Posts Tagged ‘Helal’

471. Nağme: “Affetmeye Hazır Olun!” Tenbîhi

Herkul | | HERKUL NAGME, NAGMELER

Değerli arkadaşlar,

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, dünkü sohbette şu soruyu cevapladı:

“Son yedi sekiz Bamteli veya Herkul-Nağme sohbetinde bu süreçle alakalı olarak affa çok ciddi vurgu yapıyorsunuz. Acaba süreç sonunda af konusunda farklı mütalaalar olabileceği hususunda endişeleriniz mi var? Yoksa tahribat geniş tabanlı olduğundan ve uzun sürdüğünden dolayı bu tahşidat az bile, diye mi düşünüyorsunuz?”

Kıymetli Hocamız, olumsuzluğu tek başına bırakıp yalnızlaştırmak gerektiğini anlatarak sözlerine başladı ve özellikle şunları söyledi:

*Olumsuzluğu yalnızlaştırmak lazım. İki vasıta birbirinden uzaklaşıyorsa, aradaki mesafe hızla artar. Ama biri yerinde durursa şayet, bazı muvasala köprüleri teessüs ettikten sonra bir gün dönüp gelinecek olursa, çok fazla güç harcanmadan bir araya gelme olur Allah’ın izni ve inayetiyle.

*Toplum çok kamplaştırıldı, birbirinden koparıldı. Günümüzde öyle ayrışmalar oldu ki -hafizanallah- eğer bir taraf bir yerde durmazsa, mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimanesiyle hareket ederse, yani affa yanaşmazsa ve tokada tokatla, çirkin lafa çirkin lafla mukabelede bulunursa, toplumda kâbil-i iltiyam olmayan yaralanmalara, parçalanmalara sebebiyet verilmiş olur. Arkadan gelen nesillere de kin ve nefret miras bırakılmış olur.

*Diğer taraftan, şayet bir yerde örnek bir şey sergilerseniz, o huzur âlemini gören kimseler çevrede imrenmeye başlarlar. Onlar da lokal dahi olsa o türden şeyler oluşturmaya çalışırlar. Siz hiç farkına varmadan, bir de bakarsınız, sizin çevrenizde oluşturduğunuz o ütopya gibi oluşum, Allah’ın izni inayetiyle, dar dairede bile olsa (başka yerlerde de) oluşur. Hal diliyle, temsil diliyle imrendirici bir şey sergilerseniz, Allah’ın izniyle, muhtemel fitne ve fesatları bertaraf etmiş, en azından onların tesirlerini azaltmış olursunuz.

*Bir diğer taraftan bizim hırçınlık yapmamız için hiç sebep yok. Mesela; buraya malikâne derlerse, “Gelsinler baksınlar!” deriz. Burada nasıl kalıyoruz? Kirasını vererek. Dolayısıyla bizim ille de üzerini örtmemiz icap eden bir kusurumuz yok. Allah’a karşı kusurumuz çoktur da fakat toplum nezdinde bizi mahcup edecek bir şeyimiz yok. Kimse bize “hırsız” diyemez, “rüşvet aldınız” diyemez. Dolayısıyla yüzümüz ak, alnımız açık, Allah’ın izin ve inayetiyle rahatız. Cenâb-ı Allah’a, bizi böyle olumsuz şeylerden koruduğu için de hamd u senada bulunuruz.

*İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Kardeşlerime selam olsun! Birileri yeryüzünde fesada sebebiyet verdikleri halde, onlar ıslah hareketi içinde olurlar; uzlaştırıcı, barıştırıcı hareket tavır ve davranışları içinde olurlar.” buyuruyor. Bu aynı zamanda Cenâb-ı Allah’ın o toplumu cezalandırmaması için de bir seradır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Rabbin, halkı dürüst hareket eden hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez.” (Hûd, 11/117) Evet, Kur’ân’ı dert edinmiş, insanlığın salâhını düşünen, bunu hayatının gayesi bilip, kadın-erkek bu uğurda mücadele eden bir zümre varsa, Allah o yeri semavî ve arzî büyük belalardan korur.

