Soru: Geleceğin düşünce mimarlarının beyana önem vermeleri gerektiği üzerinde duruluyor. Bu konuyu biraz açar mısınız?
Cevap: Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan insanlığı kurtarma mesajıyla gelmiş bir kitaptır. Bu açıdan insanlık için muhkem hükümler, engin manalar, cami mesajlar ihtiva eder. Bunları da kendine has oldukça etkileyici ve mükemmel bir üslupla sunar. Dolayısıyla Kur’an’ın muhteva zenginliği mucizevî olduğu gibi, ifade gücü de mucizevîdir.
Eğer Kur’ân mesajını kusursuz bir üslupla sunmasaydı, beyana çok önem veren ilk muhatapların bir kısmı ona takılabilirlerdi. Fakat Kur’ân’ın beyan ve üslûbu hakkında dile getirilen herhangi bir eleştiri bilmiyoruz. Demek ki burada bir kusur bulamıyorlardı. Belki alışkanlıklarından sıyrılamadıkları, atalarını taklitten vazgeçemedikleri, kibirlerini terk edemedikleri, zulmü bırakamadıkları, doğru bakış açısını yakalayamadıklarından ötürü muhtevayı kabul etmiyorlardı. Yani ayaklarındaki zincirler ve boyunlarındaki prangalar onların ilâhî mesajı kabul etmelerine engel oluyordu. Buna rağmen Kur’ân’ın üslûbu karşısındaki hayranlıklarını dile getirmekten kendilerini alamıyorlardı.
Aynı şekilde İnsanlığın Medar-ı İftiharı’nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) sözlerine bakılacak olursa, O’nun da maksadını bayıltıcı bir üslupla ifade ettiği görülür. Öyle ki Ebû Bekir gibi bir söz sultanı, O’nun beyan gücü karşısında, “Böyle güzel konuşmasını Sana kim öğretti!?” demekten kendini alamamıştır. O öyle bir Beyan Sultanıdır ki, mesajını, tatlılık içinde, ruhları okşayıcı bir şekilde, mükemmel ve kusursuz bir tarzda, engin manaları ihtiva edecek bir üslûpta insanlara sunmuştur.
Bu itibarladır ki verilmek istenen mesajın muhteva güzelliği önemli olduğu gibi, bu mesajın nasıl bir ses ve solukla ortaya konulacağı da çok önemlidir. Eğer geçmişten miras olarak aldığınız değerleri insanlığın istifadesine arz etmek istiyorsanız, onu âdeta şairane bir üslupla sunmalısınız. Yani bir taraftan yüce hakikatlere, engin manalara sahip olunması, diğer taraftan da bunların yüksek bir beyan tarzıyla ifade edilmesi gerekiyor. Bu da hem ciddi bir ilim ufku ve fikir zenginliğini, hem gönül heyecanı ve ilhama açık olmayı hem de dile vukuf ve beyan kabiliyetini gerektirir.
Entelektüel Sınıfın Yetiştirilmesi
Hiç şüphesiz bu alanlarda boşluk yaşanmaması, ciddi bir elit ve entelektüel sınıfın yetiştirilmesine bağlıdır. Esasen toplumda ilim, fikir ve beyan kabiliyetine sahip çok sayıda insan vardır. Önemli olan, uygun ortam sağlamak suretiyle cins dimağların, üstün fıtratların bulunup çıkarılması ve sahip oldukları istidatların inkişaf ettirilmesidir. Köyde neş’et etmiş bir dâhi düşünün, istidatlarını inkişaf ettirebileceği bir ortam hazırlanılmaz, eğitimleriyle ilgilenilmez, iyi ustaların elinde çıraklık yapmalarına fırsat verilmezse, en fazla iyi bir çoban veya iyi bir rençper olurlar. Dehalarını da sadece hayvanlarını iyi gütmede ve onlar için elverişli otlak yerleri bulmada kullanırlar. Bu sebeple bu tür üstün fıtratların düşünce dünyamıza ve mefkûremize hizmet edecek âbide şahsiyetler hâline getirilmesi, müşarun bi’l-benan (parmakla gösterilen) insanlar olması adına elimizden geleni yapmalıyız.
Siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın herkes bunu başaramaz. Fakat geleceğin entelektüellerini yetiştirme adına çok insana yatırım yapılmazsa, arzu edilen insanlar da yetiştirilemez. Siz, entelektüeller yetiştirme adına bir çaba ortaya koyar, bir süreç başlatırsınız. Çok sayıda insana imkân hazırlar, yatırım yaparsınız. Ancak bunların içinden sadece birkaç tanesi istenen seviyeye ulaşır. Çünkü bu iş, hem hususi bir kısım istidat ve kabiliyetlere sahip olmayı hem ciddi bir konsantrasyonu hem de uzun süre ceht ve gayret göstermeyi gerektirir.
Daha açık bir ifadeyle, bu yola baş koyan bir insanın öncelikle hususi bir kısım vasıflara sahip olması, sonrasında da uzun yıllar kitapların arasında dolaşması, farklı eserlere müracaat etmesi, değişik metinler arasında kıyaslamalara gitmesi, okuduklarını analiz ve senteze tâbi tutabilmesi gerekir.
