202. Nağme: Dört Büyük Hastalık ve Sûizan Mahkumları

202. Nağme: Dört Büyük Hastalık ve Sûizan Mahkumları

Değerli arkadaşlar,

Maalesef günümüzde hem fertler hem de meşrepler, cemaatler ve cemiyetler arasında vehim, suizan, gıybet, asılsız iddia ve hatta iftiraların çok arttığı görülüyor. Hiçbir gerçeğe dayanmayan sözler dahi kîl ü kâl yolculuğunun başında birkaç kişi tarafından “acaba” ile karşılanıp kerhen ağırlansa da akabinde uğradığı insanların zihinlerine bir hakikatmiş gibi yerleşip artık dilden dile vizesiz dolaşır hale geliyor.

Medyada yazılıp çizilenlerin gösterilip sergilenenlerin bu hastalığı daha da müzmin hale getirdiği düşüncesi ve üzüntüsüyle Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye bu konuyla alakalı iki soru sorduk. Yaklaşık 20 dakikalık bölümünü arz edeceğimiz hasbihalde muhterem Hocamız şu hususlara vurguda bulundu:

Nur Müellifi, dört büyük hastalığı sayarken, yeis, ucb ve gurur ile beraber sû-i zannı da zikretmiş ve insanın hüsn-ü zanna memur olduğunu belirtmiştir. Evet, insan, herkesi kendisinden üstün görmeli; nefsindeki bir zaafı ya da çirkinliği sû-i zan sâikasıyla başkalarına teşmil etme veya işin aslını ve hikmetini bilmediğinden başkalarının bazı hal ve hareketlerini kötüleme gibi yanlışlıklara düşmemelidir. Zira, sû-i zan, toplumun maddî-mânevî hayatını zedeleyen bir şeytânî tuzaktır.

Cenâb-ı Allah, İsra Sûresi’nin 36. ayetinde “Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi azaların hepsi de işlediklerinden mesuldür” buyurmuştur. Bu ayet-i kerimeyi doğru anlayabilmek için, dünya ve ahiret hayatımız hesabına faydalı olan bilgiyi öğrenme alanı ile kesin bilgimiz olmayan konularda zannımıza göre hükme varma ve bu zannın peşine takılarak insanların gizli hallerini araştırma mevzuunu birbirinden ayırt etmemiz gerekir.

“Bilmediğin şeyin izini sürme!” mealindeki ilahi beyan her şeyden önce şüphe, tecessüs ve su-i zandan kaçınmayı ve kesin bilgiye dayanmayan hükümlerle insanları suçlamamayı emretmektedir. Bu ilahî kelam, yeterli araştırma yapılmadan sadece söylentilere göre hiç kimsenin aleyhinde olunamayacağını; bununla beraber, yalnızca tahmin, varsayım ve bir kısım teorilere dayanan bilimlerin mutlak doğru olarak kabul edilemeyeceğini; Cenâb-ı Allah ve Rasûl-ü Ekrem tarafından bize öğretilen ilme dayanarak her türlü hurafe ve batıl inançtan uzak durmamız gerektiğini ve ilmi de bilgi muzahrefatını da alıp işleme vesileleri olan göz, kulak ve kalb gibi organların ise yaptıklarından mesul olacağını ifade etmektedir.

Hasılı; iyi niyet, müsbet düşünce ve güzel görüş, insanın gönül saffetinin ve vicdan enginliğinin emaresidir. İnsan, bir kere başkalarını sorgulamaya başlayınca sanık sandalyesine oturtmadık hiç kimse bırakmaz; daha baştan hüsn-ü zanna yapışmazsa, herkesi ve her şeyi yargılamaktan uzak kalamaz. Dolayısıyla, her fert nefsiyle hesaplaşırken –ye’se düşmemek şartıyla– kendini yerden yere vurmalı; fakat, diğer insanlar söz konusu olduğunda hüsn-ü zanna sarılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır.