Sevgili dostlar,
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, makale ve sohbetlerinde “dava-yı nübüvvetin vârisleri”nden bahsediyor. Onları anlatırken özellikle istiğna ruhuyla vazifeye kilitlenme ve millete yüsr (kolaylık) yolunu göstermekle beraber kendi hayatında azimetleri kollama hususlarını nazara veriyor.
Bamteli çekimi yapmak üzere mescidde yerlerimizi alınca kıymetli Hocamıza “Dava-yı nübüvvet” tabirinin manasını ve “dava-yı nübüvvetin vârisleri”nin kimler olduğunu sorduk.
Muhterem Hocamız, öncelikle nübüvvet ve risalet vazifesinin Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ile son bulduğunu, artık peygamberliğin hiç kimse için söz konusu olmadığını; fakat, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun tebliğ ve temsil ederek mü’minlere emanet bıraktığı dine sahip çıkılması gerektiğini; “dava-yı nübüvvet” derken de Kur’an ve Sünnet ile “Efendimiz’in talim buyurduğu esaslar”ın anlaşılması lazım geldiğini ifade etti.
Hocaefendi, daha sonra bir hadîs-i şerifin şerhi sadedinde, genel manada peygamberlerin miraslarının ilim, vârislerinin ise, evvela âlimler, saniyen din-i mübine hizmet eden bütün mü’minler olduğunu vurguladı.
Evet, söz konusu olan hadiste, nebilerin, geride dinar ve dirhem değil, ilim bıraktıkları belirtilmektedir. Dinar, altın; dirhem de gümüş para demektir ve bu iki değer ölçüsü bütün dünyalıkları temsil etmektedir. Allah’ın seçkin kulları peygamberler, bu fâni dünyalıklardan ancak zaruret miktarınca almışlar ve ebedî âleme giderken de geride paylaşılacak herhangi bir maddî miras bırakmamışlardır. Onlar, tebliğ ve temsil görevini sadece Allah rızası için yaptıklarını ve risalet vazifesinin karşılığında hiçbir dünyevî ücret beklemediklerini örnek hayatlarıyla ortaya koymuşlardır. Bu muvakkat âlemden ayrılırken de arkada sadece nümune-i imtisal güzel hallerini, sünnet-i seniyyelerini ve dini disiplinleri bırakarak hasbîliklerini bir kere daha göstermiş ve dava-yı nübüvvetin vârislerine hüsn-ü misal olmuşlardır. Dolayısıyla, Nebiler Sultanı’na vâris olan ilim ve amel ehli mü’minler de, O’nun kendilerine emanet ettiği Kur’an hakikatlerine ve Sünnet’ine gönülden sahip çıkmalı, i’la-yı kelimetullahı hayatlarının gayesi bilmeli ve kendilerini o ulvî gayeye adayarak birer emin emanetçi olmalıdırlar.
Bu itibarla, Ashab-ı Kiram başta olmak üzere her devirde halis mü’minlerin peygamber vârisliğinin hakkını verdiklerini anlatan muhterem Hocamız, Hazreti Fatıma annemizin hayatından misallerle mevzuyu derinleştirdi. Daha sonra konuyu günümüzün karasevdalılarına getirerek onlardan beklenen en önemli özelliklerin neler olduğunu anlattı.
17:26 dakikalık bu hasbihali (Bamteli olması için arşivde bekletmeden) dualarınız istirhamıyla hemen arz ediyoruz.