Kullukta Derinleşme

Günümüz dünyasında zihinler karışık, şartlar zor, dünya ürkütücü, her şey kirli ve ufunetli. Devran alabildiğine karanlık, ufuklar son derece dar. Neredeyse hiçbir şey kendi mecrasında akmıyor. Müslümanlar bile Müslümanlığın çok uzağında. Gerçek âlimler ortadan çekilince halk, cahilleri âlim kabul ediyor. Her köşe başını şeytan ve avenesi tutmuş; türlü hile ve komplolarla insanları aldatıyor, yoldan çıkarıyor. Adaletin sadece adı kalmış, Haccac’ın zulümlerini aşan haksızlıklar yaşanıyor. Bir yanda mazlumiyetler, mağduriyetler, mahkumiyetler hayatı ağırlaştırırken, diğer yanda ihanetler birbirini takip ediyor. Bazı zorbalar saltanat ve debdebelerini sürdürebilmek için öyle korkunç zulümler işliyor ki onların bu hâline bakan şeytan muhtemelen zil takıp oynuyor, sevinç naraları atıyor.

Böyle karanlık bir dönemde asıl ihtiyacımız; geceleri daha çok ihya etmek, Allah’la daha kuvvetli bir irtibat kurmak, O’nun huzurunda ciddi bir kalb uyanıklığıyla durabilmektir. Kocaman çınarların bile mukavemet edemeyip devrildiği şiddetli fırtınalara karşı ayakta kalmak istiyorsak Rabbimizin emirlerine sımsıkı sarılmak zorundayız. Kötülükte kararlı ve ısrarcı zalimler karşısında izzetle yaşamak istiyorsak Cenab-ı Hak’la ihsan şuuru içinde sağlam bir münasebet kurmalıyız. Üzerimize düşmanca ve haince gelen derin yapılara karşı mukavemet göstermek istiyorsak, dinin emirlerinde sürekli derinleşmeye bakmalı, toprağın derinliklerine doğru sürekli kök salmalıyız. Bütün bunlara, eskilerin ifadesiyle, eşedd-i ihtiyaç ile muhtacız. Aksi takdirde ardı ardına gelen şiddetli tsunamiler, Allah muhafaza, bizi de önüne katıp sürükler. Hazan yemiş yapraklar gibi savrulur gideriz.

Cenab-ı Hakk’a müteveccihen atılan her adım, ziyade adımlarla mukabele bulur. Bir yürüyüş, koşma ile mukabele görür. Siz Allah yolunda bir damla emek verirseniz, O (celle celâluhû), niyetinizdeki samimiyete göre on, belki yüz ile karşılık verir. Bu yüzden bizim açımızdan önemli olan ihlastır, samimiyettir, hakta sabit kadem olabilmektir ve yüksek bir mefkûreye kilitlenebilmektir. Cenab-ı Hak bugüne kadar Kendi yolunda yürüyenleri muhafaza buyurduğu gibi bundan sonra da muhafaza buyuracak, bugüne kadar büyük lütuflarda bulunduğu gibi bundan sonra da bulunacaktır. Yeter ki bu hal devam etsin, kıvam korunsun, istikamet kaybedilmesin.

Allah’ın ve Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek isimlerinin dünyanın dört bir yanında şehbal açması istikametinde ortaya konulan gayretlere karşı âdeta bir savaş ilân edildiği, bu yolda yürüyen adanmışların önlerine çok farklı engeller çıkarıldığı böyle zor bir dönemde şekil ve surette kalan bir Müslümanlık bizi ayakta tutmaya yetmez. Allah’la münasebetimizin çok güçlü olması gerekir. Namazınızı, Allah karşısında tir tir titreyerek, huşu ve hudu içinde eda etmeye çalışmalısınız. Taharete, abdeste, tadil-i erkâna ve diğer şartlara dikkat etmeden kıldığınız namazlarınız varsa, “vira bismillah” deyip bunları kaza etmeyi düşünecek kadar kulluğunuzda ciddi olmalısınız. Namazın her bir rüknünü duya duya eda etmelisiniz. Mesela Tahiyyat’ı okurken yani Allah’a karşı tazimat ve tekrimatınızı ifade ederken her cümle kalbinize bir mızrap gibi inip ses çıkarmalı. İçiniz Allah haşyetiyle dolmalı, tavır ve davranışlarınızdan saygı dökülmeli. Allah’ı görüyormuş gibi kulluk yapma ufkunu yakalayamasanız bile, en azından O’nun tarafından görülüyor olma şuuruyla yaşamalısınız. Kullukta sürekli derinleşme peşinde olmalısınız. Gözünüzü hep derinlerdeki mercan adalarına dikmelisiniz. Şayet boğulacaksanız bu derinliklere dalarken boğulmalısınız. Aksi takdirde derinler karşısında ayakta kalamazsınız.

