309. Nağme: Ey Nefsim, Mücrim Sensin, Kendi Kusurlarını Görmelisin!..

309. Nağme: Ey Nefsim, Mücrim Sensin, Kendi Kusurlarını Görmelisin!..

Günün sohbetinde muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi özellikle şu hususları anlatıyor:

*Alvarlı Efe Hazretleri, “Fâriğ ol, aybın gözetme kimsenin / Tâ ki Hak setreyleye aybın senin.” der. Fakat maalesef, biz kendi ayıplarımızla meşgul olup onları gidermeye çalışacağımıza başkalarının küçük kusurlarına takılıyoruz. Dolayısıyla da arınma kurnaları altına girip üzerimizdeki lekeleri çıkarma cehd ü gayretine girmiyoruz.

*Temelde “nefsimizin savcısı, başkalarının avukatı” olmamız lazım gelirken; yani kendimize ait en ufak bir kusur ve kötülük temayülü karşısında hemen harekete geçmemiz, tevsi-i tahkikatta bulunmamız ve gereğini yapmamız icap ederken, maalesef çoğumuz, başkalarının tavır ve davranışlarını tecessüs etme, süzüp değerlendirme ve araştırmayı derinleştirdikçe derineştirip illa onların bir kısım cürümlerini bulma ile meşgul oluyoruz.

*Halbuki, bir mü’min kardeşini herhangi bir hata, kusur ya da (tevbe ettiği) günahından dolayı kınayan kimse, aynı ölçüde ayıplanmadıkça ölmez. Kimileri bizzat kendilerinin başına gelen bir musibetle aynı şekilde kınanırlar; kimileri de aile fertlerinden birisi sebebiyle ayıplanmaya düçar olurlar.

*Onu bunu tenkit etmek ve hep başkalarının kusurlarını dillendirmek yerine, olumlu projeler ve güzel örnekler ortaya koymak esastır. Dünyanın dört bir yanında başkalarının mumlarını da tutuşturma için gayret edip duran ışık insanlar işte bunu gerçekleştiriyorlar. Şayet samimiyetlerini muhafaza eder ve beklentisizliklerini sürdürürlerse, bu fedakâr ruhların yirmi-otuz sene sonra nasıl dünya çapında bir kardeşliğe vesile olduklarını herkes görecektir, Allah’ın izni ve inayetiyle.

*Saygı duymazsan başkalarının değerlerine, saygı duymazlar değerlerine.

*İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ) kadar kadirşinas birini göstermek mümkün değildir. O, kendisinin, önceki peygamberlerden üstün görülmesine ve onların -hâşâ- hafife alınmalarına aslâ izin vermemiştir. Hatta bir defasında bir sahâbinin Hazreti Musa’nın kadr ü kıymetine uygun düşmeyen bir söz söylediğini duyunca, hemen ona müdahale etmiş ve “Beni Musa b. İmrân’a tercih etmeyin. Zira, ben onu Mahşer Günü’nde Arş’ın kavâimine tutunmuş olarak göreceğim” demiş ve orada meseleyi tadil etmiştir. Yine “Balığın yoldaşı zât (Hazreti Yunus) gibi olma!” (Kalem, 68/48) ayeti nazil olunca, ihtimal bazı sahabiler, “Acaba Hazreti Yunus ne kusur işledi?” diye düşünürler mülahazasıyla, Rasûl-ü Ekrem hemen “Beni, Yunus b. Metta’ya tercih etmeyin!..” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz’in bu tavır ve sözleri O’nun tevazu, mahviyet, edep ve kadirşinaslığını gösterdiği gibi bize bir üslup dersi de vermektedir.

*“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.” (Nisâ sûresi, 4/79) fermanına inanan bir insan, karşısına çıkan her bela ve musibeti öncelikle kendi işlediği hata ve günahlara vermelidir. Hatta mukaddes ızdıraplar dışında insanın yaşadığı bazı sıkıntılar da vardır ki, onlar, daha çok ferdin işlediği hata ve günahların neticesidir. Bu durum bir maneviyat büyüğü tarafından

اَلْهُمُومُ عُقُوبَاتُ الذُّنُوبِ

“İnsanın içindeki sıkıntılar, günahlara terettüp eden cezalardır.” (Zehebi, Tarihu’l-İslâm, 26/376) ifadesiyle dile getirilmiştir. Esasında çok küçük musibetler bile birer ikazdır ve her hadisenin bir sinyal yanı vardır. İnsan o ikazı anlayabilir, Allah’a teveccüh eder ve o belaya kefaret olabilecek bir hayır ortaya koyarsa, bunlar, Allah’ın inayetiyle daha büyük kaza ve belaların def edilmesine vesile olur. Evet, o türlü musibetler hem birer sinyaldir, hem de aynı zamanda birer kefarettir. Nitekim bir hadis-i şerifte, “Müslüman’ın başına gelen hiçbir yorgunluk, hastalık, keder, üzüntü, eziyet, gam ve hatta ayağına batan diken yoktur ki Allah onunla günahlarından bir kısmını bağışlamasın.” (Buhari, Merdâ 1; Müslim, Birr 49) buyurulmaktadır.

*Allahım! Beni bana unuttur ve kendimden bahsetmeyi ruhuma kerîh göster!.