*Arkadaşlardan sorduklarımın çoğunun evleri yok, demek ki Anadolu insanının onca teveccühünü, kendi arzuları istikametinde o ölçüde olsun değerlendirmemişler; çalmamışlar, çırpmamışlar. Demek ki, hep insanlık için soluk soluğa koşmuşlar, küheylan gibi… Bütün bunlardan dolayı Cenâb-ı Hakk’a hamd u sena etmek lazım.

*Belki bütün bunlardan daha büyük bir lütuf şudur: Cenâb-ı Allah’ın bunca iltifatâtı karşısında hiç kimse kendisini fevkaladeden bir insan görmüyor. Cenâb-ı Hakk’ın size gördürdüğü bu işi, en büyük devletler bile yapamamıştır. Öyle büyük işler yaptırdı ki, dolayısıyla hizmete şöyle-böyle katkısı bulunan bir insan, “Yahu ben de şöyle oldum!” deyip kendisine pay çıkarabilirdi. Nitekim on tane insanı etrafında toplayan kimileri bir cinnetin eseri olarak kendilerini mehdi görüyorlar. Yirmi otuz tane insana bir şey anlatmışlardır, dolayısıyla kendilerini ulûlazmâne bir hal içinde görüyorlar, hafizanallah. Bazıları da iki tane insanın imanına vesile olmuşlar mı, olmamışlar mı; bir yerde Müslümanlığın itibarını iki santim yükseltmişler mi, yükseltmemişler mi; belli değil. Dünyada Müslümanlık adına itibarımıza bir katkıda bulunmuşlar mı, bulunmamışlar mı; belli değil. Ama kendilerini emiru’l-mü’minin görmek gibi bir hata içindeler.

*Bir taraftan minnacık hizmetleriyle, karıncanın işi kadar işleriyle kendini ulûlazmâne bir tavır içinde gören insanlara karşılık, Allah’ın bunca hizmet ettirmesine rağmen, arkadaşların hangisinin nabzını tutsanız, şöyle dediğini göreceksiniz: “Allah’ın benden daha günahkâr, daha mücrim kulu yoktur. İhtimal yağmur yağmıyorsa, benim yüzümden yağmıyordur.” İşte, bu da Allah’ın ayrı bir lütfudur. Bir taraftan eltaf-ı sübhaniyesini başınızdan sağanak sağanak yağdıracak, fakat siz mahiyet itibarıyla kendinizi küçüklerden daha küçük göreceksiniz. Bu Efendimiz’e çok önemli bir meselede iktidânın ifadesidir. İnsanlığın İftihar Tablosu, önemli dualarından birinde “Allahım beni kendi gözümde küçük, minnacık kıl!” diyor. “Kendime çok küçük bir varlık olarak bakayım!” diyor. Size Allah Teâlâ bunca hizmet gördürdükten sonra kendinize sıradan bir insan gibi, âhâd-ı nâstan bir insan gibi, Hazreti Ali Efendimiz’in ifadesiyle “insanlar arasında insanlardan bir insan…” şeklinde bakabilmeniz, Cenâb-ı Hakk’ın öyle önemli bir lütfudur ki, trilyonlar verseniz bunu elde edemezsiniz.

*Bir taraftan rahmetiyle sizi sevindiriyor, mest ediyor; beri taraftan da siz kendinizi insanların en hakiri görüyorsunuz. Yüreğiniz ağzınıza geliyor: Acaba imanlı gider miyim öbür tarafa? Çünkü kendinden ve akıbetinden emin olan insan, emin değildir.

