Rekâik: Gönül Titreten, Göz Yaşartan Mevzular

Rekâik: Gönül Titreten, Göz Yaşartan Mevzular

Çay Faslından Hakikat Damlaları…

-Her harfte ve her kelimede Cenâb-ı Hakk’ın rızasını gözetme.. hiç araya girmeme, bir an bile kendini mülahazaya almama.. dediğini ettiğini dahi unutma.. her şeyi gönlün sesi olarak ortaya koyma.. konuşurken okurken “gırtlak ağalığı” yapmama.. çağırılacak insanları gönlün sesiyle çağırma… çok çetin bir iş. Mev’ize de çetin.. Kur’an okumak da çetin. (00:53)

-Ezan okurken bağırabildiğin kadar bağır ama kâmet getirirken –rica ederim– beni kalbinin sesiyle namaza çağır!.. (04:00)

– Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Ebû Zer hazretlerinin şahsında bütün ümmet-i Muhammed’e şöyle buyurmuştur:

جَدِّدِ السَّفِينَةَ فَإِنَّ الْبَحْرَ عَمِيقٌ
وَخُذِ الزَّادَ كاَمِلاً فَإِنَّ السَّفَرَ بَعِيدٌ
وَخَفِّفِ الْحِمْلَ فَإِنَّ اْلعَقَبَةَ كَئُودٌ
وَأَخْلِصِ الْعَمَلَ فَإِنَّ النَّاقِدَ بَصِيرٌ

“Gemini bir kere daha elden geçirerek yenile, çünkü deniz çok derin. Azığını tastamam al, şüphesiz yolculuk pek uzun. Sırtındaki yükünü hafif tut, çünkü tırmanacağın yokuş sarp mı sarp. Amelinde ihlaslı ol, zira her şeyi görüp gözeten ve hakkıyla değerlendiren Rabb’in senin yapıp ettiklerinden de haberdârdır.” (07:04)

-Kur’an okurken, sohbet ederken, birine bir şeyler anlatırken ve hizmet adına en küçük bir iş yaparken mutlaka Allah’ın rızası talep edilmeli ve bu konuda O’na ciddi teveccühte bulunulmalıdır. (12:00)

-İhlas âbidelerine ihtiyaç var. Dünyanın çehresini değiştirecek olanlar onlardır. İster siyasî ister gayr-i siyasî sahada ücrete, takdire, tebcile, menfaate bağlı vazife yapanlar, muvakkaten bir tesir icra etseler de kalıcı ve ciddi hiçbir şey ortaya koyamamışlardır. (14:33)

Soru: Dini hayatı destekleyen ve canlı tutan “müeyyidât” dediğimiz vesilelerin iki önemli rüknü bulunduğu; bunlardan birinin “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker”; diğerinin “rekâik” olduğu ifade edilmişti. Rekâik mevzuuna hangi hususlar dahildir; günümüz insanının bu konudaki eksiklikleri nasıl giderilebilir? (18:27)

-İslâm’ın koruyucu zırhı hükmünde olan ve dinin ayakta durabilmesi için insanlar arasında daima canlı tutulması gereken “müeyyidât” dediğimiz esaslar vardır. Bu esasların birincisi, “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker”dir; yani, sürekli iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaktır. Müeyyidâtın çok önemli diğer bir yanını da “rekâik” teşkil eder. Ne var ki, bunların tesir edebilmesi için önce sağlam iman gereklidir. (18:48)

-Bazı yönleri itibarıyla irşattan ayrılan emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker, -genel manada- Kur’an ve sünnete uygun düşen söz, amel ve davranışları (ma’rufu) öğütlemek; haram ve günahlardan, Allah’ın razı olmadığı ifade, fiil ve tavırlardan, dinin ve selim aklın çirkin gördüğü şeylerden (münker’den) de sakındırmaktır. (19:49)

-Camilerde yapılan vaazlar, okunan hutbe ve nasihatler, bilhassa Ramazan ayı boyunca devam eden mukabeleler, hele tekke ve zaviyelerde kalb ve ruh ufkundan sır, hafi ve ahfanın diliyle seslendirilen sohbetler “emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker” sistemi çerçevesinde ortaya konan faaliyetlerdendir. (23:20)

-İmanı kuvvetlendiren, güzel ahlâka teşvik eden, kalbde Allah sevgisini ve rikkati arttıran, gönlü yumuşatan ve gözün yaşarmasına vesile olan öldükten sonra dirilme, akıbet, Cennet, Cehennem, insanın Cenâb-ı Hak’la münasebeti ve zühd mülahazası ile ilgili konulara “rekâik” denir. (27:41)

-Selef-i salihîn efendilerimiz rekâikle meşgul olmayı hayatlarının bir parçası haline getirmiş; “Kitab’uz-Zühd ve’r-Rekâik” adlı eserler yazmış; hadis mecmualarında ya da diğer kitaplarında “rikâk” başlığı altında ölüm ve ötesiyle alâkalı mevzulara, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), Ashâb-ı kirâmın ve Tâbiîn’in ibâdet, zühd, tevekkül, tevazu ve kanâata dâir söz ve tavsiyelerine yer vermişlerdir. İnsanın ölüm meleğiyle karşılaştığı andaki durumu, can verme sırasındaki hali, defnedilmesi, kabir azabı, berzah hayatı, mahşer, hesap, mizan, sırat, Cennet ve Cehennem gibi safhalar üzerinde uzun uzun durmuşlardır. Bununla beraber, rekâik arasında en fazla râbıta-ı mevt konusuna değinmiş ve ahiret için azık edinmenin lüzumuna dikkat çekmişlerdir. Ezcümle, Ebû’l-Leys Semerkandî hazretlerinin Tenbîhü’l-Gafilîn adlı kitabı bu eserlerden biridir. Bu mevzuda İmam Kurtubî hazretlerinin dikkat, gayret ve cehdi de şâyân-ı takdirdir. (28:03)