Bu alanlarda bir hayli geri olduğumuzu ifade etmeden geçemeyeceğim. Maalesef günümüzde mantıkî boşluklara meydan vermeden orijinal eserler verebilecek, bilimsel çalışmalara imza atabilecek, üst seviyede hikâye ve roman yazabilecek, senaryo kaleme alabilecek yeterince insanımız yok. Yazılacak senaryoları dizi veya film hâline getirecek yeterli yapımcı ve yönetmenlerimiz de yok.
Şayet geleceğin dünyasında söz sahibi olmak istiyor, farklı yerlerde farklı ağızlardan kendinizi ifade etmeyi düşünüyorsanız, her yerde bu ilim ocaklarını tüttürmeli ve geleceğin entelektüellerini yetiştirmelisiniz. Bu da meselenin ciddi bir seferberlik ruhuyla ele alınmasına bağlıdır. Binlerce insanı ilim ve irfan yoluna yönlendirmelisiniz ki bunların içinden gerçek âlimler, mütefekkirler ve entelektüeller yetişsin. Tarihimizde bu tür insanların sayısı çoktur. Fakat onlar, boyları birbirine yakın sıradağlar gibi olduklarından dolayı çok fark edilmezler. Batı’da bu tür insanlar aralıklarla yetiştiği için onlar daha çok öne çıkmıştır.
Biz, çok güzel değerlere sahip olduğumuza ve yüce hakikatleri temsil ettiğimize inanıyoruz. Eğer âlemin de bunlara ihtiyaç duyduğunu düşünüyorsak, bu değerleri onlara da ulaştırma gibi bir derdimiz varsa, bu işi en güzel surette yapabilecek insanları yetiştirme adına umumî bir seferberlik başlatmak zorundayız. Tavır ve davranış güzelliğinin, mükemmel bir temsilin yanında, sahip olduğumuz mesajı günümüz insanlarının kabul edebileceği bir formatta da sunmak zorundayız. Bu da maksadını açık, seviyeli ve kimsenin zihninde şüphe ve tereddüt hâsıl etmeyecek şekilde çok iyi kompoze edebilen, düşüncelerini en güzel nazım ve nesirlerle ortaya koyabilen istidat ve kabiliyetlere vabestedir.
Üslûp Güzelliği
Eğer yaşadığımız çağ, ilim ve beyan çağı hâline geldiyse, biz de buna uygun adımlar atmak zorundayız. Maksadımızı çok rahat ifade edebilecek, kelimeler arasındaki nüanslara vâkıf olacak, zengin bir kelime hazinesiyle edebiyatın farklı alanlarında eserler kaleme alabilecek ölçüde bir beyan gücüne sahip olmalıyız. Duygu ve düşüncelerimizi ifadede boşluk bırakmamalıyız. Zihnimize gelen manaları hızlı bir şekilde tahayyül, tasavvur ve taakkul aşamalarından geçirip en uygun kalıplara dökebilmeliyiz. Vahy-i semaviyi dillendiriyor olsanız dahi onu kamet-i kıymetine uygun bir şekilde takdim edemiyorsanız, ona karşı gerekli ilgiyi uyaramaz hatta tepkiye sebebiyet verirsiniz. Dolayısıyla günümüzde üzerinde yoğunlaşılması gereken önemli meselelerden biri budur.
Özellikle edebî ve hitabî üslupta meselelerin istiare, kinaye, mecaz, cinas gibi farklı söz sanatlarıyla ifade edilmesi çok önemlidir. Ne var ki bu konuda tekellüfe ve suniliğe girmemeye dikkat etmek gerekir. Günümüzde bazı yazar ve şairlerin yaptığı gibi iğlak ve iphamda (kapalı, muğlak ve müphem ifadelerde) keramet aramamalı, kendimizi ifade etme adına fantezilere girmemeliyiz. Yazılan çizilen konuların anlaşılır olmasına dikkat etmeliyiz; ama derinlik ve sanatı da ihmal etmemeliyiz. Kur’ân’ın derinliğinin sırrı, duruluğunda gizlidir. O, berrak suya benzer. O kadar duru ve berraktır ki, karşıdan bakınca sığ zannedersiniz. Ayağımı soksam, topuğuma ancak gelir, dersiniz. Fakat içine girdiğinizde boğulursunuz. Kur’ân’daki derinlik böyle bir derinliktir.
Hâsıl-ı kelam, sadece ilmî ve fikrî meselelerin düz taşıyıcısı olmak yeterli değildir. Onları başkalarına tebliğ etme ve duyurma gibi bir sorumluluğa sahip olmalı, bu sorumluluğu yerine getirirken de çok dikkatli ve şuurlu hareket etmeliyiz. Nerede nasıl bir üslûp kullanılması gerektiğini çok iyi belirlemeli, inandığımız değerleri gönüllerde inşirah hâsıl edecek bir üslûpla sunmalıyız.
***
Not: Bu yazı 4 Şubat 2010 tarihinde yapılan sohbetten hazırlanmıştır.