerlendirilebilir. Çünkü hususiyle kadınlar, tavır ve davranışları itibarıyla
başkaları için birer imtihan ve fitne vesilesi olabilirler. Bundan dolayı
onların bu mevzuda daha hassas, daha titiz, daha afif olmaları ve iffet
haziresinde kendilerini tahsin ü tahassüne almalarının apayrı bir ehemmiyeti
vardır. Hatta denilebilir ki, bu ölçüde iffetine dikkat eden bir kadın bir
nefhada, bir hamlede evc-i kemâlât-ı insaniyeye çıkabilir.


Takva ve Vera’


Bu umumî değerlendirmeden sonra şimdi isterseniz sorunuzda bilhassa dikkat
çektiğiniz âlimin vera’ sahibi olma mevzuuna geçelim. Haram ve yasaklara karşı
titiz ve tetikte olma, memnû şeylere girme endişesiyle bütün şüpheli şeylerden
kaçınıp uzak durma şeklinde izah edilen vera’, takvanın ötesinde bir zirve
olarak görülmüş yüce ve yüksek bir sıfat-ı âliyedir. Bu mânâda ona âzamî takva
da denilebilir. Bugüne kadar hakkında yapılan farklı tarifler çerçevesinde ele
alacağımız takva ise; haramlardan kat’i olarak içtinap etme, farzları
arızasız-kusursuz yerine getirme, vacipleri kemal-i hassasiyetle ifa etme,
şüpheli şeylerden tevakkide bulunma ve şüpheli olduğu mülâhazasıyla bazı
mübahlara karşı bile tavır belirleme demektir. Hatta Şârânî’nin Mizan’ı esas
alınacak olursa insanın kendisini azimetlerle amel etme mevzuunda mükellef
görmesi de takvanın bir yönünü teşkil eder. Ancak bilinmesi gerekir ki, bir
insan âzamî takvayı yaşama adına azimetlerle amel etmeyi kendine bir yol olarak
tercih etmiş bulunsa da, bu yolu herkese teklif etmesi doğru değildir.


Hz. Pir’in takva ile alâkalı ortaya koyduğu çerçeveye bakınca, onun, telyin
edici bir üslûpla, meseleyi daha yaşanılır ve herkesi kapsayacak bir şekilde ele
aldığı görülür. Mesela bir yerde o, “Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan
dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzları yapan,
kebireleri işlemeyen, kurtulur.” diyerek bize takva adına bir çerçeve
sunar. Hz. Pir’in ilhama, vâridâta veya bir hutura binaen ortaya koyduğu
bu takva tarifini, şartların ve konjonktürün hakiki mânâda takvayı yaşamaya
müsait olmadığı ve bir kısım kırılma, arıza ve zaruretlerden dolayı âzamî
takvanın yaşanamadığı dönemlerde, hiç olmazsa, haramlardan içtinap edip farzları
arızasız kusursuz yerine getirmek suretiyle muhataplarını takva serasına ve onun
vaad ettiği güzelliklerden istifadeye çağrısı şeklinde anlayabiliriz. Fakat bu
noktada şu hususun gözden kaçırılmaması gerekir: Hz. Pir bir taraftan bazı
yerlerde, meseleyi özellikle mübtediler için yaşanır kılma adına bu şekilde arz
etmiş olsa da, diğer taraftan başka yerlerde âzamî takvaya işarette bulunmuş ve
ona talip olunması gerektiğini söylemiştir. Yani iman ve Kur’an dairesi içine
henüz adımını atmış mübtedileri kaçırmamak ve meseleleri takdimde üslûp hatasına
düşmemek için daha objektif bir çerçeve sunulmuş; fakat diğer yandan insanların
önüne kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselip âzamî takvaya ulaşması adına bir
ufuk ve hedef konulmuştur.


Takvanın diğer bir yönünü ise tekvînî emirlere riayet teşkil eder. Günümüzde
bizim ilim ve teknoloji gibi bazı sahalarda geri kalmamız, değişik zulüm ve
baskılar altında ezilmemiz ve bunun neticesinde de kendi din ve diyanetimizden
şüphe eder hâle düşmemizin altında yatan en önemli sebeplerden biri de âyât-ı
tekviniyeyi doğru okuyup doğru yorumlayamayışımızdır. Demek ki kâinat kitabını
doğru okuyup doğru yorumlama da takvanın önemli diğer bir budunu
oluşturmaktadır.


