Hazımsızlık ve Kıskançlıklar
Bazı kesimlerin Hizmet gönüllülerine karşı antipati duymalarının önemli sebeplerinden birisi de haset ve kıskançlıktır. Nitekim bir zaman bana üç sayfalık mektup yazan bir zat sanki koskocaman dünyada hizmet yapılacak başka bir alan kalmamış gibi, “Öyle bir alan işgali var ki başkalarına hiç alan bırakılmıyor.” demişti. Hâlbuki insanlığın problemlerine çare bulunacağı ve onlara hak ve hakikatin anlatılacağı dünyada bir sürü yer var. Afrika’ya gidin, Uzak Doğu’ya gidin, Çin’e gidin, Rusya’ya gidin, Amerika’ya gidin. Nereye giderseniz gidin ve siz de zengin kültür dünyanızı onlara taşımaya ve onların da zenginliklerinden istifade etmeye çalışın. Dünyada tohum saçılabilecek ve meyve alınabilecek o kadar çok bakir alan var ki!
Bu yapılmayıp açıktan açığa ortaya konulan hizmetlerden şikâyet edilmesi, sinelerdeki hazımsızlığın ne kadar büyük olduğunun göstergesidir. Demek ki onlar kendi aralarında da bu tür mevzuları konuşuyor ve yapılan hizmetlerden duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlar. Hazımsızlık ise insana küfrün bile yaptırmadığı tahribatı yaptırabilir. Bazı hazımsız kimseler size karşı gösterilen teveccühü kırmak ve tesir alanınızı daraltmak için ellerinden geleni yapar, her türlü yalan, iftira ve karalamaya başvururlar. Hatta sizinle uzaktan yakından hiçbir alâkası olmayan bir kısım suçları bile size mâl etmeye çalışırlar. Sizi devletle karşı karşıya getirmeye ve sanki devlet düşmanıymışsınız gibi göstermeye çalışırlar.
Şimdiye kadar çok defa bu tür gailelerle karşı karşıya kalındığı gibi maalesef şimdilerde de bunlara maruz kalınıyor. İnsanlardaki rekabet duygularını ve kıskançlıkları kırmaya gücümüz yeter mi yetmez mi bilemiyorum. Fakat biz, bize düşeni yapmakla sorumluyuz. O da, oldukça şeffaf hareket etmek, hiç kimsenin gıpta damarını tahrik etmeme adına son derece hassas olmak, dahası hedeflerimizi başkalarının hedefi hâline getirerek yürüdüğümüz yolu onlara da açmaktır. Everest Tepesi’nin üzerine mi çıkmak istiyorsunuz, size haset eden farklı düşünceden insanların da elinden tutarak, “Gelin beraber çıkalım.” deyin. Ayrı-gayrı gütmediğinizi ortaya koyun. Dahası farklı düşüncelere sahip olan insanların size katkısı olabileceğini unutmayın. Meseleyi sadece falana filana bağlamak suretiyle İslâm’ın ortaya koymuş olduğu genişliği daraltmayın. Hedefe ulaşma adına önünüzde duran çok geniş yolları patikaya çevirmeyin. Yoksa takılır yollarda kalır ve varmanız gerekli olan yere varamazsınız.
Özellikle bazı kimselerle Kur’ân ve Sünnet’in muhkemâtı etrafında bir araya gelebiliyorsanız, detay sayılabilecek bir kısım mevzularda ihtilaf ve çatışmalara girmeyin. Herkesin yürüdüğü yola, takip ettiği usule fevkalâde saygılı olun. Saygı, sihirli bir anahtardır. Siz başkalarına karşı saygılı olursanız başkalarında da size karşı saygı hislerini tetiklemiş olursunuz. Başkalarına karşı saygısızca davranırsanız bir yönüyle kendi değerlerinize saygısızca hücum edilmesine sebebiyet vermiş olursunuz. Hatta onlara karşı takdir hislerinizi dile getirin. Bunu da birilerini idare ediyor olma mülâhazasıyla değil inandığınız ve içinizden öyle geldiği için yapın. Sizi çok farklı zamanlarda çok farklı vesilelerle elli defa dinlediklerinde hep aynı sesi duysunlar. İşte bu sizin samimiyetinizi gösterecektir. Çünkü bir şeyi söylemekle onu devam ettirmek ve tabiata mâl etmek ayrı şeylerdir.
