Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, 14:48 dakikalık ses ve görüntü dosyaları şeklinde arz edeceğimiz günün sohbetinde şu konuları anlatıyor:
*Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لاَ يَرِيبُكَ، فَإِنَّ الصِّدْقَ طُمَأْنِينَةٌ، وَإِنَّ الْكَذِبَ رِيبَةٌ
“Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak; içinde kuşku uyaran şeyleri terket ve kuşkusuz bir iklimde yaşa. Zira gönül, doğruluktan huzur bulur, yalandan kuşku duyar; doğruluk insanın içinde itminan ve oturaklaşma hâsıl eder; yalan ise, şüphe, tereddüt, burkuntu ve bulantıdır.”
*Takva, farzları yapıp günahları terk etmekle beraber haramlardan fevkalâde sakınma duygusu içinde bulunmak, günaha girme korkusundan dolayı bazı mübahlara el uzatırken bile titremek ve hatta şüpheli şeylerden kaçınarak, şöyle-böyle kuşku hasıl eden her şeyi bırakıp, tamamen tereddütten uzak bir hayat yaşamak manalarına gelmektedir. Bir mü’minin, hidayetten ve hidayet rehberi sayılan Kur’ân’dan tam istifadesi de işte bu ölçüde bir takvaya vâbestedir. Hidayet ile takva âdeta ikiz kardeş gibidir. Kur’ân’ı anlama, duyma, onun ulviyet ve azametine ulaşabilme takvaya bağlıdır ve takvanın derecesine göre de istifade nispeti artmaktadır.. evet takvada derinleşen mü’minin, Kur’ân’ı anlayışı, sezişi ve duyuşu da derinleşir.
*Bediüzzaman hazretleri, içinde yaşadığı dönemin ağır şartları altında, hakiki takvâyı elde etmenin çok zor olduğunu görmüş; takvâ mülahazasını ortaya koyarken, insanların ümidini bütün bütün kırmamak ve takvâ dairesinin kapısını tamamen kapalı göstermemek için farzları yerine getiren ve büyük günahlardan uzak duran kimselerin müttakilerden sayılacağını ifade etmiştir: “Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrât kazanmaktır. Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur.” buyurmuştur.
*Geçenlerde namaza yetişmek için koşan Doktor Bey’i görünce hiss-i şefkatimle -biraz da babamdan kalma espri tavrımla- “Bu Doktor Bey yaşının farkında değil galiba!..” dedim. Belki bu söz ve tavrımda bir gıybet söz konusu değildi; fakat, ötede bunun da sorulabileceği ihtimaline binaen ilk fırsatta ondan helallik istedim. Zira, Peygamber Efendimiz bize şüpheli alanda da dolaşmamak gerektiğini tavsiye buyuruyor.
*Sıdk; doğru sözün yanında doğru davranışı da ihtiva eden, her türlü uydurma beyan ve tavırdan arınmış olmayı da çağrıştıran ve insanın iç-dış, gizli-açık her halini aynı çizgide götürmesi, hilâf-ı vâki her şeye kapanıp, hayatını doğruluğa göre planlaması manalarına gelen şümullü bir tabirdir.
*Harama düşmeme hususunda azamî dikkat göstermek gerektiğini ifade eden Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Helal de bellidir haram da; ancak bu ikisinin arasında, ikisine de benzeyen bir kısım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilemez, ayırt edemez. Bu şüpheli şeylerden sakınan insan dinini, ırzını ve haysiyetini korumuş olur; şüpheli alanda dolaşan kimse ise, bir korunun kenarında hayvanlarını otlatan çoban gibidir. Koru kenarında koyun güden çobanın koyunlarının her an koruya dalması muhtemel olduğu gibi, o da her zaman harama girme ihtimaliyle karşı karşıyadır. Biliniz ki, her melikin bir korusu vardır; Allah’ın korusu da haramlardır. Şu da bilinmelidir ki, cesette bir et parçası mevcuttur; o sıhhatli olunca beden de sıhhatli olur, o bozulunca beden de bozulur. İşte o, kalbdir!”
*Yalanın en küçüğünden bile kaçmak lazım; zira, bir insanın söz, tavır ve davranışlarında sıdk azaldıkça onun gönlünde nifak kuvvet bulur. Münafığın belirleyici sıfatlarından birisi yalancı olmasıdır. Bediüzzaman hazretleri, “Yalan bir lâfz-ı kâfirdir” diyerek bu hakikati bir başka şekilde ifade etmiş; onun küfrün esası ve nifâkın birinci alâmeti olduğunu söylemiş ve küfrün arkadaşı olan kizbden (kezibden) çekinmeleri için mü’minleri uyarmıştır.
*Sıdk bir peygamber sıfatıdır. Güzel ahlakın kapısı doğrulukla açılır; en makbul ve seçkin kullar mertebesine, Cennet’in zirvesine sadâkatle ulaşılır. Ashâb-ı Kirâm’ın hepsi birer sıddîktır; ne var ki, onların en önünde yer alan ve sadâkat sancağını taşıyan zat Hazreti Ebu Bekir efendimizdir.