*Allah’a binlerce hamd u sena olsun, küfür ve dalalet içinde değiliz. Bilerek bir arpa kadar bir haram yemedik. Bunları söylemek doğru değil ama kendi halimi söyleyeyim: Ben kardeşlerimin evinde yemek yerken bile parasını vermeye çalıştım. Burada da kira vermeden durmadım. Bu koca binanın kirasını gelen teliften veriyorum. Neden? Çünkü yanıma gelen misafirler benim misafirim olduğundan dolayı burada bu vakfın binasını kullanma hakları olmayabilir. En iyisi, kirasını ben vereyim, bu arkadaşlar günaha girmesinler, ben de günaha girmeyeyim.

*Dışarıda bir ev tutacak, çoluk çocuğa bakacak imkânlarım helal yoldan olmadığı mülahazasıyla ben dünyaya doğru adım atmadım. Hayatımın, gençliğimde ilk üç senesini bir caminin penceresinde geçirdim; altı senesini Kestanepazarı’nda iki metre boyu, iki metre de eni bir tahta kulübede… Allah’a binlerce hamd u sena ederim. Ben o talebenin yemeğine bir kaşık çalmadım. Buna yedi cihan şahittir. Abdest alırken talebelerin takunyalarına ayağımı basmadım. Orada banyo vardı, onlardan birine girip yıkanmadım. Talebenin hakkıdır, benim hakkım değil. Her gün altı saat derse girdim, cumartesi pazar da dahil. İdarecilikle gece talebenin başında bulundum. Üç tane insana, mütalaacıya birer maaş veriyorlardı. Onların mesailerini de üstlendim ama hiçbir ücret almadım. Tenezzül etmedim dünyaya. Yirmi küsur yaşımdayken ayağımın ucuna kadar gelince milletvekilliği, “Allah Allah, dedim, beni böyle komik mi buluyor bu insanlar? Çok küçük bir insan olabilirim ben, fakat Allah’a intisap gibi büyük bir meselenin peşindeyim.” Cenâb-ı Allah kalbimi, Kendi nuruyla, aşk u iştiyakıyla doldursun. Genel karakterimiz bu.

*Bugün bazıları bunu anlamasalar bile, tarihin sayfalarına sizin, arkadaşlarınızın yaptığı şeyler bembeyaz satırlar halinde işlenecektir. Bazıları da kendilerini apak gösterseler bile onlar da tarihin sayfalarına kapkara lekeler halinde dökülecektir. Bir nesil, iki nesil, üç nesil.. torunlarına bile diyecekler ki: “Ey hırsız dedenin torunu!.. Ey mürteşi dedenin torunu!.. Ey mürtekip dedenin torunu!..”

*Bugün böyle davranmanız, gelecekte de öyle davranacağınız mevzuunda en güçlü referanstır. Bugüne kadar inşaallah bir inhiraf yaşamadıysanız, zannediyorum, bundan sonra da Allah böyle bir inhirafa düşürmez.

470. Nağme: Mesele Çok Ciddi!..

Herkul | | HERKUL NAGME, NAGMELER

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, “hüsnüzan ve adem-i itimat” dengesine değinerek sohbetine başladı. Daha sonra fert fert herkesin kendi muhasebesini yapması lazım geldiğini; bir heyeti ya da camiayı bütün olarak tecrim etmek ne kadar yanlış ise, şahısların kendilerini sorgulamamalarının da o ölçüde bir eksiklik olacağını; dolayısıyla her şahsın kendi hata ve kusurlarını gözden geçirip onlara istiğfar etmesi gerektiğini anlattı. Akabinde şu ifadelerle bir kere daha günümüzün müthiş yangınına dikkat çekti:

“Meseleyi Hazreti Pir’in sözüne irca ederek dile getireyim: Karşımda bir yangın var; içinde imanım tutuşmuş yanıyor.. evlat değil, imanım tutuşmuş yanıyor!.. Onu kurtarma meselesi… Sûzî’nin dediği gibi, “Tulumbanı al, yetiş imdada, yangın var! / Dedim: Zahirde mi âşık? Dedi: İhfâda yangın var!..” Dedim: Âlemde mi âşık? Dedi: Müslümanlıkta yangın var!.. Milli ruhun kökünde yangın var!.. Ruh ve mana köklerimizin dibinde yangın var!.. Tulumbanı al, yetiş!.. Acaba bu dertle günde kaç defa kıvrandık? Kıvranmadıysak şayet, zamanı israf etmişiz demektir.”