Elbette bunu yaparken çok zorlanacağınız yerler olacaktır. Başkalarının yürüdüğü yol sizin anlayış ve fıtratınıza ters gelecektir. Bazen işin içine bencillikler girecek ve hatta bu bencillikler aidiyet mülâhazasıyla daha sağlam ve sarsılmaz hâle gelecektir. Fakat bilmelisiniz ki iradenizin hakkını vererek bu tür zorlukları aşmanız, size nahoş gelen durumlara katlanmanız, hatta icap ettiğinde iki adım geriye çekilmeniz bir taraftan size ibadet sevabı kazandıracak, diğer yandan da muhataplarınıza “Bunlarla yol yürünür, bunlarla aynı sofraya oturulur.” dedirtecektir. Dahası uzun yıllar sizden bir yanlışlık görmeyen insanlar size güvenmeye ve itimat etmeye başlayacaktır.
Çok tekrar edildiği gibi Allah’a giden yollar, mahlûkatın solukları sayısınca çoktur. Bu, fıtratın gereğidir. Eğer ana konularda ittifak etme imkânı varsa teferruatta ihtilafa düşmek cinayettir. Eğer siz en güzel yolu takip edeceğim diye birilerinden kopuyorsanız o zaman büyük bir yanlış içindesiniz demektir. Çünkü Hazreti Üstad’ın ifadesiyle söyleyecek olursak kendisinde ittifak edilen hasen (güzel), ihtilafa düşülen ahsenden (en güzel) daha güzeldir. Bu itibarla vifâk ve ittifaka çok ihtiyaç duyulan günümüzde sinlerdeki haset veya tenâfüs duygularının ele alınarak, yoğrularak makul bir çizgiye çekilmesine ve ihlâs kalıbı içinde ortaya konmasına ciddi ihtiyaç vardır. Yoksa siz ne kadar fedakârlık ve adanmışlık duygusuyla hareket ederseniz edin, bu prensiplere dikkat edilmediği takdirde yol güzergâhı tehlikeye atılmış ve hiç beklenmedik şekilde trafik kazalarının yaşanmasına sebebiyet verilmiş olacaktır. Sonra da iki yıllık bir yolu kat edebilmek için on yılınızı harcamak zorunda kalacaksınız.
Münafıkların Fitne ve Fesatları
Bütün bunların yanında sürekli fitne ve fesat tellallığı yapan münafıkların rollerini de göz ardı etmemek gerekir. Eğer onlar, din ve diyanetinizden, yol ve yönteminizden, büyüme ve inkişafınızdan dolayı size karşı antipati duyuyorlarsa, sürekli sizin aleyhinizde bir kısım entrikalar çevirecek, komplolar hazırlayacaklardır. Bugüne kadar dine karşı tavır alan, ülkemizin genel yapısını bozmak ve onu bir kargaşanın içine çekmek isteyen ve sürekli ülke insanları içerisinde ihtilaf ve iftiraklar çıkaran insanların varlığı hiç eksik olmamıştır. Kötülük düşüncesine kilitlenmiş bu tür insanlar, ülkeye faydası dokunan olumlu her hamle karşısında rahatsızlık duyacak, bunu bozmak ve bulandırmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.
Onlar, bazen yönetimdeki insanların kulağına sizin aleyhinizde uydurdukları bazı şeyleri fısıldayarak, bazen aleyhinizde ürettikleri bir kısım argümanlarla sizi maşerî vicdanda suçlu gibi göstererek, bazen de değişik kesimlerden insanları sizin aleyhinizde kışkırtarak sürekli faaliyetlerde bulunacaklardır. Hatta çıkardıkları bu tür fitnelerle amaçlarına ulaşamazlarsa bu sefer toplumdaki iki farklı kesimi karşı karşıya getirip birbiriyle çatıştırmaya çalışacak; bir kesim diğerini yok ettikten sonra onlar da bunun tepesine bineceklerdir.
Onların bütün bu işleri yapmak için özel olarak kurdukları think-tank kuruluşları ve strateji merkezleri vardır. Oralarda sürekli kendileri gibi düşünmeyen insanların nasıl haklarından gelineceğiyle ilgili plân ve projeler üretirler. Onlar hakkında türlü türlü yalan ve iftiralar uydururlar. Öyle ki bu tür insanların ortaya çıkardıkları fitne ve fesat rüzgârları -daha doğrusu fırtınaları- devletleri bile yıkabilir. Çünkü tamire nispetle tahrip çok daha kolaydır.
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki hizmet aleyhine dile getirilen mevcut iddiaların hepsinin altı boştur. Bunlar tamamen iftira ve karalamalardan ibarettir. Esasında bunların doğru olmadığını bu iftiraları atanların kendileri de biliyorlar. Hele hizmet insanlarına terörist deme ve onları vatan haini gibi gösterme tamamen onlara karşı duyulan kin ve öfkenin eseridir. Çünkü Hizmet hareketi içerisinde bulunan ve dünyanın dört bir yanına sevgi mesajları ile giden insanların arasından bugüne kadar şiddete başvuran ve suça bulaşan hiç kimse çıkmamıştır.
