Amca vardır, Peygamber lisanıyla, baba yarısıdır.
Amca vardır, nebevî hüküm itibarıyla, babadır.
Amca da vardır, göklerde “Allah’ın arslanı” diye anılan Hazreti Hamza’nın Rasûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e nispeti gibi, aynı zamanda hem baba, hem sütkardeş, hem arkadaş, hem de tam bir yoldaştır.
Bugün işte böyle muhterem bir amcanın, elemlerle dolu bu fâni dünyadan ebedî dostlukların yurdu ukbâ âlemine yürüdüğünü öğrendik. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin amcası ve sütkardeşi olan Seyfeddin Gülen Beyefendi’nin ahirete irtihal ettiği haberini aldık.
Merhum Seyfeddin Gülen, uzun zamandır kanser tedavisi görmekteydi. Şu kadar var ki, Türkiye’de sürüp gitmekte olan cadı avı ve bu arada özellikle Gülen ailesinin maruz kaldığı zulümler, onu hastalığından daha fazla yıpratmıştı. Adeta “Mafya Kanunu”na (!) göre gözaltına almaların ve tutuklamaların yapıldığı, insanların sadece akrabalıktan ya da soyadı birliğinden dolayı zulme uğratıldığı bir dönemde, başta oğlu olmak üzere, pek çok yakınının ve tanıdığının zindana atılması karşısında Merhum’un yüreği bütünüyle dağidâr olmuştu.
Hocaefendi, bugünkü sohbette söz gelip de Hazreti Hamza’nın adını anar anmaz hıçkırıklara boğuldu. “Hamza” adı her zaman onun bütün hislerini harekete geçirirdi ama bugünkü hal biraz daha başkaydı. Belli ki, bazı hususiyetleri açısından Şehitlerin Efendisi’ne benzettiği amcasının, sütkardeşinin, çocukluk arkadaşının, hayat boyu yoldaşının ötelere kanat açışı onu derinden yaralamıştı. Evet, inşaallah ahirette, Cuma yamaçlarında buluşma ümidi capcanlıydı ve o reca bütün dertlere dermandı. Bununla beraber, “Eğer dostlardan mufarakat olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki, gelsin, alsın.” hakikati, onun gönlünde de tesirini icra ediyor, hicranlı ayrılık onu da ağlatıyordu.
Hocaefendi’nin yanaklarından süzülen damlalar, Uhud sonrasına alıp götürdü hayallerimizi. O gün, Medine’nin her köşesinde şehadet şerbeti içmiş bir yiğit için gözyaşı dökülüyordu. Fakat o vakit ailesi Medine’de bulunmadığı için Hazreti Hamza’nın adını anarak ağlayan olmamıştı. Bu manzara karşısında, zaten şühedâ-i Uhud’un hüznüyle iki büklüm olan Şefkat Peygamberi daha bir rikkate gelmiş, “Hamza’nın ağlayanı yok!..” deyivermişti. Bu söz Ashâb-ı Kirâm’a öyle dokunmuştu ki, hemen hepsi kendi yakınlarını unutmuş ve “Vah Hamza!..” diye inlemeye durmuştu.
Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ve öyle bir Türkiye’ye şahit oluyoruz ki, bir seneyi aşkın bir zamandır samimi Müslümanlar ve en masum insanlar, cenazelerini dahi rahat teşyi’ edemiyorlar. Morgdan musalla taşına, oradan kabristana uzanan polis takibi ve kaydı sebebiyle kimileri en yakınlarını dahi son yolculuklarına uğurlayamıyorlar. Dolayısıyla, bir yönüyle, -teşbihte hata olmaz- günümüzün Hamzalarının da ağlayanı yok!..
Değil mi ki, Allah her şeye şahit ve değil mi ki musibet dünyamıza dair, varsın olsun!.. Dünyanın dört bir yanındaki kaderdaşlar, inşaallah, bu dönemin bütün mazlum ve mağdurları için hep beraber ağlar, hep beraber dua ederiz. Zaten, bu kırık dökük ifadeler de -bugünkü ile beraber- Hakk’a yürümüş olan o temiz ruhlar için dua istirhamına matuf.
Bu mülahazalarla, merhum Seyfeddin Gülen Beyefendi’ye Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret diliyor, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye sıhhat ve afiyet üzere uzun ömür dileğiyle taziyetlerimizi arz ediyoruz. Dönemin en büyük mağdurlarından Gülen ailesinin kıymetli fertlerine ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.
Merhum Seyfeddin Gülen Beyefendi, Hizmet Hareketi’ne ve gönüllülerine saldırıların başladığı ilk günlerin birinde, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’yi savunduğu bir toplantıdayken…