Gül ve Bülbül Töresi

Gül ve Bülbül Töresi

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, 20 Şubat 2015 Cuma günü yaptığı haftanın Bamteli sohbetinde özellikle şu konuları vurguladı:

Allahım Kazanma Kuşağında Kaybettirme!..

*“Allahım! Bizi Senden uzaklaştıracak ve Sensizliğin mahkûmu haline getirecek her türlü nefsânîlikten Sana sığınırız.” Biz böyle deriz. Böyle demekle Cenâb-ı Hakk’ın arındırması arasındaki münasebeti tam kavrayamayabiliriz. Fakat O’nun eltâf-ı sübhâniyesi ile bizim mukabelede bulunmamız arasında ne zaman bir münasebet var ki? Ne vermişiz ki insan olmayı O’ndan almışız? Ne vermişiz ki karşılığında düşünme kabiliyetini O’ndan almışız? İnsan-ı mü’min olmanın karşılığında ne vermiş de onu almışız? Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e ümmet olma şeref ve pâyesini O’na ne vermiş de almışız? İnsanlığın İftihar Tablosu’nun, “Kardeşlerime selam!..” dediği bahtlılar arasında, boyunduruğun yere konduğu bir dönemde dünyaya gelme ve o boyunduruğu kaldırma şuuruna erme; ne verdik ki onu elde ettik?

*Bu, kazanma ile kaybetme kuşağı arasında bir nokta. İfade ederken “kader-denk” noktası diyoruz. İnsan ya bütünüyle kazanır ya da bütünüyle kaybeder. Ahir zamanda, boyunduruğun yere konduğu ve işin başa düştüğü bir dönemde, öyle büyük bir kazanma ile ürperten bir kaybetme at başı adeta. Orada meseleyi iyi değerlendirerek, kazanma kuşağında kaybetmemeye bakmak lazım.

Kıvam Abidesi Olma İle Esfel-i Sâfilîne Yuvarlanma Arasında İnsan

*A’lâ-yı illiyyîn-i kemâlâta çıkma varken, onun ışıkları bize göz kırparken, esfel-i sâfilîne yuvarlanma.. böyle kötü bir akıbetten Allah’a sığınmak lazım. Onun için, Cenâb-ı Hak reçete olarak neler sunmuşsa, tek kelimesini heder etmeden, tek kelimesine göz kapamadan, o reçeteyi aynıyla kullanmaya bakmak lazım.

*Tîn Sûresi’nde,

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ

Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık. Sonra da onu en aşağı derekeye çevirip düşürdük. (Tîn, 95/4-5) ayetleriyle işaret edildiği üzere; insanoğlu, iç ve dış donanımı, –kaynağı Hak inayeti– güzellerden güzel sureti, vicdanî genişliği, mahiyet zenginliğiyle bir kıvam örneği ve “ahsen-i takvîm” âbidesidir. Fakat o kendisine emanet edilen mahiyet-i insaniyeyi insana yakışır şekilde koruyamaz, zâhir-bâtın hâsselerini yaratılış gayesi istikametinde kullanmaz/kullanamaz, din ve dünya işlerinde Hak rızasına kilitlenip elinden geldiğince mefsedetlerden uzak duramaz ve başta insanlar olmak üzere herkese, her şeye karşı bir emanetçi gibi titiz davranmazsa, potansiyel olarak yeri “a’lâ-yı illiyyîn” iken, bir şakî olarak aşağıların aşağısı mânâsına “esfel-i safilîn”e yuvarlanıverir.

*Cenab-ı Hak,

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ

“Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen bir mükâfat vardır.” (Tîn, 95/6) buyuruyor. Evet, yürekten Allah’a iman eden, imanını iz’anla, onu yakîn ile taçlandıran.. bir de imanını tabiatının bir yanı haline getirmek için amel/aksiyon yönünde hiç kusur etmeyen, işledikçe işleyen, işledikçe işleyen, işledikçe işleyen insanlar müstesnadır. Onlar için bitip tükenmez bir mükafat vardır.

Zorluklar, Arzular ve Selametli Yol

*İbadet ü taati iç dürtülerle yapacak hale gelmek hedeflenmelidir. O ufuk yakalandığı zaman iş belli ölçüde kolaylaşmış olur.

*Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

حُفَّتِ الْجَنَّةُ بِالْمَكَارِهِ وَحُفَّتِ النَّارُ بِالشَّهَوَاتِ

“Cennet çepeçevre nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle sarılmış, Cehennem de (bedenî arzu ve iştihâları kabartan) şehevâtla…” Evet, Cennet mekârihle, insana ters, ağır ve zor gelen bir kısım hadiselerle kuşatılmıştır. Onlara takılmadan ve o dikenli tarlalardan geçilmeden oraya ulaşılamaz. Cehenneme gelince, o da cismânî, bedenî, beşerî ve garizî hislerle, şehvetlerle, arzularla, bohemlikle, yemekle, içmekle, yan gelip yatmakla ve dünyada ebedî kalacakmış gibi davranmakla kuşatılmıştır.

