İkindi Yağmurları – İnancın Bedeli

İkindi Yağmurları – İnancın Bedeli

Yıkılmış kalbleri, O (celle celâluhu) tamir edecek. Onlar, kaybetmiyorlar; ehl-i dünyanın kirli eliyle yıkılıyorlar ama yed-i Kudret ile, nurlandıracak şekilde, imar ediliyorlar. Şu halde, kazanıyorlar mı, kayıp mı ediyorlar? Kirli elleriyle kalbleri yıkanlar, esas kaybedenler onlar oluyor.

Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor: لاَ حَوْلَا وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ كَنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الْجَنَّةِ “Allah’ın havl ve kuvvetinden başka bir dayanak olmadığına inanıp bunu ikrar etmek Cennet hazinelerinden bir hazinedir.” O’nun havl ve kuvvetine dayanarak yürüyen insanlar, hiçbir dönemde, hiçbir şart altında takılıp yollarda kalmamışlardır. Baskı gördükçe; hızlarını artırmış, ihlasta derinleşmiş, kendilerini nefyetme/sıfırlama mevzuunda daha bir şuurlu hale gelmiş, kalb ve ruhun hayatına merdivenler koymuş, asansörler bağlamış; cismâniyetten uzaklaşma, hayvaniyeti terk etme, beşerî garîzelere ebedî veda etme mülahazasıyla kendilerini âdeta unutmuş ve unutulmaması gerekli olan şeye tutunmuşlardır. Evet, sizin yolunuz bu…

Yerinde sâbit-kadem kalanlar, bu hususta kazandıkları şeyleri kazanmışlardır. Belli baskılar altında -immün sistemleri o kadarmış- dayanamayıp zâlimlerin elini öpenler, önlerine konan iftira kağıtlarına “itiraf” adı altında imza atanlar ise, muvakkaten belki iki üç yudum oksijen yudumlayabilirler; fakat Cenâb-ı Hak tarafından öyle bir tokat yerler ki!.. “Benim yolumda yürümenin ne kötülüğünü gördünüz de zâlimlere ‘eyvallah!’ çekmeye durdunuz?!” der.

Daha evvel kullanıldığını hatırlamıyorum, “tarihî tekerrürler devr-i dâimi” tabiri terminolojiye sizin döneminizde girdi. Artık yaygınca kullanılıyor ve ne manaya geldiğini de biliyorsunuz. Dünden bugüne hiç değişmemiş âdet-i İlahî.. لاَ تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللهِ İlahî âdet, hep öyle cereyan edegelmiş. Goethe’nin ifadesiyle, Faust ile Mefisto kavgası hep süregelmiş. Tâ seyyidinâ Safiyullah Hazreti Âdem’den bu yana, birileri güç ve kuvvet ile zehirlenince, iktidar ile zehirlenince, dünyaya tapmak ile zehirlenince olmadık zulümler irtikâp etmişler/ediyorlar.

O mevzuda, o gün ellerinde “Tevrat” varsa, onu o arzuları istikametinde basit bir vasıta gibi kullanıyorlar; gâye-i hayallerini -Makyavelist mülahaza ile- onunla realize etmeye çalışıyorlar. Ellerinde “Ahd-i Cedîd” varsa şayet, onu değerlendiriyor; bir yönüyle, yapacakları zulümleri ona göre yapıyorlar. Atalarından kalma (Hazreti Nuh dönemindeki) “Vedd, Yağûs, Ya’ûk, Nasr” gibi putları varsa veya Efendimiz dönemindeki “Lat, Menat, Uzza, Isaf, Nâile” ve daha bilmem kaç yüz tane put varsa, onları kullanıyorlar. Belli dönemde hangi uğursuz mülahazalarla ortaya çıkmış ve böylece insanların mihrabı haline gelmiş, teveccühgâhı haline gelmiş (ne ya da kim varsa) onlara bağlılık adına öyle olmayan insanlara akla hayale gelmedik şeyleri yapıyorlar. Bundan dolayıdır ki, mü’minler her defasında çok farklı kategorilerde ezâya, bazen cefâya, bazen de belâya maruz kalmışlardır. Şair Eşref’in sözü:

“Cihâna geldiğim günden beri pek çok cefâ gördüm.

Ezildim bâr-ı gam altında bin türlü ezâ gördüm.