Töhmet Yerleri ve Vera’ Ehli


Vera’ ise, bütün bunların daha da ötesini ifade eden bir mefhumdur. Vera’,
bir yönüyle şüpheli şeylerden tevakki etmek, diğer yandan da Peygamber
Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) “

اتقوا مواضعَ التُّهَمِ

Töhmet yerlerinden
sakının!”
(Suyuti, Camiü’l-kebir, 1/817) hadis-i şerifi mucebince bazı
meşru tavır ve davranışları bile bir kısım yanlış yorumlamalara sebebiyet
verebilir mülâhazasıyla terk etmektir. Buna göre vera’ sahibi bir mümin,
laubalilik ve gayr-i ciddiliklerin nümayan olduğu bir yerde bulunmaktan tevakki
etmelidir. Mesela bir kına gecesi, bir düğün merasimi dahi olsa, eğer orada
Allah’ı ve peygamberi unutturacak laubalilikler ufku kirletiyorsa, vera’ sahibi
bir insan o mekânda kendi konumuna halel getirmemeli, durum ve kredisini
kırdırmamalı, itibarını zedelememeli ve asla gayr-i ciddiliklere, laubaliliklere
girmemelidir. Evet, haramlardan sakınma, kemal-i hassasiyetle farzları yerine
getirme, vacipleri ifa ve sünnetleri kılı kırk yararcasına eda etme
hassasiyetinin yanında, yanlış yorumlara sebebiyet verecek yerlerde dolaşmama,
yanlış yorumlanabilecek tavır ve davranışlar içine girmeme de vera sahibi olma
adına önem arz eder.


Bu durumu bir misalle biraz daha açmaya çalışalım. Diyelim ki siz bir
tarafında bir meyhane veya haramların irtikap edildiği başka bir mekânın
bulunduğu bir caddeden geçiyorsunuz. Eğer siz, halkın teveccüh ettiği, rehber
olarak gördüğü, önlerinde numune-i imtisal kabul ettiği birisi iseniz, lehviyat
mekânlarının bulunduğu böyle bir caddeden geçerken, “Acaba oraya mı girdi, orada
o atmosferi paylaştığı dost ve arkadaşları mı var?” türünden değişik
mülâhazalara sebebiyet verecek ve sizde itibar ve kredi kırılmasına yol açacak
her türlü tavır ve davranıştan uzak durmanız gerekir. Evet, eğer siz milletin
gözünün içine baktığı bir insan konumunda iseniz, size itimat eden o insanları
şüpheye düşürmemek, teşeddüd-ü araya sevk etmemek ve güvenilirliğinize toz
kondurmamak için mecbur kalmadıkça o tür lehviyat ve levsiyatın işlendiği
yerlerin yakınından bile geçmemelisiniz.


Dini Temsil Edenlerdeki Zaaf Dine Dokunur


Konunun tavzihi adına başka bir misal daha vereyim. Hayat-ı içtimaiyede
bulunan bir insan bir mecburiyete, bir maslahata binaen afife bir hemşiremizle
bir meseleyi konuşma, istişare etme durumunda kalabilir. Ancak siz hakkınızda,
başkalarına “Acaba ne konuşuyordu?” dedirtmemek için, bir iffet abidesi olarak
vera’ mülâhazasıyla hareket etmeli; hareket edip itibarınızı korumalı ve taife-i
nisadan birisiyle bir yerde bulunacaksanız yanınıza mutlaka bir üçüncü şahsı
almalısınız. Mesela, o şefkat kahramanlarından biri re’fet ve şefkat hisleriyle
yanınıza gelip samimi bir şekilde size minnet duygularını aktarıyor olabilir.
Ancak hususiyle günümüzde görüntü ve konuşmaları fotoğraf ve kameralarla tespit
etmek çok kolay hâle geldiğinden, bazıları bu meseleyi alıp değerlendirir ve çok
farklı şekilde yorumlayabilirler. Dolayısıyla bütün bunlar bir yönüyle
başkalarını şüpheye sevk edebileceğinden vera’ya muhalif tavır ve hâllerdir.
İşte ulema bu türlü meselelere karşı çok dikkatli olmalıdır. Bu ise, takvanın da
ötesinde şöyle-böyle farklı yorumlanmaya ihtimali olan bütün tavır ve
davranışlardan uzak durmayı gerektirir. Evet, sizin on farklı yorumlanma
ihtimaline açık bir davranışınız bulunsa, siz öyle bir davranış sergilemiş
olmalısınız ki, o on ihtimalden bir tanesi dahi itibarınıza dokunmamalıdır.
Çünkü dini temsil eden insanların itibarına dokunan tavır ve davranışlar
neticede dine de dokunur ve başkalarını, “Eğer bu dini temsil edenler böyleyse,
demek ki bu dinde hayır yok!” şeklinde insanları haybet ve hüsrana sürükleyecek
düşüncelere sevk eder. İşte bu mülâhazalardan dolayı diyoruz ki, günümüz
şartları içinde yaşayan bir mü’min olarak her hâlimizde, her söz ve
hareketimizde kılı kırk yararcasına fevkalade hassas olunması gerekir.


