Gönüllerin anahtarı yumuşak huy ve yumuşak beyandır. Sertlikle, huşûnetle, baskıyla gönüllere giremezsiniz. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) gönüllere otağını kurduysa bunu yumuşaklığı, inceliği, zarafet ve nezaketiyle yapmıştır. Buna bağlı olarak denilebilir ki en insanca davranış, insan-ı kâmil olan Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın tavır ve davranışlarıdır. Ona Mekke’de on üç sene boyunca kan kusturdular. Kâbe’nin karşısında Rabbine karşı ubudiyetini arz ederken başına deve işkembesi koydular. Ukbe İbn-i Ebi Muayt gibi melunlar gırtlağını sıkıp O’nu öldürmek istediler. O’nun çektiği sıkıntılar Everest tepesine yüklenseydi, dünyanın en yüksek dağı Lût gölüne dönerdi. Bütün bunlara rağmen O asla üslubunu bozmadı, kimseye elini kaldırmadı.
Yıllar sonra muzaffer bir komutan olarak Mekke’ye girdiğinde de kin düşünen, kin konuşan, ağzından hep kin salyaları akıtan, kinle oturup kalkan insanları bir çırpıda affediverdi. Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, “Bugün size ayıplama, kınama yoktur. Gidin, hepiniz serbestsiniz.” dedi. Yıllarca kendisine her türlü eza ve cefayı reva gören Mekke müşriklerine karşı onların yaptığının aynıyla mukabelede bulunmadı, öç alma yoluna gitmedi. O güne kadar Müslümanlara yapmadık kötülük bırakmamış İslâm’ın azılı düşmanları, O’nun bu incelerden ince tavırları, nezaketli beyanları karşısında mest oldu, “Vallahi doğru olan O’nun yoluymuş!” dediler. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o güne kadar kendisine karşı her türlü düşmanlığı irtikâp etmiş kimselerin bile gönüllerine girdi. İşte insan-ı kâmilin yürüdüğü yol, gösterdiği ufuk bu idi.
Bir gün size insafsızca davranan, cevreden, ezdiklerini ezen, ezemediklerinin içine de korku salan zalimler yaptıklarına pişmanlık duyup karşınıza çıktıkları zaman sizin mukabeleniz de bu olmalıdır. Zalimlere zalim gibi değil, kendiniz gibi davranmalısınız. Hukuk önünde yaptıklarının hesabını verme ve hak ettikleri cezayı alma dışında bir beklentiye girmemeli, intikam hisleri ile hareket etmemelisiniz. Zalimler bugüne kadar değişmemiz, radikalleşmemiz, sertleşmemiz için ellerinden geleni yaptılar. Ama Allah’a binlerce şükürler olsun ki onca baskı ve zulme rağmen yolumuzu ve yönümüzü değiştirmedik. Değil bir silah namlusunun ucunu göstermek, kimseye karşı yumruk bile sallamadık. Onlar her tür basitliği, bayağılığı yapsalar da adanmışlar kadrosunun fertleri asla mukabele-i bi’l-misil kaide-i zalimanesine başvurmadılar. İnşallah aynı duruşlarını bundan sonra da devam ettireceklerdir.
Cahiliye şairlerinden biri olan Züheyr b. Ebî Sülmâ bir şiirinde şu ifadeleri kullanır:
وَمَهْمَا تَكُنْ عِندَ امْرِئٍ مِنْ خَلِيقَةٍ وَإِنْ خَالَهَا تَخْفَى عَلَى النَّاسِ تُعْلَمِ
“Herhangi bir kimsenin gizli bir huyu varsa, varsın o huyunun gizli kalacağını zannededursun, o er-geç ortaya çıkar ve bilinir.”
Günümüzde baskı ve zulümle kendi güçlerini herkese kabul ettirmeye çalışan, anneyle evlâdının arasını ayıran, aileleri bölüp parçalayan, kendi düzenleri için tehdit gördükleri kimseleri ezmeye, yok etmeye çalışan zalimlerin huyu, karakteri buymuş. Bu tür kötülükleri yapan kimselerin dinî kimlik ve aidiyetleri her ne olursa olsun, yaptıkları fiillerin birer küfür sıfatı olduğunda şüphe yoktur.
Şunu unutmamak gerekir ki kuvvet haktadır, bugün olmasa da o mutlaka bir gün üstün gelecektir. Birilerinin başına basa basa, birilerini eze eze yükselmeye çalışanlar bugün olmasa da günün birinde mutlaka müstehaklarını bulacaklardır. Hayatlarını zevk ü safa içinde geçirebilme adına başkalarının hayatlarını zindana çevirenler, akıbetlerinden ne kadar endişe etseler azdır. Bu dünyada zindanlara tıktıkları insanlara bedel ebedî bir zindan kendilerini bekliyor! Ahiretteki hesap çok çetin! Orada bir karıncayı ezmenin bile hesabı sorulacaktır. Çoluk çocuk demeden, kadın erkek tefrik etmeden on binlerce masum insana hayatı dar edenler sadece “müminim” demekle kurtulacaklarını zannediyorlarsa büyük bir yanılgı içindeler demektir. Onların bütün bu şenaat ve denaetleri Müslümanlık adına yaptıklarını iddia etmeleri de kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir.