Değil bigânelerden, âşinâlardan belâ gördüm.

Vücudum âlem-i sıhhatte bîmâre dönmüştür.”

“Taklit”, imana girmeye mâni olan şeylerden birisidir, muhakkikînin mülahazasına göre. حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا “Biz, atalarımızı neye inanıp neyi uygular halde bulmuşsak, o bize yeter!” (Mâide, 5/104); بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا “Hayır, bilakis biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (âdet, görenek ve inançlarımıza) tâbi oluruz.” (Bakara, 2/170) Bu mülahazada olan insanlar tarafından.. bazen putlara tapanlar tarafından.. bazen ilhad ve küfür ehli tarafından samimi mü’minler zulme maruz kalmışlardır. Ulûhiyet kabul etmeme, peygamber tanımama, haşr ü neşir bilmeme… Bazen de inanıyor gibi göründükleri halde münafıkça davranmak suretiyle İslamî değerleri, İslamî argümanları dünyevî saltanatları adına birer paspas gibi kullanma, süpürge gibi kullanma, -hafizanallah- öyle görünme… Atalar ile, mazi ile irtibatlarını sık sık vurgulama… Hatta geçmişten adlar ve unvanlarla yeni organizasyonlar tesis etme ve böylece şuursuz sürülere kendilerini kabul ettirme adına İslamî değerleri basit birer partal eşya gibi kullanma… Öteden beri münafıkların yapageldiği şeylerdir. Buna, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i sahîhada “münâfıklık” deniyor. Makyavel bir sistem ortaya koymuş; “Hedefe ulaşmak için her vesileyi kullanmak, meşrudur!” Buna da Makyavelizm deniyor. Onu alıp kendi dünyanızda değerlendirdiğiniz zaman, “Übeyy İbn Selûl”izm diyebilirsiniz.

Hemen her dönemde, İslam dünyasında da bu nifak düşüncesi rol oynamış. Hususiyle enâniyetin çılgınlaştığı, dünya muhabbetinin bütün insanları sarhoş ve sürü haline getirdiği asrımızda… Ehlullahtan büyük bir zatın beyanına göre, الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ ayet-i kerimesi “bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete tercih eden” kimselere işaret etmektedir. Evet, bir taraftan enâniyetin, egoizmanın, egosantrizmanın, narsizmin çılgınlaştırılması.. bir diğer taraftan da “bilerek dünya hayatının ahiret hayatına tercih edilmesi” gibi kanserden daha kötü bir hastalığa müptela olma…

Ara sıra bunların yolu, camiye uğrayabilir, oruç tuttuklarını da gösterebilirler, bazen dinî argümanları da kullanabilirler; fakat bütün dertleri saltanatlarını devam ettirmektir. Dinî terminolojiye göre bunlara “münâfık” denir. Ve Münâfık, kâfirden daha tehlikelidir. Çünkü kâfirin ne yapacağına dair belli çizgiler vardır, belli argümanlar vardır; bilirsin, tanırsın, kendi çizgilerini ortaya koyarsın, tavır alırsın. Fakat münâfığın ne yaptığı belli değildir. مُذَبْذَبِينَ بَيْنَ ذَلِكَ لاَ إِلَى هَؤُلاَءِ وَلاَ إِلَى هَؤُلاَءِ “Onlar (mü’minlerle kâfirler) arasında bocalayıp dururlar” (Nisa, 4/143) Üstad Necip Fazıl, bu ayete kendince lâzımî mana gibi bir meal verirken “Zıp orada, zıp burada!” derdi. Böyle yüzen-gezen, ne olduğu belli olmayan, gerçek rengini belli etmeyen veya duruma göre renk alan, bukalemun gibi… Fakat bütün derdi, insanları aldatmak, esas kendi saltanatını, debdebesini, hâkimiyetini devam ettirmek… Kâfir sıfatıdır bu… Bu kâfir sıfatıyla ittisaf eden insanlar içinde, bazen oruç tutan, namaz kılanlar da olabilir. Yirminci asırda İslam dünyasında da emsallerinin çokluğuyla karşı karşıya kalabilirsiniz bunların. Bunlardan, gerçeğe inananlara ezâ gelebilir, cefâ gelebilir. Dişini sıkıp sabretmek lazım!..

***

22 Ocak 2017 tarihli Bamteliden hazırlanmıştır.