-Hanefi fıkhına dair kitabı da bulunan Ebu’l-Leys es-Semerkandî hazretlerinin rekâikle alakalı Tembihü’l-Gâfilîn isimli eserini 15-16 yaşlarındayken Korucuk köyünün halkına bir ders gibi takrir etmiştim. Cehennem’le alakalı bahisleri anlatırken o insanlar hıçkıra hıçkıra ağlarlardı. Hatta, bir gün namazdan sonra yanıma gelmiş, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleriyle buğulu buğulu bakarak, “Hocam, Allah aşkına, Rabbimizin bir de Cennet’i yok mu? Bittik, bizim işimiz bitti” demişlerdi. İşte rekâiki her meseleyi üzerine alarak ve akıbet endişesiyle ciddi muhasebe yaparak -o hüşyar insanların dinledikleri gibi- dinlemek ve okumak lazımdır. (30:35)

-Hayatını ibadetle geçiren Esved b. Yezîd en-Nehaî vefat ederken çok korkuyor ve çok ağlıyor. Hazreti Alkame yanına gelip soruyor: “Nedir bu hıçkırıklar, günahlarından mı yoksa ölmekten mi korkuyorsun?” Bunun üzerine o büyük Hak dostu, “İnne’l-emra ciddün – Hayır hayır, iş çok ciddi; ben günahlarımdan ya da ölümden değil, küfür üzere ölmekten korkuyorum.” diyor. Evet, korkmayanın akıbetinden korkulur; endişe duymayanın akıbetinden endişe edilir. (34:55)

-Râbıta; iki şey arasındaki bağ, bağlılık, irtibat, alâka ve münâsebet manâlarına gelmektedir. Mevt ise, ölüm demektir. Bu itibarla, “râbıta-i mevt” tabiri, ölümü sürekli hatırda tutmayı, bir ayağı öbür âleme atmışçasına ötelerle irtibat halinde bulunmayı, bu dünyanın bir misafirhane olduğunu düşünerek ebedî saadeti kazanma gayretiyle yaşamayı ve tûl-i emelden kurtularak büyük bir alâka ile ahiretin yamaçlarına yönelmeyi ifade etmektedir. (36:12)

-Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), henüz inancın kökleşmediği ve câhiliye alışkanlıklarının devam ettiği bir dönemde kabir ziyaretini muvakkaten yasaklamış; fakat daha sonra ölümü hatırlamak ve ibret almak gibi maslahatlar için kabir ziyaretini tavsiye buyurmuştur. (37:13)

-Bize ne zaman “Sıra sende” deneceğini bilmiyoruz. Buna rağmen çoğumuz ölümün bir gün gelip çatacağından habersiz yaşıyoruz. Münebbihât’ın başındaki şu nasihat bu hakikati ifade etmektedir:

يَا مَنْ بِدُنْيَاهُ اشْتَغَلْ قَدْ غَرَّهُ طُولُ اْلأَمَلْ
أَوَلَمْ يَزَلْ فِي غَفْلَةٍ حَتَّى دَنَا مِنْهُ اْلأَجَلْ
اَلْمَوْتُ يَأْتِي بَغْتَةً وَالْقَبْرُ صُنْدُوقُ الْعَمَلْ
اَصْبِرْ عَلَى أَهْوَالِهَا لاَ مَوْتَ إِلاَّ بِاْلأَجَلْ

“Ey dünya meşgaleleriyle oyalanan zavallı! Upuzun bir ömür ümidiyle hep aldandın. Yetmez mi artık bunca gaflet ve umursamazlığın. Bak, yaklaştı ötelere yolculuk zamanın; unutma ölüm çıkıp gelir bir gün ansızın. Seni bekliyor kabir, o ki amel sandığın. Öyleyse, kov dünya endişelerini ve sabra sığın; ecelin dolup da yolculuk anın gelene dek hâlâ var bir fırsatın.” (38:10)

-İbn-i Mes’ud (radıyallâhu anh) rivayet ediyor: “Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım; fakat artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabir ziyareti, dünya bağını kırar, ahireti hatırlatır.” Hadis-i şerifte de görüleceği üzere burada hükmün menâtı (sebep ve hikmeti) dünyanın fâni olduğunun düşünülmesi ve ahiretin hatırlanmasıdır. Üstad Hazretleri de nimetlerin kadrini bilmek, kıymetini anlamak ve akıbeti düşünüp hazırlık yapmak için kabirleri de ziyaret etmek gerektiğini belirtiyor. Fakat, günümüzde hayat tutkusu ve günlük meşgaleler insanları öylesine kuşatmıştır ki, mezarlardan ibret alan kimselere rastlamak pek zordur. Şahsen, kabristana çok gittim, sayısını bilemeyeceğim kadar cenaze teşyiine iştirak ettim; fakat maalesef, kabirde sergüzeşt-i hayatını düşünerek, yarınki hesaplarıyla hayatının seyri arasında bir irtibat kurarak, bugünden yarına bakarak, orada bayılasıya ağlayan bir insan gördüğümü hatırlamıyorum. (41:34)