İçindekiler
Soru: Hizmet yolunda karşılaştığımız engeller moral ve motivasyonumuzu bozabiliyor. Bunlar karşısında sarsılmadan yolumuza devam edebilmemiz için ne tavsiye edersiniz?
Cevap: Allah yolunda koşturan herkes, karşısına çıkması muhtemel zorluk ve sıkıntılara karşı zihnî bir hazırlık içinde olmalıdır. Bu yolda işler her zaman umduğumuz gibi gitmeyebilir. İstek ve arzularımız gerçekleşmeyebilir. Gelecek adına yaptığımız plan ve projelerimiz bir yerden sonra yürümeyip akim kalabilir. Bu arada hiç beklemediğimiz sıkıntılarla karşı karşıya kalabiliriz; hiç ummadığımız kişilerin vefasızlık ve ihanetine uğrayabiliriz. Hazreti Bediüzzaman’ın dediği gibi, umur-u hayriyenin muzır manileri çok olur ve şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşırlar. İnsî ve cinnî şeytanlar gelir onlara musallat olur, onları hiç rahat bırakmazlar. Enbiya-yı izâmı da evliya-i fihâmı da rahat bırakmadıkları gibi. Nitekim hadis diye rivayet edilen, hadis olmasa bile manası âyet ve hadislerle desteklenen bir sözde, عَلَى كُلِّ خَيْرٍ مَانِعٌ “Her hayrın bir manisi olur.” (Keşfü’l-hafa, 2/89) denir. İnsanoğlunun her hayırlı teşebbüsünde yoluna şeytan çıkar, değişik oyun ve tuzaklarla ona engel olmaya çalışır. (Bkz., Nesâî, cihad 19)
Allah, Kendi yolunda yürüyen kullarına her zaman inayet etmiş, onları sıyanet buyurmuştur. Fakat inayet ve sıyanet altında olmamız, hiç belâ ve musibetlere maruz kalmayacağımız anlamına gelmez. İmtihan dünyasındayız ve bu yüzden zaman zaman bazı zorluklarla imtihan olacağız. Kur’ân-ı Kerim’in değişik âyetlerinde ifade edildiği gibi Allah’ın dinini yaşama ve yaşatma yolunda olanların başlarına bazı felaketler gelecektir. Bu kutsi yola girmiş olanlar bazı kayıp ve mahrumiyetler yaşayacaklardır. Bizler de bazen malımızdan bazen canımızdan eksiltilerek imtihan olacağız. Bu ağır imtihanlar karşısında dişimizi sıkıp sabredebilirsek kazançlı çıkacağız. Bu dünyada kaybettiklerimizin kat be kat fazlasını elde edeceğiz.
“Neye ‘Evet’ Dediğinizi Biliyor musunuz?”
Daha yolun başındayken, karşılaşılması muhtemel bu kabil zorluklara hazırlıklı olmak çok önemlidir. Yürüdüğü yolda zaman zaman sarp yokuşlar tırmanacağını, zirveler aşacağını, derin çukurlar geçeceğini baştan hesap eden insan, hazırlığını da ona göre yapar. İsterseniz buna ‘iç donanım’ diyebilirsiniz. Bununla insanın iç dünyası itibarıyla güçlenmesini, kalbî ve ruhî hayatı itibarıyla gerekli olan mukavemeti kazanmasını kastediyoruz. Baştan böyle bir kıvam elde edilirse dışarıdan gelen saldırılar karşısında sarsıntı yaşanmaz. Ne var ki insan nasıl çetin ve çetrefilli bir yolda yürüdüğünü baştan hesaba katmazsa karşılaştığı sürprizler karşısında şaşırabilir, başı dönebilir, bakışı bulanabilir.
İsterseniz Kur’ân-ı Kerim’in şu beyanlarına kulak verelim: اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِ اَلَا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَريبٌ “Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara maruz kaldılar, öyle şiddetle sarsıldılar ki, peygamber ile yanındaki müminler bile ‘Allah’ın vaat ettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara sûresi, 2/214) Kur’ân-ı Kerim böyle tembihte bulunduğuna göre bizim de bu tembih karşısında tenebbüh etmemiz, yani uyanık olmamız, aklımızı başımıza almamız ve kendimize gelmemiz gerekir.
