Din İstismarına Karşı Hizmet Erlerinin Tutumu

Din, tarihin hiçbir döneminde günümüzde olduğu ölçüde siyasi ve dünyevî emeller uğruna istismar edilmemiştir. Maalesef günümüzün zalimleri dinî değerleri bazen dünyevi hedeflerine ulaşabilmek için bir malzeme bazen de arkada bıraktıkları pisliklerini ortadan kaldırabilmek için bir süpürge olarak kullanıyorlar. Öyle meşum ve melun bir dönemde yaşıyoruz ki dinî değerleri suiistimal ettikleri hâlde dinden nasipsiz bir kısım zorbalar, türlü türlü yalanlar söylüyor, akla hayale gelmedik iftiralar atıyor, kitleleri aldatıyor, düşman gördükleri kimselerin malını mülkünü gasp ediyor, masumlara zulmediyor, sonra da bütün bu şenaat ve denaetlerine dinden kılıf buluyorlar. Bir taraftan dine aykırı her tür haramı irtikâp ediyor, dinî değerleri hiçe sayıyor ama diğer yandan, dinî argümanları öyle istismar ediyorlar ki halka kendilerini koyu dindar, kurtarıcı, mehdi gibi gösteriyorlar. Asıl hedeflerinde dünya saltanatı, dünyanın şatafat ve debdebesi olduğu aşikâr olan bu nasipsizler yalan ve tezviratla insanları öyle manipüle ediyorlar ki halk onları dinin hâmisi, halkın hizmetkârı zannediyor.

Fakat bu arada pek çok insan, söylenen sözlerle ortaya konulan davranışlar arasındaki farkı görüyor, dindar geçinen insanların dinin ne kadar uzağına düştüklerini fark ediyor, her tür hırsızlık ve yolsuzluğa dinden kılıf bulunduğuna şahit oluyor ve neticede dindarlardan da dinden de soğumaya başlıyor. Ayrıca, dindar olarak tanınan yöneticilerin rüşvet alması, hırsızlık ve yolsuzluk yapması halka da tesir ediyor. Devletin zirvesinde başlayan yozlaşma zamanla tabana da sirayet ediyor. Yani balık baştan kokuyor. Neticede helâl-haram hassasiyeti kayboluyor, ahlâk-ı âliye-yi İslâmiye bozuluyor ve çarpık bir dindarlık anlayışı oluşuyor. Dolayısıyla tarihte pek çok örneği görüldüğü gibi günümüzde de dine en büyük zararı Müslümanlığı kimseye bırakmayanlar veriyor. Onlar yüzünden niceleri Allah’tan, peygamberden kopuyor, dinden uzaklaşıyor. Bu tür kimseler yerine göre dine zarar vermek isteyen kefere ve fecereden daha tehlikeli, daha tahripkâr olabiliyorlar.

Bir dönemde insanlığın kaderine hâkim olan, dünyada muvazene unsuru hâline gelen, adalet ve hakkaniyetiyle herkesi gözünün içine baktıran bir milletin evlâtlarının günümüzdeki perişan vaziyetine bakıp da inlememek mümkün değil. Mübarek bir ülkeyi kırk haramilerin ülkesi yaptılar. Tarihi ibret levhalarıyla, güzellik meşherleriyle dolu bir ülkeyi problemler sarmalı hâline getirdiler. Belli bir dönemde şefkatiyle, merhametiyle, adaletiyle, insanlığıyla herkesi imrendiren, âdeta ütopyalarda resmedilen bir dünya kuran insanları mefluç ettiler. Bir zamanlar herkesin imrendiği, himayesine girdiği, bağrına koştuğu bir milletin dırahşan çehresini kirlettiler.

Olup biten hâdiselere bakacak olursanız şu gerçekle karşılaşırsınız: Ne insana saygı kalmış ne de hak ve hakikate. Adalet anlayışı yerle bir edilmiş. Re’fet ve şefkat duyguları sönmüş. Helal haram düşüncesi birbirine karışmış. Dünyanın şatafat ve debdebesi uhrevî güzelliklere tercih edilmiş.

Öyle ifritten bir dönem ki şeytanî mülâhazalarla insanlar fişleniyor, konumlarından azlediliyor, işleri ellerinden alınıyor. Kur’ân’a hizmet eden insanların üzerine Hitler’in SS’leri gibi SS’ler salınıyor. Militan gibi hareket eden polisler, masum insanların kapılarını, pencerelerini kırıyor, onları derdest edip zindanlara atıyor. Eşkıyanın bile yapmadığı kötülükleri yapıyor. Ne Hak’tan korkuyorlar ne de halktan utanıyorlar. Kitaplarında helâl-haram mülâhazası, mizan, terazi, haşr u neşr gibi şeyler yok; ezme, yok etme, tasallut, tagallüp, tahakküm gibi şeyler var.

Kafalar o kadar dönmüş, düşünceler o kadar bulanmış, gönüller o kadar haydutlaşmış ki mağdur birine yapılan küçük bir maddî yardım bile şekavet işi gibi algılanıyor. Kalbler öyle katılaşmış ki bir türlü kine nefrete doymuyorlar. Yaptıkları kötülüklerle milyonlarca insana aynı anda acı çektiriyorlar. Din, diyanet diyen Müslümanlık iddiasında bulunan insanlar Ebu Cehil’in, Utbe’nin, Şeybe’nin, Velid’in şeytanlığını irtikâp ediyorlar. Zerre kadar vicdan taşıyan insanın, işlenen bunca vahşet ve mezalim karşısında kalbi durur!