Mü’minlerin dahi çeşit çeşit israflara girdiklerini belirten kıymetli Hocamız, “Ashab-ı Kirâm’ın yoluna, mesleğine, hallerine ve düşünce tarzlarına döneceğimiz âna kadar -zannediyorum- bazen belimizi doğrultsak, yürüyor gibi olsak bile emeklemekten, takılıp yollarda kalmaktan kurtulamayız!..” diyerek Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer (radiyallahu anhüma) efendilerimizin hayatlarından misaller verdi. Sonra “Onlar öyleydiler, siz neredesiniz? Ne düşünüyorsunuz?” suallerini sordu. Şu cümlelerle devam etti:

“Hiç olmazsa kendini hizmete adamış ve en büyük dinamikleri de adanmışlık olan bu hareket içindeki insanlar dünya ile aralarına bir mesafe koymalılar. Eğer bir arpa kadar haram kursaklarından içeriye girmişse, bu arpanın sahibi de ta Fizan’daysa -Fizan belli bir dönemde uzaklıktan kinaye olarak kullanılırdı- ayağına kadar gidip ‘Senin bir arpanı yedim, hakkını helal et!’ demeliler.”

Fudayl bin Iyaz’ın bir insanla helalleşmek için nelere katlandığını hatırlattıktan sonra, Hocaefendi şöyle dedi:

“Eğer üzerinizde başkasının bir arpa kadar hakkı varsa ve gidip ‘Hakkını helal et!’ demiyorsanız, milletin bir arpa kadar hakkını irtikap etmişseniz, bütün millet karşısında ‘Ben bir arpa kadar haram yedim, zehir olsaydı, yuvam başıma yıkılsaydı, eşim ölseydi, çocuklarım nal dikseydi ben bu haramı irtikap etmeseydim!..’ demezseniz, bağışlayın, siz kalleşin tekisiniz, Müslümanlık adına da sahtekarın tekisiniz!.. Demezseniz…”

Muhterem Hocamız, muhatap dairesini daraltarak aynı manadaki sözleri adanmış ruhlar için bir kere daha tekrar etti ve şunu söyledi:

“Bir arpa kadar milletin hakkını irtikap etmişseniz ve gidip ‘Hakkını helal et!’ dememiş iseniz, ikinci şüpheli bir arpayı ağzınıza koymama mevzuunda ‘Keşke zehir yutsam da bunu yemesem!’ diye düşünmüyorsanız, eğer deme hakkım olsaydı şöyle derdim: İki elim Allah huzurunda yakanızda olsun!.. Hususiyle adanmışlar için.. hizmetten başka bir derdi olmayanlar için.. Başkalarına benzeyecekseniz şayet, zaten dünya dolu; ortalık nifakla kaynayıp duruyor; söz başka, tavır başka, davranış başka!..”

“Âfitâb-ı hüsn-ü hûbân âkıbet eyler ufûl / Ben muhibb-i lâ yezâlim lâ uhibbü’l-âfilîn(Anonim) “Bütün güzel şeylerin güzellikleri bir gün mutlaka kendileri gibi fena bulur. Ben fânî güzelleri değil, batmayan ve sonu olmayan biricik güzeli severim.” mülahazaları üzerinde duran Hocaefendi, haram ve helaller arasındaki şüpheli alandan uzak kalmanın lüzumunu, istikamet üzere yaşamanın önemini ve tecdid-i imanın gerekliliğini vurgulayarak hasbihalini tamamladı.

Mübarek Mirac Kandili’nizi tebrikle beraber, dualarınıza vesile olması istirhamıyla bu mühim sohbeti arz ediyoruz.