Burada Abbas ibn-i Ubade’nin Akabe’de Peygamber Efendimiz’e (sallallahu eleyhi ve sellem) biat eden Ensar’a hitaben söylediği, “Neye ‘Evet’ dediğinizi biliyor musunuz?” sözü de hatırlanabilir. İnsanlar kitle psikolojisiyle hareket edebilir, ilelmerkez bir akıntıya kapılabilir ve hissî olarak bir şeye takılıp gidebilirler. Bu güzel bir şeydir. Fakat mesele burada bırakılmamalıdır. İlk planda bu insanlara yürüdükleri yolun hususiyetlerinin anlatılması, nereye gittiklerinin bildirilmesi gerekir. Bu yolun kendine göre bir kısım zevkleri, neşeleri olduğu gibi, acıları ve zorlukları da vardır. İşte bir basiret ve firaset insanı olan Abbas ibn-i Ubâde de bunu hatırlatıyordu. Önlerinde sıkıntılı ve zor günler olabileceğini ima ederek onları buna hazırlıyordu. Aynı şekilde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de yeni Müslüman olanlardan biat alırken, menşet (her şeyin yolunda gittiği huzurlu ve rahat zamanlarda) ve mekreh’te (zorlu zamanlarda, sıkıntılı süreçlerde) kendisine itaat edeceklerine dair söz istiyordu.
Buradan hareketle, Allah yolunda hizmet eden herkesin mutlaka ağır imtihanlar yaşamak zorunda olduğu anlaşılmamalıdır. Cenab-ı Hak bazen aczimize, zaafımıza, fakrımıza, tutarsızlıklarımıza merhamet buyurarak bizi bu türlü ağır şeylerle imtihan etmeyebilir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri de bir yerde bu durumu şöyle ifade eder: “Her şeye gücü yeten Allah bir dakikada kara bulutlarla dolmuş gökyüzünü süpürüp temizleyerek semanın berrak yüzünde ışık saçan Güneş’i gösterdiği gibi bu zifiri karanlık bulutları da ortadan kaldırıp dinin sarsılmaz hakikatlerini Güneş gibi gösterir ve bunu kolay ve zahmetsiz şekilde lütfedebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki bize pahalı satmasın.” (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 131) Fakat biz hazırlığımızı buna göre yapamayız. Kendimizi kışa göre hazırlar, tedbirimizi ona göre alırız, bahar gelirse de bunu cana minnet biliriz.
Şirket-i Maneviyenin Üyelerine Düşen Sorumluluk
İkinci olarak, iman ve Kur’ân hizmetine gönül veren kimseler deyim yerindeyse manevi bir şirket kurmuş sayılırlar. Bu şirket-i maneviyenin her bir üyesinin diğerlerine destek vermesi, yardımcı olması gerekir. Onlardan bazıları bir sıkıntıya maruz kaldığında diğerlerinin onları tutup kaldırmaları, kalbî ve ruhî mukavemetlerini artırma adına gereken desteği vermeleri gerekir. Harici baskı ve zulümlerin üstesinden gelebilmek, sürpriz hâdiselerin şokunu atlatabilmek için hepimizin böyle bir desteğe ihtiyacı vardır.
Özellikle mukavemet sistemi zayıf olan, tazyikler karşısında kolay sarsılan insanların manen takviye edilmeleri çok önemlidir. Bu durumdaki insanlar yalnız bırakılmamalı, onlara sahip çıkılmalıdır. Zor şartlar altında yaşayan, mesela hapse düşen bir kardeşimizin ziyaret edilmesi, hâlinin hatırının sorulması, ihtiyacının giderilmesi o kişi için büyük bir moral kaynağı olacak, onun kuvve-i maneviyesini takviye edecektir. Şunu unutmamak gerekir ki bir davaya omuz vermiş insanlardan birisi bir yara aldığında veya incindiğinde bu durum umum heyete de raci olacak, orada da bir kısım çatlama ve kırılmalara yol açabilecektir. Bu açıdan bir arkadaşın başına bir gaile geldiğinde, Cenab-ı Hakk’ın bize ihsan ettiği imkânları seferber etmek suretiyle bir şekilde onun problemini çözmeye bakmalıyız.