*Cenâb-ı Hak, ulemâyı tebcil etmiş ve buyurmuştur ki;

إِنَّمَا يَخْشَى اللهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ

“Allah’tan, kulları arasında ancak âlimler hakkıyla korkar.” (Fâtır, 35/28) Allah’tan hakkıyla haşyet duyacak ve iç ürpertiyle her zaman O’nu yâd edecek insanlar ulemâdan bazı kimselerdir. Bütün teologlar, bütün ilahiyatçılar, bütün ilim adamları değil; düşüncelerini, vahy-i semâvî ile test edip doğrulayan, bilip tanıma neticesinde ulûhiyet dairesine karşı hürmet hissiyle dopdolu olan âlimler. Allah’ı gerçekten bilen, selâmetli yolu tehlikeli yoldan tefrik edecek olan da işte böyle âlimlerdir.

Bülbüllerin En Güzeli, Dikenler Üzerinde Dahi Gülistan Nağmeleri Döktürendir

*“Bir bağ ki görmezse terbiye, tımar / Çalı çırpı sarar hâristan olur.” (Havâî) Bağ mutlaka tımar edilmeli; insanlar tımar gayreti içinde bulunmalı; herk etmeli, hernik yapmalı. Ancak o zaman, hiç işe yaramayan ve kuvve-i inbâtiyesini yitirmiş gibi görünen o kupkuru topraklar bile bir de bakarsınız -İnsanlığın İftihar Tablosu’nun eliyle o cahiliye çölleri gülistana döndüğü gibi- gülistana döner.

*Bülbülün en güzeli, dikenlerin üzerinde dahi gül arzusuyla sürekli içini döken, içini döküp ağlayan bülbüldür. Gülün dalına konup, gülün yapraklarına bakarak ağlamak, her bülbülün yapacağı iştir. Önemli olan dikenlerin üzerinde âh u efgânda bulunmak, gözyaşı dökmek ve “Burayı ne zaman bir gülistan yapacaksın?” mülahazasıyla inlemektir.

*Dünyada Asr-ı Saadet’ten daha zevkli, daha neşeli, daha iç açıcı, daha inşirah verici başka bir tarihî kesim yaşanmamıştır. İnsanlığın İftihar Tablosu sayesinde!.. Ve İnsanlığın İftihar Tablosu’nun dünyayı şereflendirmesinden evvel oradaki çirkinlik ölçüsünde bir çirkinlik de hiçbir yerde görülmemiştir. Vahşet diz boyu değil, göbekte de değil, gırtlakta. Denâet gırtlakta. Asilik gırtlakta. Mantıksızlık gırtlakta. Muhakemesizlik gırtlakta. İnsanî hiçbir yanları kalmamış o insanlar tam bir diken tarlası. O (aleyhissalâtü vesselam) diken tarlasında dikenlerin hakkından gelerek, belki yaptığı aşıyla, o dikenleri bir yönüyle gül ağaçları haline getirmiştir. O’nun elinde, O’nun insibağıyla, O’nun fırçasıyla boyaması sayesinde bir zamanlar insanda ürperti hâsıl eden, hatta şeytanlarda tiksinti hâsıl eden o toplum meleklerin imrenebileceği bir toplum haline gelmiştir.

*Hazreti Mevlana der ki: “Bazen melekler bizim halimize, nezaket ve nezahetimize imrenirler; bazen de şeytanlar bizim tavır ve davranışlarımız karşısında tiksinti duyarlar.”

Bu Hâristan da Bâğistan’a Dönüşebilir

*Katiyen ümitsizliğe düşmemeli. Bazı kimselerin tavır ve davranışlardan şeytanların bile tiksinti duyduğu bir diken döneminde dahi hâristan olan yer birden bire bâğistana dönebilir. Allah’ın izniyle, hazan mevsiminde bir de bakarsınız ki bir nevbahar bütün esintileriyle ve adeta inşirah olup insanların içine akıyor ve herkes tepeden tırnağa bütün nöronlarında onu duyuyor. İnsanlığın İftihar Tablosu o vahşet dönemini öyle bir bâğistana/bostana ve o dikenlerin hepsini gül ağaçlarına çevirmişse, Allah’ın izni ve inayetiyle, bu oluyor demektir. Bir yerde bir şey olmuşsa, evvela onun imkanı vurgulanmış sayılır. Şu kadar var ki, o dönemde asliyet planında; çünkü o Zat hususi donanımı olan, özel gönderilmiş birisi; temel dinamikleri size de ışık tutacak şekilde, projektörler mahiyetinde sunmuş bir vazifeli. Size de projektörler sunmuş ve adeta demiş ki: Yoksa projektörleriniz, siz de mumlarla, lambalarla, fenerlerle, lükslerle yürüyün bu yolda. Allah’ın izniyle her zaman o hâristanlar bostan ve bâğistan olabilir. Elverir ki bağbanını, bahçıvanı bulsun.