Bırakın şiddeti, terörü, silahı; yanlarında bir çakı bile taşımadıklarını bu iftiraları atanlar da gayet iyi bilmektedirler. Sevgiye kilitlenmiş olan bu insanlar bilerek bir karıncaya basmazlar. Bunca tahrik ve baskıya rağmen hizmet insanlarının bugüne kadar çizgilerini korumuş olması ve hiçbir şekilde sokağa dökülmemesi de onların masumiyeti adına yeterli bir delildir. Ve yine neredeyse yarım asırdır ortada olan ve farklı alanlarda faaliyet gösteren Hizmet gönüllüleri, değişik gizli servisler tarafından takip edilmesine rağmen bugüne kadar onlar aleyhinde tespit edilmiş herhangi bir suça rastlanmamıştır. Bunun için de dünyanın birçok ülkesinde Hizmet gönüllüleri tarafından kurulan müesseselerin bugüne kadar faaliyet göstermesine izin verilmiştir.
Fakat bütün bunlara rağmen, zikrettiğimiz/zikretmediğimiz muhtelif sebeplerden dolayı Hizmet gönüllülerine düşmanlık yapan bazı kesimler, bir kısım uydurma deliller üretiyor, “bitirme plânları” hazırlıyor ve tatbikata koyuyorlar. Milletin geleceğine, ülkenin menfaatine, dinin esaslarına, cumhuriyet ve demokrasinin gereklerine ve dünya huzurunun sağlanmasına ters hiçbir faaliyeti olmayan, bilakis bunları sağlamak için çalışan, bunları destekleme ve geliştirmeyi hayatına gaye edinen hizmet erlerinin yaptıkları faaliyetleri bitirmek için olanı çok farklı gösterme gayreti içindeler. Bu yüzden bize düşen en önemli vazife, tekrar tekrar bunların anlatılmasıdır.
Yola Devam
Başkaları kötülük adına her ne yaparsa yapsınlar, bunlar, -Akif’in ifadesiyle- Allah’a inanmış, hikmete râm olmuş, sa’ye sarılmış ve bu sayede gerçek yolunu bulmuş insanları tereddüde sevk etmemeli, şaşırtmamalı ve duraksamalarına yol açmamalıdır. Gerek milletimiz gerekse dünya insanlığı adına güzel neticeler vaat edecek bir yolda yüründüğüne inanılıyor, yolun her menzilinde durup bir kere daha genel kıstaslar ve evrensel değerler açısından bulunulan yerin doğru olup olmadığı test ediliyor ve yanlış bir şey yapılmadığı görülüyorsa, sağdan soldan gelen lakırdılara kulak asılmaması ve paniğe girilmemesi gerekir.
Nitekim Hz. Nuh taşlanmış, Hz. Hûd tehdit ve tazyiklere maruz kalmış, Hz. Salih ölümle tehdit edilmiş, Hz. Musa vatanını terk etmek zorunda bırakılmış, Hz. Mesih çarmıha gerilmek istenmiş, Hz. Zekeriya testere ile biçilmiş ve daha nice peygamber nice zulüm ve baskıya maruz kalmıştır. Fakat onlardan hiçbirisi yürüdüğü yoldan geriye dönmemiştir. Allah’ın en şerefli kulları, kendilerini çekemeyen ve dine karşı düşmanlık yapan zalim ve mütecavizler tarafından akla hayale gelmedik eziyetlere maruz bırakılmışsa, onların yolunu takip eden kutluların bundan kurtulmaları mümkün değildir.
Zira bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: يُبْتَلَى الرَّجُلُ عَلَى قَدْرِ دِينِهِ فَمَنْ ثَخُنَ دِينُهُ ثَخُنَ بَلَاؤُهُ وَمَنْ ضَعُفَ دِينُهُ ضَعُفَ بَلَاؤُهُ “Herkes dinî yaşantısının kadrine kıymetine göre belalara maruz kalır. Dini güçlü olanın maruz kaldığı bela da güçlü; dini zayıf olanın maruz kaldığı bela da zayıf olur.” (Hâkim, el-Müstedrek 1/99)
Bu açıdan insanlığın geleceğini ihya etme vasıtasıyla Allah’ın rızasına ulaşmayı hedefleyen adanmışlar, yolun herhangi bir yerinde ölüm çukurlarına da atılsalar neticede kazanmış sayılırlar. Bu açıdan onlar, yürüdükleri yolun bir yerinde kaldırılıp dünyadan ukbâya atılmalarına değil, asıl kendilerine bu zulümleri yapan insanların ahiretlerini mahvetmelerine üzülmelidirler. Abdullah İbn Zübeyr, Haccâc tarafından asıldığında onun annesi Esma Validemiz, Haccâc’ın karşısına çıkar ve sarsıcı bir konuşma yapar. Söylediği sözlerden birisi de şudur: “Haccâc! Sen oğlumun dünyasını mahvettin ama o senin ahiretini mahvetti.” İşte bizi üzen de bu olmalıdır.
