Yeryüzü Hazinesi ve Dil Madeni

Yeryüzü Hazinesi ve Dil Madeni

Soru: “Rızkınızı yerin derinliklerinde arayınız”
mealindeki hadis-i şerif nasıl anlaşılmalıdır; bu nebevî beyanın mü’minlere
yüklediği vazifeler nelerdir?



-Dünya, “darü’l-hikmet”; ahiret ise, “darü’l-kudret”tir. Âhirette Cenâb-ı
Hakk’ın Kadir ismi sebepler perdesi olmadan doğrudan doğruya tecelli edecek ve
orada tamamen kudret hâkim olacaktır. Öyle ki âhirette her şey, hârikulâde
nevinden cereyan edecek ve sürekli fevkalâdelikler yaşanacaktır. Hadîste de
ifade edildiği gibi, istenilen her şey anında yerine getirilecek ve insan arzu
ettiği her nimete nail olacaktır. Bu dünya ise, bir hikmet âlemi olduğu için,
burada her şey esbap paketlidir. Zira kudret, dünyada hikmet perdesi altında
zuhur etmektedir. Dolayısıyla da bizler dünyada eşya ve hâdiseleri sebepler
perdesi altında temâşâ etmekteyiz. Oysa ki bu perdelerin verasında asıl icraatta
bulunan yine Allah’ın Kudreti’dir. (00:48)

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu
aleyhi ve sellem) Efendimiz’in,

اُطْلُبُوا الرِّزْقَ فِي خَبَايَا اْلأَرْضِ

“Rızkınızı
yerin derinliklerinde arayınız” beyanı, tarım ve ziraat açısından olduğu kadar,
madencilik ve enerji kaynakları zaviyesinden de değerlendirilmelidir. Cenâb-ı
Hak, insanlığın ihtiyaçlarına göre yeryüzünün muhtelif tabakalarında değişik
değişik maddeler ve madenler var etmiştir ki, beşer bunları araştırsın, bulup
işlesin ve ihtiyaçlarını gidersin. (05:50)

-İnsan, dünyaya başı boş ve
sahipsiz olarak gönderilmemiştir; yeryüzü adeta bir beşik, bir döşek ve bir anne
kucağı gibi yaratılmış, sonra da onun hizmetine sunulmuştur.
(08:11)

-İnsanlar, yerin derinliklerine dair çalışmalar yaparken hakikate
ulaşma isteği ve araştırma aşkıyla değil de, maalesef, ekonomik mülahazalar,
dünyevi arzular sömürgecilik düşüncesi ve hükmetme tutkusu ile yola çıkmışlar.
Farklı farklı madenlerin peşine düşüp onları işlerken, bazen de hiç ummadıkları
yeni madde ve cevherlere ulaşmışlar. Alternatif enerji arayışlarının, bu
konudaki çalışmalar için önemli bir sâik ve müşevvik olduğu söylenebilir.
(10:08)

-Araştırma aşkı taşıyan, çalışmalarını hakikati bulmaya ve
sonsuza ulaşmaya bağlayan ilim adamlarımız, kendi ülkelerini didik didik etmeli
ve yeryüzünü çok iyi sağmalıdırlar. (15:54)
Soru: “Rızkınızı yerin
derinliklerinde arayın” mealindeki hadis münasebetiyle, “Marifeti kalbin
derinliklerinde ve ruhun enginliklerinde araştırın” buyurdunuz. “Dil madeni” ne
demektir; Hakk’ın kenzen bilinmesinden maksat nedir? (17:17)

-İnsan
sadece cesetten ibaret değildir; onun zahirî bir yanı olduğu gibi, batınî bir
derinliği de vardır. Mârifet; dü¬şünce ve himmetle, vicdan ve iç tefahhusla elde
edilen hususî bir bilgidir ki, ilimden farklı bir muhtevaya sahiptir. İlim;
okuma, öğrenme, araştırma, terkip ve tahlil yoluyla elde edilen bir mük¬tesebat
olmasına karşılık mârifet; tefekkür, sezi ve iç müşahe¬deyle ulaşılan ilmin özü
demektir. İşte, bu manadaki marifet, kalbin derinliklerinde, ruhun
enginliklerinde ve vicdan mekanizmasında aranmalıdır. (17:33)

