Sevgili dostlar,
Neşredeceğimiz nağmeleri ses, görüntü ve resim dosyaları şeklinde taksim ediyor; her hafta buraya ait birkaç kare de fotoğraf sunmaya çalışıyoruz. Bugün merak eden arkadaşlarımızın isteklerini yerine getirerek kıymetli Hocamızın odasını gösteren iki fotoğraf paylaşacağız.
M. Hocaefendi, bu ukbâ televvünlü odada sürdürüyor hayatını. Burada yazıp çiziyor, burada okuyup çalışıyor, burada istirahat ediyor ve burada geceler boyu Cenâb-ı Hakk’a el açıp dua dua yalvarıyor. Önceleri derme çatma bir barınağı, evvelki gün bir cami penceresini ve dün tahta kulübeyi mesken edinen aziz Hocamız, bugün de bu mekanı misafirhanesi olarak görüyor. Bu mütevazı oda, hasret ve hicranını bağrında saklıyor Hocaefendi’nin; gözyaşlarına şahit oluyor muzdarip sakininin.
Garaz bataklığında çırpınıp duran bazı kimseler, herkesi kendi dünya tutkuları ve yaşama arzuları zaviyesinden değerlendirerek çiftliklerden, villalardan, lüks hayattan ve şatafattan bahsedip dursalar da, Hocaefendi bu odacıkta sabahlıyor akşamlıyor.
Bu hasır döşeli odada Hocamızın başucunda “teheccüd mushafı” (değişik boy ve ebatta olup her yaprağına iki, üç, dört, beş sayfalık ayet mecmuası sığdırılan ve nafile namazlarda, hatırlanamayan yerlere bakmak ya da yüzünden okumak suretiyle kıraati daha uzun tutmaya yarayan Kur’an) ve el-Kulûbu’d-Daria” adlı dua mecmuası göreceksiniz.
Kur’an okumanın en sevap olduğu yer namazın içidir. Bu hakikatin de sevkiyle olsa gerek, Hocaefendi, teheccüd ve teravih namazlarını özene bezene ve hatimle ikâme eder. Oldukça uzun süren kıraatini gücü yettiği kadar ayakta yapar; çok rahatsız olduğu zamanlarda oturarak kıldığı da olur ama yine de hatimle namazı aksatmaz. Dahası bir hatimle de yetinmez; birkaç defa gizlice teheccüd mushafını takip edip her teravihte dört cüz okuduğuna şahit olmuştuk. Kıymetli Büyüğümüz, teheccüd mushafını kendisi için fâtih (imam kıraatte şaşırınca ona doğrusunu hatırlatan arka saftaki insan) gibi mütalaa etmekte, kuvvetli hıfzına rağmen hatırlayamadığı yer olursa hemen ona bir atf-ı nazarda bulunup okumayı sürdürmektedir.
Fotoğraflarda, kendisine hediye edilen seccadede secde ettiği yere yumuşak bir kumaş koyduğuna şahit olacaksınız. Zira, mü’minlerin karakterleri, manevi yapıları ve cibilliyetleri alınlarındaki secde izinden bellidir; fakat, o secde izi de alındaki nasır değil, kalbin yüze aksetmesinden, siretin surete yansımasından kaynaklanan canlılık, câzibe, imrendiricilik ve nurâniyettir. Alnı sert yere sürtmek suretiyle orada bir iz hâsıl olmasına sebebiyet vermek, bir nevi riyakârlıktır. Bir insan çok namaz kıla kıla alnında böyle bir iz bıraktırabilir. Belki öyle çok namaz kılarken de samimidir. Fakat, o samimiyeti her zaman koruması çok zordur. Allah muhafaza, zaman zaman alnındaki o izi kendi kredisi hesabına kullanma gibi mülahazalar aklından geçebilir. “Alnımdaki secde izini görsünler de, kıymetimi bilsinler.” şeklindeki bir duygunun buğu halinde bile gönlü kaplaması o insanın felaketine sebebiyet verebilir. Bundan dolayı, secde ederken alınları yumuşak bir zemine koymak ve o kadarcık bir görünme duygusuna bile fırsat vermemek gerekir. Sahabe, Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn efendilerimiz arasında günde beş yüz rekat namaz kılan insan sayısı hiç de az değildi. Fakat hiçbirinin alnında maddi manada bir secde izi yoktu. Bu mülahazalara binaen çok secde edilmeli, belki günde yüz rekat nafile namaz kılınmalı ama mümkünse ne ellerde ne dizlerde ne de alında o namazların izinin belli olmasına meydan verilmemeli.
Ayrıca, çalışma masasının tam ortasında ezan okuyan bir saat, şu anda üzerinde çalışılan dosyalar, belki de -tabir caizse- Hocamızın tek hobisi diyebileceğimiz tefarik şişeleri (farklı güzel kokuların belli ölçülerde karıştırıldığı küçük kaplar), diğer tarafta öğrenci evlerinde kullanılan türden yatak, acil durumlar için ilaç, pervane ve yelpaze fotoğrafta ilk nazara çarpan eşya…
Bir fikir vermesi için onca laf ettikten sonra iki fotoğrafı arz ediyoruz.
Dualarınız istirhamıyla…