Hz. Pir, Van’da valinin evinde altı ay kaldığı hâlde, valinin üç kızını
birbirinden tefrik edip ayıramadığını ifade etmiştir. Benzer vakaları sizler de
yaşamış veya duymuş olabilirsiniz. Bu sebeple vera’ yolcusu bir mü’min bilir ki,
temsil adına bir konum söz konusuysa, ben ne yapıp edip o konumun hakkını vermek
zorundayım. Siz nefsiniz adına kendinizi Cehennem’e sürükleyecek tavır ve
davranışlar içine düşebilirsiniz. Bu, bir mânâda şahsî bir kayıp ve helake
sürükleniştir. Ancak siz, size karşı teveccüh ve itimadı bulunan, duygu ve
düşünce itibarıyla size bağlı olan insanları Cehenneme sürükleyecek
yanlışlıklara giremezsiniz. Eğer girerseniz, bu sizin sırtınıza öyle bir vebal
yükler ki, siz o vebalin altından kalkamazsınız. Bundan dolayı siz, ölesiye bir
gayret gösterecek, ne yapıp edip kendinizi ve nefsinizi gemleyecek ve netice
itibarıyla diyeceksiniz ki: “Müslümanların fikrî safveti, o kürsü veya minberin
namusu adına ben burada belki çatlayacağım ama yine de gözümü kapatacak, harama
nazar etmeyeceğim.” İşte İslâm’ı temsil konumunda bulunan ulemanın vera’
anlayışı bu seviyede olmalıdır.


İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm), daha
kendisine peygamberlik gelmeden önce Hz. Hatice Validemizle (radıyallâhu
anha) görüşmesinde buram buram ter dökmüştü. Hâşâ, yüz bin defa hâşâ, o hâl, bir
kompleksin, eziklik duyan bir insanın ruh hâli değildi. Aksine o, daha altı,
yedi yaşlarındayken üzerini değiştireceği zaman amcası Ebu Talib’e, “Amca
üzerimi değiştireceğim, lütfen sırtını dön.” diyecek ölçüdeki bir hayâ
abidesinin iffetli haliydi.


İşte Efendiler Efendisi’nin (aleyhissalâtü vesselâm) bu tavrı ulema için de
bir misal olmalı ve onlar kılı kırk yararcasına bir hassasiyetle İslâm’ı hep
vera’ zirvelerinde yaşamaya çalışmalıdır. Bunun için de onların dudaklarında
hep;

اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ عِبَادِكَ الْعُلَمَاءِ وَالْعُرَفَاءِ
وَالْحُلَمَاءِ وَالتَوَّابِينَ وَالْمُنِيبِينَ وَالْأَوَّابِينَ وَالْأَوَّاهِينَ
وَالْمُتَوَاضِعِينَ وَالْخَاشِعِينَ، وَالْمُتَخَلِّقِينَ بِأَخْلَاقِ الْقُرْآنِ،
وَالْوَقُورِينَ وَالْجِدِّيِّينَ وَالْمَهِيبِينَ وَالْمُخْلِصِينَ الْمُخْلَصِينَ
الْمُتَّقِينَ الْوَرِعِينَ الزَّاهِدِينَ الْمُقَرَّبيِنَ وَالرَّاضِينَ
الْمَرْضِيِّينَ وَالْمُحِبِّينَ الْمَحْبُوبِينَ، وَالدَّاعِينَ إِلَى
جَنَابِكَ.