Helal-haram mülahazası

Herkul | | HERKULDEN BIR DEMET HADIS

Haftanın Hadîs-i Şerifi

عَنْ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ (رَضِيَ اللهُ عَنْهُ) قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ:

 إِنَّ الْحَلَالَ بَيِّنٌ وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ فَمَنْ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وَقَعَ فِي الْحَرَامِ كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى أَلَا وَإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ

* * *

Sahabe-i güzînden Numan b. Beşîr’in (radıyallahü anh) naklettiğine göre, Allah’ın helal ve haramlarını en iyi bilen Efendiler Efendisi (aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât) şöyle buyurmuşlardır:

“Şurası muhakkak ki, helaller apaçık bellidir, haramlar da apaçık bellidir. Bu ikisi arasında ise insanların çoğunun hükmünü bilmediği şüpheli şeyler vardır. Artık kim bu şüpheli alandan kaçınırsa, dinini de, ırzını da temiz tutmuş olur. Kim de şüpheli alana girerse harama girmiş olur. Tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğun sınırlarını ihlal etmesi yakındır. Şunu bilin ki, her melikin bir koruluğu vardır. Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o müstakim olursa cesedin tamamı müstakim olur;  eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası, kalbtir.”

(Buharî, İman 39; Müslim, Müsâkât 107; Ebu Dâvûd, Büyû 3;

Tirmizî, Büyû 1; Nesâî, Büyû 2; İbn-i Mâce, Fiten 58)

 

Hadis-i Şerif Bizlere Kısaca Ne İfade Ediyor?

 

Söz Sultanı Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem), dinin en hayati ve genel kurallarını herkesin anlayabileceği ve unutmayıp akılda tutabileceği enfes bir benzetme ile beyan buyurmuşlardır. Helal-haram mülahazası, yüce dinimizin en çok üzerinde durduğu temel unsurlardan birisidir. “İslam, muâmelâttan, helal-haramdan ibarettir.” sözü de bunu yansıtmaktadır. Bu ikisi arasındaki orta ve şüpheli alan ise, ülke sınırları arasındaki mayınlı araziler gibi tehlikeli ve uzak durulması istenen bölgedir.

 

Hadisin Önemi

Hadis ilminin en büyük imamlarından meşhur “Sünen” sahibi Ebû Davud es-Sicistânî, hayatı boyunca pek çok hadis ezberleyip bunları gelecek nesillere naklettiğini, fakat bu hadisi şerifin, naklettikleri arasında dinin en kapsayıcı dört hadis-i şerifinden biri olduğunu söylemiştir. Bu görüşte olan daha pek çok İslam âlimi vardır. (Diğer üç hadis-i şerif -Allah’ın izniyle- ayrıca incelenebilir.)

 

Hadisin Kaynağı ve Sıhhati

Yukarıda kaynakları gösterildiği üzere bu hadis-i şerif, kılı kırk yaran en büyük hadis imamları tarafından en muteber hadis kitaplarıyla bize rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifin Kütüb-ü Sitte’de ittifakla nakledilmesi, sıhhatinin ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. Bu rivayet, yukarıda bildirilen en önemli kaynaklardan başka Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Sünen-i Dârimî, Sünen-i Beyhakî, Musannef-i İbn-i Ebî Şeybe ve Sahih-i İbn-i Hıbbân gibi önemli eserlerde de küçük lafız farklılıklarıyla nakledilmiştir. Dolayısıyla bu hadis-i şerif, dinî hükümlerin nasıl en itinalı bir koruma altında günümüze taşındığına da en güzel örneklerden birisidir. Allah Rasulü’nün hadislerini “Hadis demek, din demektir.” hassasiyetiyle, insanüstü bir gayretle inceleyip günümüze taşıyan bu dev hadis âlimleri Allah’ın müslümanlara hususi bir lütfudur.