Hatalarımız, günahlarımız olabilir. Kendimizi Allah karşısında derbeder, perişan görebiliriz. Zayıflığımızdan, acizliğimizden yakınabiliriz. Hz. Pîr gibi, “Yâ Rab! Garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvanem, alîlem, âcizem, ihtiyarem, bî-ihtiyarem, el-eman gûyem, afv cûyem, meded hâhem zidergâhet İlahî! / Garibim, kimsesizim, zayıfım, güçsüzüm, imdat derim. Dergâhından affını, yardımını dilerim, ey Allahım!” diyebiliriz. Bu durumda önemli olan; riyasız, gösterişsiz, ucupsuz, fahirsiz bir şekilde Allah’ın kapısına baş koymak, bu kapının tokmağına dokunmak ve beklediğimizi sadece O’ndan beklemektir.

Fırtınaların şiddetli estiği dönemlerde savrulmalar çok olur. Bela ve musibet zamanlarında atf-ı cürüm dikenleri biter. İnsanlar birbirlerini suçlamaya koyulurlar. Suçu başkasına yükleyerek kendileri işin içinden sıyrılmak isterler. Şeytan da bu eğilimi körükler. Kimi yürüdüğü yola kahreder kimi zalimlere şirin görünmek için çizgisini değiştirir kimi de itiraf adı altında iftiralara girer. Böyle kritik dönemlerde bizi bu savrulmalardan koruyacak olan imanımız, izanımız, marifetimizdir ve bu değerlerde sürekli yenileşme ve derinleşmemizdir. Böyle bir derinliğe mazhar olduysak ne pahasına olursa olsun kırmızı çizgilerimizi aşmayız, yolumuzdan dönmeyiz ve çizgimizi değiştirmeyiz. Beşer olmamız itibarıyla aklımıza kötü düşünceler gelse bile irademizle bunları baskı altına alır, vifak ve ittifakımıza zarar verecek adımlar atmayız.

Böyle bir derinlik olmazsa değil şiddetli fırtınalar bazen hafif bir esinti bile çizgimizi değiştirmeye, birliğimizi bozmaya yetebilir. Zalimlerin oluşturduğu kirli hava ruh dünyamızda büyük tahribatlara yol açabilir. Kendimizi dünya işlerine kaptırabilir, dünyalıklar karşısında aldanabiliriz. Sonra ruh dünyamıza uzak kimselerin hesabına konuşur, onların hissiyatına tercüman oluruz. Başkalarının akıntısına kapılarak sahili, limanı, rıhtımı olmayan deryalarda kaybolur gideriz. Ve böyle bir yolda isyan deryasına bir kere yelken açtık mı kolay kolay sahil-i selamete çıkamayız. Zira rotası ve pusulası olmayan geminin gideceği yer eninde sonunda ya kayalara çarparak karaya oturmak ya da doğrudan denizin dibini boylamaktır.

Böyle bir su-i akıbete maruz kalmak istemiyorsak Allah’ın Kitabını, onu şerh eden İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanlarını ve bu iki kudsi kaynağı çok iyi anlayıp hayatlarına hayat kılan selef-i salihinin yolunu adım adım takip ederek Cenab-ı Hakk’a yürümeliyiz. Yolumuzu sarpa uğratacak, bizi Allah’tan uzaklaştıracak olanlara değil, kullukta derinleşmemizi temin edecek mürşitlere el vermeliyiz. Öyle insanlarla oturup kalkmalıyız ki elimizden tutup bizi fikren ve hayalen sahabe-i kiram meclislerinde gezdirsin, kalbî ve ruhî hayatımızı inkişaf ettirsin, bize sahabe gibi yaşamayı öğretsin. Ve biz de imanda, marifette, muhabbette ve kullukta doyma bilmeyen bir iştahla derinleştikçe derinleşelim. Hayatımızı fasılasız bir şekilde O’nun rızasına bağlayıp sürekli O’na yaklaşma vesileleri arayalım. Biz Rabbimize yürüdükçe, O’nun maiyetini ihraz ettikçe, O da varidatını başımızdan aşağı sağanak sağanak yağdırsın ve şeytan ve avenesinin değişik köşe başlarında kurduğu tuzaklardan bizi muhafaza buyursun.

Yoksa sığlıkla, kültür Müslümanlığıyla bu iş olmaz, yürünecek yollar yürünemez, geçilecek vadiler geçilemez, yaşanan felaketler aşılamaz. Bazen televizyondan İslâm dünyasının farklı yerlerinde camilerde namaz kılan insanların hâline bakıyorum; âdeta cansız posterler gibi görünüyorlar. İslâm’ın kalbî ve ruhî hayatının temsil edilmesi gereken mekânlar bile taklide teslim edilmiş. En başta söylediğimizi tekrar hatırlatalım: Bugün en çok ihtiyacımız olan şey, sahabe anlayışıyla dini kavramak ve kullukta derinleşmektir. Birilerinin sünnetleri ihmal etmesine, ruhsat peşinde koşmasına, farzları verip veriştirmesine bakmadan; biz dinin emirlerine yürekten bağlanmalı, azimet yolunu esas almalı ve ölesiye bir gayretle dinimizi yaşamaya çalışmalıyız. Eğer başkalarına hayat üflemek istiyorsak, önce kendimiz Müslümanlığı canlı, derin ve şuurlu yaşamalıyız.

Rabbim bizleri kullukta derinleşenlerden, ihlasa erenlerden, rızasında sabit-kadem olanlardan eylesin. Âmin!