Ayrıca siz ne kadar hoşgörü ve sevgi derseniz deyin, şeytanın kapıkulları olan ve onun yönlendirmesiyle hareket eden bazı kimselerin size düşmanlıktan vazgeçmeyeceğini de görmezlikten gelmemeli, temkin ve teyakkuzla yolunuza devam etmelisiniz. Allah size lütuflarda bulundukça Allah ve peygamber düşmanlarının bu mevzuda rahatsız olacağını ve tertemiz hizmetleri kirletme istikametinde bir kısım komplolar çevireceğini hiçbir zaman kulak ardı etmemelisiniz. Aslında hizmet adına yapılan işlere bakıldığında Allah katından kovulmuş olan şeytandan başkasının bunlardan rahatsız olması mümkün değildir. Ne var ki şeytanın da çok temsilcileri vardır. Bunlar her zaman kötülük yapabilirler. Bu açıdan yılmadan ve paniklemeden yola devam etmenin yanı başında fevkalâde basiretli davranmalı, tedbir ve temkinle hareket etmelisiniz.
Bu kadar geniş bir dairede bu işlerin ferdî mülâhazalarla halledilmesi mümkün olmadığı için de mutlaka meselelerinizi istişareye ve kolektif şuura bağlı olarak götürmek zorundasınız. Haybet ve hüsran yaşamak istemiyorsanız en küçük meselelerinizi bile meşverete sunmalı ve oradan çıkan kararlara bağlı kalmalısınız.
Muhasebe
Son olarak hemen her zaman tekrar ettiğimiz bir hususu bir kere daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Üstad Hazretleri bir yerde ehl-i dünyanın kendisine saldırmasının sebebi olarak, içinden geçen ve kendince doğru bulmadığı duyguları gösteriyor. Bizim de mutlaka bu konuda nefsimizi muhasebeye tâbi tutmamız gerekir. Allah rızasına kilitlendiğimizi ve onun en büyük vesilesi olan i’lâ-i kelimetullah gibi çok yüce bir gayeye bağlandığımızı söylüyoruz. Acaba baştaki bu duygu ve düşünceyi sürekli olarak hayatımızın her ânında koruyabiliyor muyuz? Acaba aklımızın köşesinden azıcık dahi olsa dünyanın nimetlerinden faydalanma ve dünyada rahat etme mülâhazaları geçiyor mu? Acaba gelecek adına bir kısım beklentilere girmek suretiyle şe’n-i Rubûbiyetin gereğine karışıyor muyuz? Acaba yapılan hizmetlerin genişliğine bakarak ve bunları bir güç kaynağı gibi görerek dayanılıp güvenilmesi gereken asıl güç kaynağını, yani Zât-ı Ulûhiyet’in havl ve kuvvetini unutuyor muyuz?
Soruları artırmak mümkündür. Siz bunların daha ötesini de düşünebilir ve kendinizi bu zaviyeden sorgulayabilirsiniz. Çünkü bir şeyi ifade etme başkadır, öyle olma başka. Eğer bu konularda herhangi bir eksik ve hatanız varsa tokat yiyebilirsiniz. Dolayısıyla yapmanız gereken şey, günah işlemiş gibi bir an önce Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ederek tevbe ve istiğfarda bulunmaktır. Hiçbirimiz müzekkâ (arınmış, tertemiz) olmadığımıza göre duygu ve düşüncelerimizin her zaman temiz kaldığını iddia edemeyiz. Tıpkı değirmen taşları arasından çıkan ve ambara dökülen unun bir kısmının dışarı gitmesi gibi bizim düşüncelerimizin bir kısmı da istemediğimiz yerlere akabilir. Şeytan da bu boşluğumuzdan istifade ederek bir kısım insanları aleyhimize sevk edebilir. Bu aynı zamanda Allah’ın bize verdiği bir cezadır.
Bu itibarla, Allah’la münasebetimizde hiçbir boşluk kalmamasına çok dikkat etmeliyiz. Sık sık kıvamımızı koruyup koruyamadığımızı kontrol etmeli ve eğer varsa bir kısım eksik ve gediklerimiz bir an önce onları tamir etmeliyiz. Eğer biz, bize düşeni yapar ve O’nunla irtibatımızı güçlü tutarsak, O da bizi düşmanların her türlü saldırı ve zulmünden muhafaza edecektir. Eğer biz nefis ve şeytanımızın belini kırabilirsek aleyhimizde olan kişilerin düşüncelerinin de beli kırılacaktır. Çünkü birilerini aleyhimizde kışkırtan onlardır. Kısacası biz, bir iç deformasyona maruz kalmadığımız sürece Allah da nimetlerini devam ettirecektir.