 

Hadisin Bildirdiği Üç Alan

Hadis-i şerifte bildirildiği üzere helal, haram ve şüpheliler olmak üzere üç alandan bahsedilebilir. Nefis ve şeytanın verdiği vesveselerin aksine, en geniş daire helal dairesidir ve meşru keyf ve zevklere kafidir. Haram dairesine girmeye hiç lüzum yoktur. Âlimlerimize göre helâl olan bir şeyin yapılmasının, kesin olarak bir mekruha veya bir harama götüreceğinden korkuluyor ise, ondan da kaçınmak gerekir. Mesela çok yemek insanı ibadetlere karşı tembelleştiriyor, günahlara girmeye sebep oluyorsa, helal gıda dahi olsa bedenin ihtiyaç duyduğu kaloriden fazlasını almak büyüklerimize göre mahzurlu, hatta bazen de haram kabul edilmiştir. Buna göre ihtiyaç fazlası olan yemek şüpheli alandır ve bu alana adım atanların haram dairesine düşmesi her an söz konusudur. Takvânın en basit tariflerinden birisi, haram olması endişesiyle şüpheli şeyleri, hatta harama götürme endişesiyle bazı mübahları dahi terk etmektir.

 

Kalbin Önemi

Maddi bedendeki kalbin önemi gün geçtikçe gelişen tıp ilmiyle daha bir anlaşılmakta ve kalp sağlığını koruma yollarına her geçen gün daha fazla vurguda bulunulmaktadır. Ancak bundan daha önemlisi manevi kalbimizin korunması olsa gerek. Çünkü birincisi nihayet kısa dünya hayatıyla sınırlı iken ikincisi yani manevi kalbimiz hem bu dünya hem de hakiki ve ebedi olan ahiret hayatımızla ilgili ve onun en temel unsurudur.

“Kalb, eskilerin ifadesiyle “nazargâh-ı ilâhîdir.” Allah, insana insanın kalbiyle bakar. …Zira kalb; akıl, mârifet, ilim, niyet, iman, hikmet ve kurbet gibi insan için çok hayatî hususların kalesi mesabesindedir. …O, Hakk’a tevcih edilebildiği sürece, bedenin en karanlık noktalarına kadar her yanına ışıklar yağdıran bir projektör olur; yüzü cismaniyete dönük kaldığı zamanlarda da şeytanın zehirli oklarının hedefi hâline gelir.” (Kalbin Zümrüt Tepeleri, s. 47, 49.)

 

Şüpheli Alana Girme Yasağı ve Sedd-i Zerâî Prensibi

Hadis-i şerifte dinimizin temel prensiplerinden birisi olan sedd-i zerâî yani kötülüklere, haramlara giden yolun kapatılması adına da işaret vardır. Hadiste şüpheli alanlara girilmememsi istenmiş ve buralarda dolaşanların her an haramlara düşmeyle karşı karşıya olduğu bildirilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de şüpheli alanlardan uzak durulmasını ve her zaman helal, en temiz olanların seçilmesini bildiren ayetler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi şu ayet-i kerimedir:

{يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّبًا وَلاَ تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ}

“Ey in­san­lar! Yer­yü­zün­de olan bü­tün ni­met­lerim­den helâl, temiz ol­mak şar­tı ile yi­yi­niz; Fa­kat şey­ta­nın pe­şin­den git­me­yi­niz. Çün­kü o si­zin bes­bel­li düş­ma­nı­nız­dır”.  (Bakara Suresi, 168)

Yine Kur’ân-ı Kerim’de sedd-i zerâî prensibine işaret eden pek çok ayet-i kerimeden bir tanesini zikredelim:

{وَلاَ تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ}

  “ Kö­tü­lük­le­rin, fuh­şi­ya­tın açı­ğı­na da giz­li­si­ne de yak­laş­ma­yın.” (En’âm Suresi, 151)

Şüpheli alana girmemeyle ilgili benzer hadis-i şerifler de mevcuttur:

لاَ يَبْلُغُ الْعَبْدُ أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُتَّقِينَ حَتَّى يَدَعَ مَا لاَ بَأْسَ بِهِ حَذَرًا لِمَا بِهِ الْبَأْسُ

“Kul, şüpheli şeylere düşme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan hususları da terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 19; İbn Mâce, Zühd, 24)

دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لَا يَرِيبُكَ

“Sana şüphe veren şeyleri bırak. Şüpheli olmayan, gönül huzuru veren şeylere yönel.” (Tirmizî, Kıyâmet: 61; Nesâî, Eşribe: 50)

Görüldüğü üzere ayet-i kerime ve hadis-işeriflerde “günahları işlemek şöyle dursun, onlara yaklaşmayın, süpheli alana girmeyin bile” mesajı verilmektedir.

 

Hadis-i Şerifle İlgili Yaşanmış bir Hadise

Meselenin ciddiyetine halel getirmesi endişesi taşımakla birlikte hadis-i şerifte anlatılan hakikatlerin yaşanmış açık bir örneği olması hasebiyle şu hadiseyi nakletmek istiyoruz. Köyde sürüsünü otlatmakta olan bir arkadaşımız, etrafı demir tellerle çevrili, bakımlı bir meyve-sebze bahçesine doğru sürüsüyle yaklaşır. Kendisi bahçenin direklerinden birine yaslanmış vaziyette, bahçeye yakın bir yeşillik alanda sürüsünü otlatıp takip etmekte ve hayvanların bahçeye girmesine mani olmaktadır. Bu arada bahçenin sahibi köy tarafından gelerek arkadaşımıza “Aman ha! Dikkatli ol, içeriye girmesinler.” der. Arkadaşımız; “Amcacığım, merak etme, burada durup izliyorum, içeriye girmelerine hiç müsaade eder miyim? Hem teller de var bahçenin etrafında.” der demez bir ses duyulur. Hayvanlardan birisi sıçramış ve çiti aşmıştır. Şimdi ne yapacaktır arkadaşımız ve bahçe sahibi? Ne Helal-haram, ne de şüpheli alanı bilen hayvan aşmıştır aşmasına çitleri fakat artık yapacak bir şey yoktur. Çünkü arkadaşımızın bir gaflet anında bahçeye girmiş olan hayvan, sebze ve meyvelerle karnını iyice doldurmuş bir halde içeriden dışarıya atlamış, arkadaşımız ve bahçe sahibi de artık sadece arkadan bakakalmıştır. İşte şüpheli alana yaklaşmanın yasakları çiğnemedeki üzücü etkisi.

 

Netice Olarak

Vahiyle müeyyed olan Efendimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) en önemli hakikatleri ve dinimizin temel esaslarından birisini en veciz bir şekilde ve herkesin anlayabileceği bir üslupla anlatmıştır. Şüphesiz bu özellik tüm peygamberlerin (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüsselam) en bariz vasıflarından olsa da Efendimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)’de en mükemmel derecede bulunmaktadır. İslam ulemâsı, sadedinde olduğumuz hadis-i şerife çok ehemmiyet vermiş ve onu İslam’ın dayandığı temel prensiplerden birisi olarak değerlendirmişlerdir. Evet Allah Rasulü (Aleyhissalatü vesselam)’ın bildirdiğine göre helal-haram mülahazasına dikkat edenler ve şüpheli alanlara girmekten kaçınanlar -Allah’ın izni ve inayetiyle- dinlerini noksanlıktan, ırz ve namuslarını da ta’n-u teşniden, yakışıksız karalamalardan muhafaza edebilir, Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyyede sıkça vurgulanan takvâ mertebesine erişmeye muvaffak olabilirler.

(رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنْتَ الْوَهَّابُ)

 وَصَلِّ وَسَلِّمْ يَا رَبِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أَصْحَابِهِ الْكِرَامِ