Allah’ım! Bizleri âlim, ârif, halîm, çok çok tevbede bulunup dergahına
teveccüh eden, âh u enînlerle kapının tokmağına sürekli dokunan, mütevazi,
huzurunda hep el pençe haşyet içinde duran, Kur’ân ahlâkıyla ahlâklanan, vakur,
ciddi, mehabetli, muhlis (ihlâsı kazanmış), muhlas (ihlâsa erdirilmiş), hep
takva hatta onun da ötesinde vera’ duygusuyla hareket eden, zühdü bir hayat
tarzı olarak benimsemiş, yüce nezdinde kurbete mazhar olmuş, Sen’in bütün
icraat-ı sübhaniyenden razı ve Sen’in rızana ermiş, Sen’i her şeyden daha çok
seven ve nezdinde müstesna sevgine mazhar olmuş ve daima kalbi niyazla atan,
dudakları münacatlarla kıpırdayan salih kullarından eyle!” gibi dua ve
yakarışları olmalıdır.


Beyaz Sarık ve Hassasiyet


Rabbim ulema olmasak da bizi de burada istenilen yüksek vasıflarla
serfiraz kılsın. Keşke sadece ulema değil herkes, âzamî takvayı esas alsa, hatta
takvanın âzamîsini de aşarak vera’ dairesi içinde yaşasa ve bir mecburiyet, bir
farz vazifeyi ifa söz konusu değilse şüpheli hiçbir şeyin içine hiçbir zaman
girmese; girmese ve dilleriyle dudaklarıyla, gözleriyle, kulaklarıyla,
elleriyle, ayaklarıyla hep o takva dairesi içinde dolaşıp dursa ve gereksiz,
mâlâyanî şeylerden uzak durmak suretiyle hep vera’ ufkunu takip etse. Böyle
davranmak kim bilir onları hangi kıymetlere ulaştıracak ve onları nasıl
kıymetler üstü kıymete haiz hâle getirecektir.


Günümüzde inanan insanlar olarak bizler, gönüllere hak ve hakikati duyurma,
yeni bir diriliş faslı açma, ruhlarda ba’sü ba’de’l-mevt duygusunu inkişaf
ettirme ve geçmişteki ihmallerin bugünümüzü kararttığı gibi bir kere daha bizden
sonraki nesillerin geleceğini karartmama, atmosferini kirletmeme adına hayatın
her noktasında, toplumun farklı kesimlerinde bulunma zarureti duyuyor, böyle bir
zarureti bir vazife olarak görüyor ve ona farzlar üstü bir farz gözüyle
bakıyoruz. Kanaat-i vicdaniyemiz ile hareket ederek, elbiselerimize sıçrayan
kirlere belva-yı âmm deyip gezilmeyecek çarşılarda dahi geziyor ve değişik
yerlerde bulunma lüzum ve zaruretini duyuyoruz. Bu yolda bulunurken bazen
paçalarımıza çamur sıçrıyor, hatta ondan da öte levsiyat bulaşıyor.


İşte insanlar kanaat-i vicdaniyeleri ile vacip, farz veya “farzlar üstü farz”
bir vazifeyi eda ederken gayr-i ihtiyarî, iradeye iktiran etmeden bu türlü
belva-yı âmm nevinden bazı şeylerin içine düşmüş olabilirler. Bu ayrıca
değerlendirilmesi gereken bir husustur. Ancak böyle bir maksat olmadan, canının
istediği şekilde, keyfîliğe bağlı bir halde kalkıp şurada burada gezme, internet
sitelerinde gezinme, hava almak için gidip değişik yerlerde dolaşma ve benzeri
tavır ve davranışlar içine girme.. evet, bunların hiçbirini Kitap ve Sünnet’e
göre tecviz etmemiz mümkün değildir.


“İmam sarığı beyazdır.” diye halk arasında meşhur bir söz vardır. Yani
o beyaz sarıkta bir sinek tersi bile bulunsa başkalarının dikkatini çeker ve
belki de şöyle derler: “Üzerinde necaset bulunduğu hâlde bir de önümüze geçmiş
bize imamlık yapıyor.” Bundan dolayı temsil konumunda bulunan ulemanın hep
ahseni kollaması ve vera’ zirvelerinde hep ahsenin peşinde olması gerekir.