Ümit ve Endişe

Ümit ve Endişe

Soru: Bazen “Allah’a sonsuz hamd ü senâ olsun ki, hâlâ bu dairenin içinde bulunduğumuza göre bütün bütün kaybetmiş sayılmayız?” diyor ve ümitleniyoruz. Bazen de, “Allah, bu dini fâcir bir adamın eliyle de te’yid eder!” hakikati ruhumuzu kuşatıyor ve o fâcirlerden biri olabileceğimiz ihtimaliyle ürperiyoruz? Bu husustaki mülahazalarınızı lutfeder misiniz?



-Hâlis bir mü’min, yapılan hizmetlerden dolayı nefsine hiçbir pay çıkarmaz, muvaffakiyetleri kendisine mal etmez. Hem hizmet edenlerle beraber bulunmayı hem de bu yoldaki başarıları Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin bir çeşit tecellisi ve ilahî merhametin farklı bir dalga boyu olarak değerlendirir. “Onca günahıma ve şu perişan halime rağmen, beni bu kutlu insanların arasına dahil eden Rahmeti Sonsuz, demek ki dine hizmet sayesinde temizlenmem ve arınmam için bana fırsat veriyor!” der. Sonra da, “Şu anda adanmış ruhların arasındayım ama yarın akıbetim nice olur bilemiyorum; öyleyse, yaptıklarımla şımarmamalı, asıl eda etmem gerekli olan vazifelere daha gönülden sarılmalıyım.” düşüncesiyle sâlih amellere yapışır. (01.10)


-Amelinize, durduğunuz yere, konumunuza, dünden bugüne müktesebâtınıza ve içinde bulunduğunuz şahs-ı manevînin kudsiyetine güvenme yerine, Cenâb-ı Allah’a teveccüh ederek O’nun himayesine girmeye çalışmalısınız. Hem dünün hem de bugünün Bel’am İbn Bâura’ları, Bersisa’ları önünüzde birer ibret tablosu olarak durmaktadır. Allah’ın dinini öğrenen, ilim ve irfan sahibi olan, duası mutlaka kabul gören ve İsm-i A’zam’ı da bilen Bel’am İbn Bâura küçük bir inhirafla açıldığı isyan deryasından bir daha dönememiş; o gün için mazhar olduğu nimetlere güvenip onları birer şımarıklık sebebi gibi algılayınca başaşağı yuvarlanıp gitmiştir. (04.22)


-Peygamber hanesinde ve vahiy atmosferinde neş’et ettiği halde enaniyet, gurur, kin, nefret, her başarıyı nefsinden bilme ve kendini fâik görme gibi -şeytan mekanizmasının düğmeleri mesabesindeki- zaaflardan biriyle yuvarlanıp giden bir sürü insan olmuştur. Kâbil’den Kenan’a, Hazreti Nûh’un eşinden Hazreti Lût’un hanımına, Hazreti İbrahim’in babasından İnsanlığın İftihar Tablosu’nun amcalarına kadar pek çok kimse kendilerine bahşedilen kurbet iklimini rantabl değerlendiremediklerinden ebedî gurbete düşmüşlerdir. (05.07)


-Hiç kimse nefsinden emin olmamalıdır. Ahirete inanan bir insan, iman hizmetinde en önlerde bulunsa da, nefsî ve şeytanî tuzaklara düşmemek için temkini hiç elden bırakmamalı, kendisinin dini teyid eden bir racul-ü fâcir olabileceğinden çok korkmalı; fakat, hâlâ bu salih dairede bulunuyor olmadan dolayı da Allah’a karşı hamd ü senâ hisleriyle dolmalı ve kendisine bahşedilen bu arınma fırsatını en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmalıdır. (13.10)


-Hazreti Üstad, “Sen, ey riyakâr nefsim! ‘Dine hizmet ettim’ diye gururlanma. ‘Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da te’yid ve takviye eder.’ hadisi sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o racul-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini ve ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü, vazife-i fıtrat, farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucub ve riyadan kurtul.” demiştir. (14.35)


-Dine hizmet dairesine sevk-i ilâhi ile dahil olduğumuzu gösteren bir misal… (16.00)


-Hasan Basrî hazretleri misillü Hak dostları kendilerini hatanın en çirkinini yapmış ve günahın en büyüğünü işlemiş, böylece kalbî hayatını tamamen berbat etmiş ve ruh dünyasını bitirmiş biri gibi görmüş; dolayısıyla da sürekli istiğfara yapışmışlardır. Onları tanımayan, ruh enginliklerine vakıf olmayan ve onların muhâsebe ufkunun nerelere vardığını bilemeyen nâdanlar, bu yakarışları işitince, “Bu adam ne günahlar işlemiş ki böyle; ben o günahlara girmediğime göre bu sözleri söyleyemem!” diye düşünebilirler. Oysa, günümüzün insanı, hayatının muhasebesini doğru yapsa, kendi hakkındaki hükmünü yine kendisi verecek ve fâcir bir insan olarak gayyaya yuvarlanma endişesiyle iki büklüm olacaktır. (17.53)


-Bütün hayr ü hasenât ahiretteki güzelliklere nâil olabilmek için âdi birer sebeptir, insanlara bakan yönüyle birer bahanedir. Zira, hiç kimse Cennet’e ameliyle gidemez; Cennet ve ötesindeki nimetler ancak Allah’ın rahmetiyle ve lütfuyla elde edilebilir. Ne var ki, sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz, kullarının en küçük iyiliklerini dahi değerlendirir; onları birer kurbet ve vuslat vesilesi olarak kabul eder. (23.17)


-Bizler O’nun kapısında boynu tasmalı kapıkullarıyız; gayemiz de Kendisini bize tanıtmasının vefa borcunu eda etmektir. Sığındığımız kapı O’nun her zaman, herkese açık olan kapısıdır. Kapının önündekilere el uzatıp, onları içeri alacak ve gönülden-sırdan geçen bir uzun yolculuktan sonra her şeyi farklı görüp, farklı duyacağımız vuslat koyuna ulaştıracak da yine O’dur. (26.05)