Yemek istediklerini yemek, yok etmek istediklerini yok etmek için şeytanın aklına gelmeyecek bahaneler buluyor, en profesyonel senaristleri bile şaşırtacak senaryoları sahneye sürüyorlar. Fakat bütün bu şenaatleri yaparken Haccac-ı Zalimler kendilerini Ömer gibi gösteriyor, Yezidler Ebu Bekirlik iddiasında bulunuyor. Şekil ve suret değiştirerek zulümleri devam etse de bir şekilde bu zulümlerine dinî bahaneler bulmaktan, onları meşru göstermekten de geri durmuyorlar.

Mehmet Akif şu satırlarında âdeta bugünleri anlatıyor:

Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bî-medlûl;

Yalan rayiç, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhul.

Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;

Nazarlardan taşan mana ibadullahı istihkar.

Beyinler ürperir, ya Rab, ne korkunç inkılap olmuş:

Ne din kalmış, ne iman, din harap, iman türap olmuş!

Mefahir kaynasın gitsin de vicdanlar kesilsin lâl.

Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!

İbn Selüllerin direktifleriyle iş yapan diplomalı cahiller haset duygusuna yenik düştüklerinden ötürü dinine, milletine, vatanına ve topyekûn insanlığa hizmet eden fedakâr gönülleri hazmedemiyorlar. Hayatlarında beş tane insana Allah’ı anlatamamış, Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ı sevdirememiş, dinî değerleri benimsetememiş zavallılar hasetle yanıp kavruluyorlar. Bu yüzden de küfür ölçüsünde cinayetler işliyorlar. Dünyanın değişik yerlerinde, geçmişten tevarüs ettikleri güzelliklerin meşherlerini hazırlayan insanların yaptıklarını yıkıyorlar. Verdikleri rüşvetlerle, attıkları yalan ve iftiralarla hayır müesseselerini kapattırmaya çalışıyorlar. Âdeta bütün mabetlere dinamit koymak için seferber olmuş gibiler.

Evet, yaşadığımız çağ enaniyet çağı, süfyaniyet çağı. Dindar görünen, dinî değerleri kullanan ama her türlü zulmü işlemekten de geri kalmayan süfyanların çağı! Ne acıdır ki hadis-i şeriflerde anlatıldığı gibi nice taylasanlılar da onların arkasından sürüklenip gidiyor. İsterseniz sözü yine Mehmet Akif’e bırakalım:

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın

Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdânın.

Hayat artık behimidir, hayır ondan da alçaktır.

Böyle bir dönemde duygu ve düşünce açısından istikameti korumak, inhiraf etmeden sırat-ı müstakimde yürümek, sadakatten ayrılmamak insana normal zamanda olduğundan çok daha fazla sevap kazandırır. Şunu unutmamak lâzım ki “hak üstündür, hiçbir şey onun üstüne çıkamaz.” Dolayısıyla o, bugün olmazsa yarın mutlaka üste çıkacaktır. Küfür devam etse de zulüm devam etmeyecektir. Kur’ân’ın da ifade buyurduğu üzere Allah zalimleri iflah etmeyecektir. Şimdiye kadar ne eski ne de yeni zalimlerden pâyidâr olan olmamıştır. Bekleyip göreceksiniz, bugünün zalimleri de dünyevî itibarlarını bitirdikleri gibi ahiretlerini de yıkmış birer şakî olarak devrilip gidecekler. Allah bizi onların yoluna düşmekten muhafaza buyursun! Bu yüzden asla ümitsizliğe kapılmamak lâzım.

Yalan söyleyenleri, iftira edenleri, masumları karalayanları, dine hizmet eden insanları itibarsızlaştıranları, hakla bâtılı birbirine karıştıranları, her şeyi çarpıtanları Allah’a bırakın, “Allahumme aleyke bihim” diyerek onları O’na havale edin. Zira Semî’ ve Basîr olan Rab Teâlâ, her şeyi görüyor, her şeyi biliyor. Zalimleri imtihana tâbi tuttuğu gibi masumları da sabırla imtihan ediyor. Bizi bize gösteriyor. Bu açıdan yürüdüğümüz yolun bizi Allah’a, İnsanlığın İftihar Tablosu’na (sallallahu aleyhi ve sellem) götürdüğüne inanıyorsak başımıza gelenleri sabırla karşılamasını, her tür olumsuzluk karşısında dişimizi sıkıp katlanmasını bilmeliyiz. Kim bilir, kaderî plan ve programda bizim için takdir edilmiş ne güzellikler vardır! Allah hakkında hep hüznüzannımızı korumamız lâzım. Havanın karardığı, mevsimin kış hâline geldiği, ortalıkta sadece zalimlerin hay huyunun duyulduğu, etrafın mazlum iniltileriyle inlediği bir dönemde bile bir de bakarsınız ufukta bir şafak belirivermiş. Her şeye rağmen geleceğe ümitle bakmak mümince bir tavırdır.