*Kafaların bozulduğu, ağızların zevzekleştiği, insanların sürekli bir günah fabrikası haline geldiği bir dönemde ille de saksağanların sesine biz de saksağan sesiyle katılalım deyince o saksağan korosu olur. En iyisi mi bir yerde saksağanlar ötüyorsa ve bir ses katılacaksa, bülbül sesleriyle saksağanların sesinin arasına girmeli, onların tesirini kırmalı ve onları bastırmaya bakmalıdır.

Siz doğru yolda olduğunuz müddetçe kötüler size zarar veremeyecektir!..

*Dedikleri ettikleri şeylere mukabil aynı şenaat ve denaeti işleyerek, aynı seviyesizliğe düşerek aynı şeyleri söylemek değil. Hem zaten sizin sözlüklerinizde, dimağ sözlüklerinizde, kortekslerinizde o kadar yalan, o kadar iftira, o kadar densizlik, o kadar şenaat ve o kadar denaetle alakalı kelime yoktur. Zaten, denaet ve şenaette başkalarıyla yarışa kalkışırsanız, kendinize karşı saygısızlık yapmış olursunuz.

*Kur’an-ı Kerim’de,

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا عَلَيْكُمْ أَنْفُسَكُمْ لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ إِذَا اهْتَدَيْتُمْ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.” (Mâide, 5/105) buyurulmaktadır. Kendinize bakınız! Siz hidayette iseniz, hidayeti tabiatınızın bir derinliği haline getirmiş iseniz; bir yönüyle her zaman onu duyuyor ve hareketlerinizi hep onun güdümünde götürüyorsanız; kimse size zarar veremez.

Hiç İyilikle Kötülük Bir Olur mu?!.

*Kötülükleri dahi iyilikle savmaya çalışmak bir mü’min ahlakıdır. Kur’an-ı Kerim’de bu husus farklı şekillerde nazara verilmektedir. Bu cümleden olarak şu ayet hatırlanabilir:

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ اِدْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ

“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 41/34) Hasene; güzelliklerin hepsi, imandan İslam’a, İslam’dan ihsana, ihsandan ihlasa, ihlastan yakîne kadar, insanın özündeki, tabiatındaki, donanımındaki güzellikleri inkişaf ettirecek her şeydir. Seyyie’ye gelince, o da tam onun tersi; insanın özündeki bütün güzellikleri dumura uğratacak, yani gülistanı, baharistanı hâristana çevirecek kötülükler mecmuasıdır. Kur’an-ı Kerim diyor ki; hasene, seyyie bir değildir, aklınızı kullanın. Haseneler, insanın her yönüyle insanlığını haykırıyor ve insanın mahiyetindeki gerçek insanlığa, insan-ı kamil olmaya götürüyor. Diğeri de ahsen-i takvime mahsus bütün yıldızları söndürüyor, güneşi batırıyor, ayı bitiriyor, aydınlığı karanlığa boğuyor. Buna rağmen biri seyyieyle karşınıza çıkıyorsa, siz onu iyilikle savın.

Gel kardeşim, bağrım sana da açık!..

*Şefkat mesleği, herkese karşı merhamet kollarını sonuna kadar açmayı gerektirir. Ezcümle, soluklarını bile insanlık için kullananlardan Mevlâna Celaleddîn Rûmî hazretleri döneminde bazıları ağızlarına ne gelirse söylemekte ve Hazreti Mevlânâ’ya hakaret etmektedirler. Bir gün bir tanesi, “Sen inançsızlara bile kucak açıyorsun, onlarla bir araya geliyorsun; günah işleyenlere dahi “gel” diyorsun… Böyle yapmakla İslam’ın onurunu iki paralık ediyor, dinin izzetine dokunuyorsun.” cümlelerinden oluşan ve daha bir düzine hakaretle dolu sözler sarfeder. Hazret, ona tek cümle ile cevap verir; “Sen de gel, sana da bağrımı açıyorum!” der.

*Hâsılı, mesleğimizin gereği: Şerrinden endişe duyduğun kimseye dahi iyilikte bulun. Çağır evine, bal-kaymak ziyafeti çek; tadın ne demek olduğunu bilmeyen o insana, bir şey tattır; anlasın acıyı tatlıyı!..