İkindi Yağmurları – Yaptırdıkları Yaptıracaklarının Referansıdır

İkindi Yağmurları – Yaptırdıkları Yaptıracaklarının Referansıdır

Allah, ne sizi yüzüstü bırakır ne de bu seviyeye getirdiği hayırlı hizmetleri akamete uğratır; yeter ki siz dağınıklığa düşmeyin, meşveretten vazgeçmeyin ve Kur’ânî makuliyet istikametindeki gayretlerinizi eksiltmeyin.

Bu türlü şeyleri alabildiğine tasvir ederek sâfî düşünceleri, sâfî zihinleri kirletmemek lazım. İcmâlen meseleyi bilmeli… Şeytan bir oyun oynuyor burada… Bu oyun “künde” ise, kündeye göre kendinizi hazırlarsınız; bu oyun bir “el-ense” ise, el-enseye göre kendinizi hazırlarsınız; bir “paçadan kapma” ise, ona göre kendinizi hazırlarsınız. -Kırkpınar’ı seyrettiğimden dolayı, biraz o terminolojiye göre konuştum, kusura bakmayın.- Ona göre kendinizi hazırlarsınız ve bu olumsuzluklar sarmalından dışarıya çıkmaya çalışırsınız. Dünden bugüne bunu devam ettire geldiniz ve çok önemli hayırlara vesile oldunuz, çok önemli şeyleri inkişaf ettirdiniz. Bunu daha ileriye götürmek için Allah’ın izni-inayetiyle, sadece kendi meselelerinizle meşgul olursunuz. Oturur-kalkar “ortak akıl”a müracaat edersiniz.

Hazreti Sahib-i Zîşân’ın -Rasûl-i Ekrem’i kastediyorum, sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurduğu gibi, مَا عَالَ مَنِ اقْتَصَدَ، وَمَا خَابَ مَنِ اسْتَشَارَ “İktisat yapan, fakr u zarurete düşmez. İstişare eden de haybet ve zarar yaşamaz.” Evet, iktisat yapan, fakr u zaruretin kirli yüzünü görmez. İstişare eden de hiçbir zaman sürçmeye, teklemeye, yığılıp yerde kalmaya maruz kalmaz, haybet yaşamaz! Meşveret, meşveret, meşveret… Sahabe-i kiramı takdir sadedinde, Şûrâ Sûresi’nde, وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ “… Onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir.” (Şûrâ, 42/38) deniyor. Değişik faziletler sıralanıyor ve sonunda da “Onlar, kendi aralarında her şeylerini meşverete bağlı, meşveret yörüngeli götürüyorlar.” deniyor; “Onlar öyle babayiğit, öyle kâmet-i bâlâ insanlar…” deniyor.

Bu açıdan da oturup-kalkıp hep kendi plan ve projelerimizi bu şartlar altında nasıl realize edebileceğimizi düşünüp konuşmalıyız. Zannediyorum ona bakmamız lazım. Çünkü yine Hazreti Pîr’e ait bir sözdür: “Her zamanın ayrı bir hükmü vardır.” Değişmeye müsait meselelerde, Kur’an’ın temel disiplinlerine aykırı olmamak, Sünnet-i Sahîha’ya aykırı olmamak, Müçtehidîn-i ızâm hazerâtının o mevzuda selametli içtihatlarına aykırı olmamak kaydıyla, her zamanın ayrı bir hükmü vardır. “Şimdi konum, nasıl hareket etmeyi, neler düşünmeyi gerektiriyor? Bu problemler sarmalından nasıl sıyrılırız, nasıl çıkarız? Bugüne kadar Allah’ın izniyle getirilen bu işi, bundan sonra nasıl ileriye götürürüz?” Hep bu meseleleri mülahaza ve mütalaaya almalıyız.