-Bir kudsî
hadis-i şerifte, Cenâb-ı Hak, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi murad
edince, mahlukâtı yarattım.” buyuruyor. Allah her zaman kendini ilmiyle
biliyordu. Kudretiyle belli tasarrufları vardı. Fakat o âlemler, başka
âlemlerdi. Allah Teâlâ bir kere de bizim fizik âlemi diyebileceğimiz, maddeden
mürekkep bir dünyada kendini ifade etmek ve tanıtmak istedi. Dolayısıyla “Kenz-i
mahfî”yi, Zat-ı uluhiyetin fizik âlemindeki tecellîlerinden önceki fasıl için
kullanılan bir ifade şekli olarak değerlendirebiliriz. (23:30)

-İbrahim
Hakkı Hazretleri, “Sığmam dedi Hak arz u semâya / Kenzen bilindi dil mâdeninde”
sözüyle “kenz-i mahfî”ye işaret etmekte ve “Yeryüzü ve gökler Beni içine
almaktan aciz kaldı. Lakin Ben, yumuşak huylu, halim-selim bir mü’min kulumun
kalbine sığdım.” mealindeki

مَا وَسِـعَنِي سَـمَائِي وَلاَ أَرْضِي وَلَكِنْ وَسِعَنِي قَلْبُ
عَبْدِي الْمُؤْمِنِ

müteşabih nebevî beyanı hatırlatmaktadır.
(26:25)


Soru: Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)
Efendimiz, “İnsanlar, aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler. Cahiliyede
hayırlı olanları, İslâm’a girip, onda derinleşince (onu hazmettiklerinde) yine
en hayırlıdırlar.” mealindeki hadis-i şerifte, insanı madenlere benzetiyor. Bu
teşbihin manası ve irşat mesleğinde muhatabın cevherinin keşfedilmesi hakkındaki
mülahazalarınızı lutfeder misiniz? (28:33)



-İnsanlar potansiyel olarak her şey olmaya namzettirler. İslâm insanları alıp
belli bir süre, belli potalarda eritir, şekillendirir; sonra da onları
rûhlarıyla bütünleştirerek özlerine ulaştırır. Yani esasen, onların
mahiyetlerinde mevcut olan Hakk’a âyinedarlık hususiyetini kuvveden fiile
çıkarır.. çıkarır ama, madenlerin asıl yapılarını, öz ve hususiyetlerini de
korur.. altın yine altın, gümüş yine gümüş ve bakır yine bakır olarak kalır…
Fark, hepsinin som ve safî hale gelmiş olmasındadır. (29:00)

-Allah
Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem),

اَلنَّاسُ مَعَادِنُ كَمَعَادِنِ الْفِضَّةِ وَالذَّهَبِ
خِيَارُهُمْ فِي الْجَاهِلِيَّةِ خِيَارُهُمْ فِي اْلإِسْلاَمِ إِذَا
فَقُهُوا

“İnsanlar, aynen altın ve gümüş madenlerine benzerler.
Cahiliyede hayırlı olanlar, İslâm’a girip, onda derinleşince yine en
hayırlıdırlar.” beyanıyla insanlardaki “her şey olma potansiyeli”ne dikkat
çekmektedir. (31:40)

-İslam sayesinde, elmas gibi ruhlar ile kömür
tıynetli kimseler birbirinden ayrılmıştır. Mesela, Cahiliye devrinde yaşadığı
halde cehalet görmemiş olan Hazreti Ebu Bekir (radıyallahu anh), Rasûl-ü Ekrem
(aleyhissalatu vesselam) sayesinde ruhundaki elmas madenini bütün bütün açığa
çıkarmış, böylece bütün bütün saflaşıp berraklaşmıştır. Kömür ruhlu Ebu Cehil
ise, Allah Rasûlü’nün potasına girmediğinden o kara vicdanıyla kalakalmıştır.
(32:50)