Mazlumlar neye mazhar olduklarının yeterince farkında olmadıkları gibi zalimler de neye maruz kaldıklarının, düz yolda yürürken nasıl sürüm sürüm hâle geldiklerinin farkında değiller. Hile ve hud’alarla elde ettikleri imkânlar bir gün umulmadık şekilde ellerinden kaçacak diye makyavelist mülâhazalarla hareket ediyor, hedefe ulaşmak için her tür gayr-i meşru vesileyi meşru sayıyor, şeytanın kendilerine gösterdiği bütün argümanları kullanıyorlar. Selef-i salihinin icma ve içtihatlarıyla tespit ve tahkim ettikleri yolda yürüme varken, şeytan ve nefis yolunda yürüyorlar. Ellerindeki imkân ve fırsatları pozitif istikamette değerlendirme yerine fesat yolunda kullanıyor ve böylece kazanma kuşağında kayıp üstüne kayıp yaşıyorlar.
Şunu bir kere daha hatırlatmak gerekir ki herkes kendi karakterine yakışanı yapar. Güçlünün haklı olduğunu zanneden nâdânlar, sizi insanca yaşamaktan mahrum bırakabilir, zindanlara atabilir, aileleri parçalayabilirler. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, bizler hep hakkın, adaletin yanında olmalı, haksızlığa karşı değil yumruk sallamak, ses tonumuzu bile değiştirmemeliyiz. Birileri diş gösterse, salya akıtsa, sağa sola tekme sallasa da bizler sabretmesini ve irademizin hakkını vermesini bilmeli, bu tür alçaklıklara tenezzül etmemeli, insanca davranmaktan taviz vermemeliyiz. Birilerinin her tür fesat ve bozgunculuğu rahatça yapıp üstelik bir de bunları meşru göstermeye çalışmasına mukabil bizler ıslah yolundan ayrılmamalıyız. Tuzak kuranların tuzaklarına, hainlerin insanı insanlığından utandıran ihanetlerine, münafıkların türlü türlü ayak oyunlarına, zalimlerin Arş’ı titreten zulümlerine, müfsitlerin gözümüzün içine baka baka yaptıkları ifsatlarına rağmen durduğumuz yerde dosdoğru durmasını bilmeliyiz. Yani birilerinin fesada verdikleri şeyleri derleyip toparlayıp yeniden yoluna koymaya, dejenere edilen değerleri yeniden hüviyet-i asliyesine irca etmeye devam etmeliyiz.
Bugüne kadar hangi güfteleri yazmış, onlara uygun ne tür besteler yapmışsak bundan sonra da sesimizi soluğumuzu benzer güfte ve bestelerle insanlığa duyurmaya çalışmalı; tavır ve davranış değişikliğine gitmemeliyiz. Zalimlere, gaddarlara ve münafıklara ille de bir şey demeniz gerekiyorsa şöyle diyebilirsiniz: “Allah’ım, murad-ı Sübhanin onları hidayet etmek, zulüm atmosferinden sıyrılmaları istikametinde ise bir an evvel onları hakka, hakikate, istikamete, muhabbete, adalete, izan ve insaf duygusuna hidayet buyur. Yok, eğer murad-ı Sübhanin bu değilse, onları Sana havale ediyoruz. Sen ki âlemlerin Rabbisin, bizim de Rabbimizsin.” Biz ne ölçüde, hangi derinlikte bir adalet düşüncesine sahip olursak olalım, bunu Cenab-ı Hakk’ın adaletiyle mukayese ettiğimiz zaman bizimki deryada damla bile olamaz. Aynı hususu şefkat, merhamet, refet için de düşünebiliriz. O hâlde niye meseleyi asıl sahibine bırakıp doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam etmiyoruz ki!
Hâlihazırdaki tablonun karanlığına aldanmamak ve demagojiyle yığınları arkalarından sürükleyenlerin hâline bakıp inkisara düşmemek lazım. Karanlığın arkasında şeytan vardır. Şeytan onu kullanarak hem ortalığı hem de gönülleri karartmaya çalışır. Fakat bugüne kadar karanlık Allah’ın izniyle ışığa hep yenik düşmüştür. İnşallah yine bir gün bütün zulmetler dağılacak, ışık ocaklarını söndürmek isteyen zalimler tek tek toprağa gömülecek, üç asırdan beridir ölmüş gönüller bir bir dirilecektir. Hizmet-i imaniye davasının arkasında Allah’ın sınırsız kudreti, iradesi ve meşieti varsa bütün engelleme çabaları akametle sonuçlanacaktır. Sözümüzü şu mısralarla noktalayalım:
Hazan kış güftesiyle gelir, bestesi bahar,
Karın-buzun bağrında mayalanır çemenzar!
Mevsim gelince bir bakarsın nevbahâr olur;
“Gül açar, bülbül öter” her yer lâlezâr olur.