Biz, bu mevzuda isabetli bir adım attığımız zaman, Allah’tan tevfîk bekleyebiliriz. Biraz evvel dediğim gibi, şu âna kadar yapılan şeylerde zaten, tenâsüb-i illiyet prensibine göre, sebep-sonuç arası bir münasebet yok. Allah’ın size yaptırdığı şeyde, tenâsüb-i illiyet -Frenkçe ifadesi, “Kozalite” prensibine göre, sebep-sonuç arasında hiç münasebet yok! Çiçeği burnunda delikanlılar… Tecrübeleri yok… İlk gidenler kuralarını çekti gittiler, yirmi tane mi, otuz tane mi? Ertesi defa külahın içi almayacak kadar kura olduğundan dolayı, “Yahu makine ile yapalım bu işi!” filan dendi. Daha sonra, daha başka şeyler ile… Sonra bir güzergâh haline, bir şehrâh haline geldi ki, artık sizin varlığınız yokluğunuz önemli değil… Muhâsibî ifadesi ile “Kur’ânî makuliyet” içinde bir araya gelindi. “Yahu bu güzel bir şey imiş! Kur’an mantığı da bunun, bu meselenin böyle olmasını iktiza ediyor!” dediler. -Hazret, “Kur’an Mantığı” diyor, “Kur’anî makuliyet”.- Kur’an mantığı çerçevesinde sistemler kurdular; dünyanın dört bir yanına açıldılar. Şaşılacak bir şey… Ama biz farkına varmadan, zannettik ki, “Biz yapıyoruz!..” İnşaallah siz öyle dememişsinizdir, ağabeyleriniz de öyle dememişlerdir. Belli; işin büyüklüğü ile bizim sa’y ve gayretlerimiz arasında tam bir münasebet yok. Mesela, Kıtmîr kendi açısından dese: “Benim ayak bağı olmam, filan ile bu meselenin telif edilmesi mümkün değil!..” Mümkün değil bu!..

Şimdi, belli bir dönemde Cenâb-ı Hak, böyle tenâsüb-i illiyet prensiplerini aşkın şekilde size engin eltâf-ı Sübhâniyede bulunmuş ise, sağanak sağanak başınızdan aşağıya zaferler yağdırmış ise, bu iş bu seviyeye geldikten sonra, ne sizi yüzüstü bırakır, ne de yapılan bu işleri olduğu yerde bırakır. Ama murâd-ı Sübhânî, daha başka şekilde, daha başka renk ve desende, dünyaya kendinizi bir farklılık içinde, bir kere daha ifade etmeniz yönünde demek ki; bunun adına sizi tohumlar gibi dünyanın dört bir yanına cebrî hicret ile saçtı-savurdu. Dedi ki: Bulunduğunuz ülkede birer tohumdunuz siz, bir tane… Ama gittiğiniz yerde toprağın kuvve-i inbâtiyesine göre, yani gönüllerin size açılmasına göre, toprağa kendinizi atacaksınız; orada -fenâ-fillah, bekâ billah, maallah- çürüyeceksiniz Allah yolunda. Siz çürüyeceksiniz ama bir başak meydana gelecek. Bu defa lâakall on tane olacaksınız. Bir gidecek, yerinizi on tane alacak. Bazen de Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, on tane başak olacak, her başakta on dane olunca, bu defa “bir”, “yüz”e yükselecek. Allah’ın lütfu çok engin; rahmeti, gazabına sebkat etmiş ve her şeyden vâsi’; isterse bin tane yapar.

Bu açıdan da şimdiye kadar bu işi Kendi inayet, kudret, riayet ve kilâeti ile devam ettirdi; aynı zamanda hırz u sıyâneti ile -“hırz” koruma demek, “sıyânet” de koruma demek- düşmanlarınıza karşı size yardım etmek suretiyle, sizi öyle bir noktaya ulaştırdı ki!.. Bugüne kadar size yaptırdığı şeyler, gelecekte daha büyüğünü yaptırmak için en inandırıcı referansıdır. Hiç sekmediniz, hiç sürçmediniz, hiç yüzüstü düşmediniz. Tekme yediniz, sarsıldınız; balyoz yediniz, onun şokunu yaşadınız. Fakat bunların olmadığı hiçbir dönem yoktur ki!..

Not: Bu video, 22 Nisan 2019 tarihinde yayımlanan “Şahsiyet Yetimliğinden Kurtuluş” isimli Bamteli sohbetinden hazırlanmıştır.