Evet, herkesin başına farklı bir kısım bela ve musibetler gelebilir. Bazıları kendi başlarına iç mukavemetleri ile bunları aşabilirler. Fakat herkesin immün sistemi aynı oranda güçlü olmadığı için bazıları maruz kaldığı virüslere, mikroplara karşı direnç gösteremeyebilir. Onun dış takviyeye ihtiyacı vardır. Böyle durumlarda kimseyi maruz kaldığı sıkıntılarla baş başa bırakmamak, kimseye yalnızlık ve çaresizlik hissi yaşatmamak şirket-i maneviyenin üyelerine düşen büyük bir sorumluluktur. Kubbedeki taşlar gibi hepimiz baş başa verirsek sarsılmadan ayakta kalırız. Aksi durumda yollarda dökülüp dağılırız.
Musibeti İkileştirmeyelim
Burada üzerinde durulması gerekli olan diğer bir konu da şudur: İmtihan zamanlarında özellikle zayıf karakterli insanlar kaderi tenkit edebilir, hükm-ü kazaya boyun eğmeyebilir, Cenab-ı Hakk’ın hakkımızdaki takdirlerini sorgulamaya kalkışabilirler. Böylece, لاَ يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ “Allah’a yaptığı şeyden dolayı soru sorulmaz, onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiyâ sûresi, 21/23) âyetine muhalif hareket etmiş olurlar. İkinci olarak da bu tür zamanlarda insanlar ortaya çıkan problemlerle ilgili olarak dışarıda suçlu aramaya başlar, birbirlerine atf-ı cürümde bulunur ve nihayet hem arkadaşlarının morallerini hem de vahdet-i ruhiyeyi bozarlar. Bununla da yaşanan musibeti ikileştirmiş olurlar.
Bizler elbette yaşadığımız olumsuzluklar karşısında kendimizi derin bir muhasebeye çekmek suretiyle geçmişte yaptığımız hatalardan ders çıkarmalı ve gelecekte aynı hataları tekrar etmemeliyiz. Gelecekte benzer problemlerin yaşanmaması için geçmişten ibret almalı ve daha temkinli davranmalıyız. Başımıza gelen gaileleri, görünür sebepleri açısından tetkik etmeli ve benzer şeylerin yaşanmaması için tedbirler almalıyız. Faaliyetlerimizi, plan ve programlarımızı bir kere daha gözden geçirmeli, güzergâh emniyetini sağlama adına yeni çareler bulmalıyız. Ama bütün bunları kaderi tenkit etmeden, birbirimizi suçlamadan, arkadaşlarımızı kırmadan kınamadan, yumuşaklıkla ve mülayemetle yapmalıyız.
Aksi takdirde arkadaşların gönlünü kırmış, onları suçluluk psikolojisine itmiş, nefsi müdafaaya sevk etmiş oluruz. Tenkit ve suçlamalarımızla aramızda niza ve şikaka (çekişme ve ayrılıklara) sebebiyet veririz. Bütün bunlar da zamanla bir küskünler ve gayr-i memnunlar kadrosunun oluşmasına ve aleyhimizde faaliyet göstermesine yol açabilir. Böylece farkına varmadan hem kendi hukukumuza hem de Allah’ın hukukuna tecavüz etmiş oluruz. Bir problemi halledeyim derken kendi elimizle kendi başımıza daha büyük bir problem açar, sonra da onun karşısında eziliriz. Dolayısıyla bu tür meselelerin ne aceleciliğe ne de şiddet ve hiddete tahammülü yoktur.
Allah inayetini üzerimizden eksik etmesin, bizleri hizmet-i imâniye ve Kur’âniye’de sabitkadem eylesin!
